25 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

Yeni parti de kurtaramadı

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının PKK’nın sivil oluşumuna yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Tunceli, Batman, Şanlıurfa, Şırnak ve Van’ı kapsayan 11 ildeki operasyonlarda aralarında belediye başkanlarının da olduğu çok sayıda BDP'li gözaltına alındı.

Eski DTP’li başkanlar gözaltında

DİYARBAKIR Cumhuriyet Başsavcılığının terör örgütü PKK’nın sivil oluşumu ‘’Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması’’na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca dün sabah erken saatlerde Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Tunceli, Batman, Şanlıurfa, Şırnak ve Van’ı kapsayan 11 ilde başlatılan operasyonda 9’u belediye başkanı 33 kişi gözaltına alındı. Eşzamanlı operasyonda gözaltına alınanlar arasında siyasî yasaklı olan Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, kapatılan DTP’li Batman Belediye Başkanı Necdet Atalay, Şırnak’ın Cizre ilçesi Belediye Başkanı Aydın Budak, Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk ve DTP’nin kapatılması üzerine Barış ve Demokrasi Partisine (BDP) geçen Diyarbakır Kayapınar Belediyesi Başkanı Zülküf Karatekin, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Çınar Belediye Başkanı Ahmet Cengiz, Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Suruç Belediye Başkanı Etem Şahin, kapatılan DTP’nin eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Ali Şimşek, BDP Diyarbakır İl Başkanı Fırat Anlı, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Hatip Dicle, kapatılan DTP’nin eski Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan da bulunuyor. Eski DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınan belediye başkanları için “Hepsi demokratik siyasetin içinde olan partili arkadaşlarımız” ifadelerini kullandı.

KCK’YA YÖNELİK 5. OPERASYON

DİYARBAKIR Cumhuriyet Başsavcılığınca, terör örgütü PKK’nın sivil oluşumu KCK/TM yapılanmasına yönelik ilk operasyon, 2009 yılının Nisan ayında düzenlendi, bunu 3 operasyon takip etti. Devam eden ve gözaltına alınanların sayısında artış olabileceği kaydedilen 5. operasyonun, uzun süren teknik, fiziki takip ve telefon dinlemesi sonucu gerçekleştirildiği ve 33 kişinin örgüt üyesi ve yöneticisi olmaktan gözaltına alındığı belirtildi. Gözaltına alınanlar, ifadeleri alınmak üzere, soruşturmanın yürütüldüğü yer olan Diyarbakır’a gönderildi.

KCK’NIN ANLATILDIĞI İDDİANAME

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 28 Mayıs 2009 tarihinde hazırlanan ve KCK/TM yapılanmasının anlatıldığı iddianamede, KCK/TM mensuplarının, örgüt adına sözde yargılama faaliyetleri yaptıkları yer alıyor. Sözde mahkemede, bazı belediye başkanlarının da yaptıkları faaliyetlerden dolayı yargılandıkları ve cezalandırıldıkları anlatılıyor. Terör örgütünün sözde anayasası olan KCK sözleşmesi kapsamında KCK/TM yapısının ‘’Demokratik Cumhuriyet’’ ile alakalı planlamalar yapıp, örgütün yapısını, resmi kurumlar içinde kurmak ve faaliyetlerini düzenlemek için ‘’Özgür belediyecilik’’ adı altında bir model çalışması yaptıkları da ifade ediliyor.

25.12.2009


 

KAPALI DEVRE İŞLEYEN SİSTEM ÇÖKTÜ

Son olarak Arınç'a suikast girişimi iddiasıyla gözaltına alınıp bırakılan iki subayla ilgili olarak yapılan Genelkurmay açıklamasında “Suikast için değil, bilgi sızdıran bir personeli takip için oradaydılar” denilmesi ve bu açıklamanın yeni soruları gündeme getirmesi, kapalı devre çalışma esasına göre kurulan sistemdeki çöküşün artık örtbas edilip gizlenemez hale geldiğini gösteriyor.

ANAYASA VE SİSTEM REFORMU ŞART

Ergenekon sürecinde ortaya atılan ve yargı tarafından aydınlatılmayı bekleyen iddialar, ard arda gelen subay intiharları, yargı cenahında yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin evrensel hukuk ve demokrasi kuralları çerçevesinde topyekûn bir anayasa ve sistem reformunu gerçekleştirme ihtiyacının artık daha fazla ertelenmesi mümkün olmayan bir zorunluluğa dönüştüğünü ortaya koyuyor.

25.12.2009


 

33 erle ilgili soruşturma yok

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarının halen hapiste bulunan Şemdin Sakık’ın ifadesini almasının söz konusu olmadığını bildirdi. Açıklamada, Bingöl’de 1993'te 33 erin şehit edilmesiyle ilgili olarak herhangi bir soruşturma yürütülmediği de belirtildi.

33 erle ilgili soruşturma yok

İSTANBUL Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘’Ergenekon’’ soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarının Diyarbakır’a giderek halen hapiste bulunan terör örgütü PKK’nın elebaşılarından Şemdin Sakık’ın ifadesini almasının söz konusu olmadığını bildirdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan açıklamada, bazı basın-yayın organlarında ‘’Ergenekon soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarının, Bingöl’de 1993 yılında 33 erin şehit edilmesiyle ilgili olarak halen Diyarbakır E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda müebbet hapis cezasına mahkum olarak kalan terör örgütü PKK’nın elebaşılarından Şemdin Sakık’ın ifadesini aldığı’’ yönünde haberlere yer verildiği kaydedildi. Açıklamada, ‘’gerek ‘Ergenekon’ adı verilen soruşturmayı yürüten, gerekse İstanbul’da görevli bir savcının bu olayla ilgili olarak Diyarbakır’a giderek Şemdin Sakık’ın ifadesini almasının söz konusu olmadığı’’ belirtildi. Açıklamada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, Bingöl’de 1993 yılında 33 erin şehit edilmesiyle ilgili olarak herhangi bir soruşturma yürütülmediği de hatırlatıldı.

25.12.2009


 

‘PKK elebaşlarını yakaladık, ama emir gelince bıraktık’

Güneydoğu’da uzun yıllar TSK’ya tercümanlık yapan, Genelkurmay’a bağlı Özel Kuvvetler’in yanı sıra Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nda da görev alan Yıldırım Beğler, Murat Karayılan ve Cemil Bayık gibi PKK’nın en üst düzey elebaşlarını Kuzey Irak’ta yakaladıklarını, ancak yukarıdan gelen bir emirle serbest bıraktıklarını savundu.

Oslo’da terör örgütü PKK konusunda Cihan’a ilginç açıklamalar yapan Yıldırım Beğler, Kuzey Irak’ta TSK adına ajan olarak görev yaptığı dönemde Murat Karayılan’dan Cemil Bayık’a kadar birçok üst düzey PKK’lının yakalandığını savundu. Beğler, şunları kaydetti: “Kuzey Irak’ta M. Yarbay’a bağlı olarak çalışıyorduk. M. Yarbay da o dönemde Şırnak Tugay Komutanlığına bağlıydı. 92 yılında Apo hariç hepsini yakaladık. Ne yaptılar? ‘Aman Türkiye’ye götürmeyelim, beklesin’ dediler. Buna ben bizzat şahit oldum. Başlarında nöbet tutanlar arasında ben de vardım. PKK’nın bütün merkezi kadrosunu Zaho’daki Talabani’nin karargâhı olan komite denilen yere getirdik. Burada bu gece kalsınlar, yarın götürelim şeklinde yukarıdan emir aldık. Başlarında biz duruyorduk. Daha sonra bir emir daha geldi: ‘Siz çekilin, Peşmergeler onları korur, yarın erkenden götürürüz’ dediler.” Yakaladıkları PKK’lıları gece Peşmergeler’in korumasına bıraktıklarını, fakat sabah geldiklerinde hiçbirini göremediklerini ve kendilerine “Kaçtılar” denildiğini kaydeden Beğler, “Bir baktık Süleymaniye’ye Zala kampına gitmişler. Talabani almış götürmüş” diye konuştu. PKK elebaşlarının âdeta serbest bırakılarak terör örgütüne büyük fırsat verildiğini söyleyen Beğler, şu anda Ergenekon davasında yargılanan bir subayın da bu ihanetin içinde olduğunu öne sürdü.

4 BİN KALAŞNİKOFU, PKK’YA

‘KIZILAY YARDIMI’ OLARAK GÖNDERDİK

Yıldırım Beğler, silahsız haldeki bu kaçak PKK’lılara silahların da yine asker eliyle ulaştırıldığını savunarak, Macaristan’dan gelen 4 bin Kalaşnikof ile teröristlerin tekrar silahlandırıldığını söyledi. Beğler, “Bu silahlar 2-3 sene limanda kalmış ve bize gelmişti. ‘Bunları bir şekilde, ortaya çıkmayacak şekilde, PKK’ya ulaştırın’ emri geldi. 4 bin tane keleş. Şu anda bir PKK’lıyı dağdan al, elindeki keleşi al, bak. Keleşin kabzaları kahverengi. Seri numaralarının hepsini silmişiz biz. Hiçbirinin seri no’su yok. PKK’nın elindeki keleşlerin seri no’su yok. Kabzaları kahverengi olan dipçiği de böyle içeri doğru.” Beğler, binlerce kalaşnikofu PKK’ya ulaştırmak için izlediklerini yolu ise şu şekilde açıkladı: “Sıfır kutularda bunları kamyonlara yükledik. Üzerine de battaniye koyduk. Bir de Kızılay’ın bayraklarını yapıştırdık. ‘Bunlar Kızılay’ın yardımı’ şeklinde lanse ettik. Zaho’da bu silahları Barzani, Talabani ve korucu A.U. yoluyla PKK’ya ulaştırdık.”

“ASKERE SALDIRIP,

PKK SÜSÜ VERİYORDUK”

GÖREV yaptıkları dönem içerisinde PKK ile iç içe olduklarını ileri süren Beğler, PKK’nın üst yönetimiyle bazen buluşup yemek bile yediklerini anlattı. Doğudaki birçok kargaşayı kendilerinin çıkardığını öne süren Beğler, şunları söyledi: “PKK gelip de şehrin içinde falan çatışma yapmıyordu. Bakardık biz ortam sakin, çatışma yok. ‘Ortamı kızdırın’ diyorlardı yukardan. Bizden 2-3 kişi çıkıyordu, roketatarları atıyordu. Millet sanıyordu ki bunu (askere saldırıyı) PKK yaptı.”

“HİZBULLAH DA BİZE BAĞLIYDI”

Yıldırım Beğler, bölgede terör estiren Hizbullah konusunda ise “Hizbullah da bizim emrimizdeydi. Hadi Birge vardı, Hizbullah’ın Silopi sorumlusu. O da bizim emrimizdeydi. Herkes Hizbullah diye biliyordu ama bizim emrimizle hareket ediyorlardı. Bunlar 10-15 kişilerdi” iddiasında bulundu

“ERGENEKONCU KOMUTANLAR VAR”

Beğler, Ergenekon iddianamesinde ismi geçmeyip de kendisinin bildiği “Ergenekoncu” subaylar olduğunu belirterek, “Şu anda isimlerini söyleyemem. Niye? Çünkü hâlâ çoğu görevde, çok faaller ve çok güçlüler. Çekiniyorum biraz açıkçası. Ailem için çekiniyorum biraz, kendim için değil” dedi.

25.12.2009


 

TSK, kendi kendini yıpratıyor

SİNEMA sanatçısı Lale Mansur, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Trabzon’da medyayı ve aydınları hedef alan açıklamalarına tepki gösterdi. Mansur, “Hala parmağını sallayarak konuşuyor.

Hala yukarıdanlık, ‘astığım astık kestiğim kestik’ anlayışı var. Türk Silahlı Kuvvetleri ancak kendi kendini yıpratır. Ortaya çıkan silâhları ‘boş boru’ belgeleri de ‘kâğıt parçası’ olarak nitelendirerek kendilerini yıpratıyorlar” dedi.

Lale Mansur, darbe planları ile DTP’nin kapatılmasına ilişkin açıklamalarda bulundu. Darbe planlarının yansımalarını değerlendiren Mansur, toplumda oluşan bilince dikkat çekti. Mansur, “Ülkenin büyük bölümü darbelerle yüzleşiyor. Ancak Genelkurmay’ın bundan haberi yok. Bakın hala parmağını sallayarak konuşuyor. Hâlâ yukarıdanlık, astığım astık, kestiğim kestik anlayışı var” dedi.

İlker Başbuğ’un medyayı ve aydınları hedef alan beyanlarına işaret eden Lale Mansur, “Asimetrik psikolojik harp sözünü ağzına alan yalan söylüyor. Biz bunu yapamayız. Türk Silahlı Kuvvetleri ancak kendi kendini yıpratır. Ortaya çıkan silâhları ‘boş boru’ belgeleri de ‘kâğıt parçası’ olarak nitelendirerek kendilerini yıpratıyorlar. Planları yapan biz değiliz, silâhı elinde bulunduran da biz değiliz.” değerlendirmesini yaptı.

Susurluk’a karşı büyük bir reaksiyonun ortaya çıktığına vurgu yapan Mansur, Ergenekon söz konusu olunca CHP ile MHP’nin takındığı tavrın tamamen değiştiğine dikkat çekti. Mansur, “Süreçle birlikte CHP Ergenekon’un avukatlığını yapacak bir raddeye geldi. Suçlar kanıtlanınca Deniz Baykal ne yapacak? ‘Sayın Öcalan’ denince suç oluyor, ‘Ergenekon avukatıyım’ demek nasıl bir şeydir?” sorusunu yöneltti.

25.12.2009


 

Uzman çavuş taburcu oldu

TOKAT'IN Reşadiye ilçesindeki terörist saldırıda ağır yaralanan Uzman Çavuş Yusuf Öztürk, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden (GATA) taburcu edildi.

Adana’nın Tufanbeyli ilçesindeki baba evine gelen Uzman Çavuş Öztürk, yaptığı açıklamada, terörist saldırıda ayağına, bacağına, baldırına ve karnına isabet eden kurşunların, vücuduna girip çıktığını, göğsüne bir kurşunun saplandığını, bacak kemiğinde çatlaklar olduğunu, 3 kurşunun ise kafasını sıyırdığını belirterek, mucize eseri kurtulduğunu söyledi. Saldırının yapıldığı sırada havanın sisli olduğunu anlatan Öztürk, şöyle devam etti: ‘’Ancak 2 metre önümüzü görebiliyorduk. Kalaşnikof tüfeklerle taradılar. Yaralandıktan sonra silahımın kabzasını karnımdaki yaraya palaska ile sıkıştırarak tampon yaptım. Kısa süre içinde aranabilecek bütün önemli telefonlara bilgi verdim. Daha sonra yaralı halde bir kilometre yürüyerek köy dolmuşuna ulaşmayı başardım. Arkadaşımla kendimizi güvenli bölgeye attık. Saldırıdan hemen sonra yukarıdan Türkçe bir sesle ‘2 kişi kaçıyor’ bağırtısını duydum.’’

25.12.2009


 

Polise cop ve biber gazı dersi

KONYA’DA görevli polis memurlarına, asayiş olaylarında bıçak, silâh, sopalı saldırılara ve darp girişimlerine karşı neler yapmaları gerektiği öğretiliyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkanlığınca yürütülen ‘’Polis Savunma Taktikleri Temel Eğitim Kursu’’ Konya Emniyet Müdürlüğü Eğitim Şube Müdürlüğü koordinesinde Konya’da görevli polis memurlarına verilmeye başlandı. Bu kapsamda Selçuklu Belediyesi Uluslararası Spor Salonu’nda Emniyet Amiri Gökhan Yağmur ve Başkomiser Engin Korkmaz tarafından birer hafta süreyle polis memurlarına senaryolar halinde uygulamalı eğitim veriliyor. Kursta, bıçaklı ve sopalı saldırılara karşı hayatta kalma becerisi, kuvvet kullanma, saldırganı durdurma ve kontrol, hassas noktalara baskı ve kontrol teknikleri, şüpheli taşıma teknikleri, silâh teçhizat güvenliği, kelepçeleme ve arama, cop ve personel tipi gaz kullanma konuları anlatılıyor.

25.12.2009


 

Tahkikat sonucunu bekliyorum

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ‘’Türkiye’de bir siyasi şahsiyete karşı, bir başbakan yardımcısına karşı, hele hele Türkiye’nin en güzide, en onurlu ve en disiplinli kurumu silahlı kuvvetler içerisinde böyle bir yanlışlık yapacak kimsenin olmadığına bütün gönlüyle inanmak istediğini’’ belirterek ‘’Ama bunu bir adli tahkikat sonucunda vereceğime de inanıyorum ve o günü de bir an evvel hasretle bekliyorum’’ dedi.

Arınç, Televizyon Yayıncıları Derneği yönetim kurulu üyeleri ve sektör temsilcileriyle Ihlamur Kasrı’nda yaptığı toplantının ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu, kendisine yönelik suikast hazırlığı iddialarına ilişkin soruları cevapladı. Olayın gerçekleştiği Cumartesiden bu yana basın önünde konuyu konuşmadığını ifade eden Arınç, “Bu benimle ilgili bir konu. Olayın bir mağduru varsa o da ben görünüyorum” dedi. Adli tahkikatı etkilememek için özellikle bu konuda konuşmamaya gayret ettiğini dile getiren Arınç, olayla ilgili gazetelerde pek çok şey yazıldığını, Genelkurmay Başkanlığının da bir bildiri yayımlayarak ve kamuoyunu bilgilendirdiğini hatırlattı. Haftasonu Manisa ve İzmir’de programları olduğunu, Cumartesi akşamı konutundaki polislerden birinin aramasıyla konuyu kısaca öğrendiğini anlatan Arınç, Ankara Emniyet Müdürü’nün de kendisini arayarak bilgi vermek istediğini, kendisinin de Ankara’ya döndüğünde bilgi alacağını söylediğini belirtti. Ankara’daki görüşmede bilmesi gereken emniyetle ilgili bir kaç konu hakkında emniyet müdürünün kendisini bilgilendirdiğini ifade eden Arınç, “Aldığım bir kaç bilgiyi Bakanlar Kurulundaki arkadaşlarımla paylaştım. Açıkça şunu söyleyeyim, emniyet müdürünün bana verdiği 1-2 bilgi dışında ne bir belgeyi görmüşlüğüm, ne kamera kayıdını izlemişliğim vardır. Sizi namusumla temin ederim ki savcının hakimin işine karışacak biri değilim” diye konuştu.

‘’Bülent Arınç ve resmi sıfatı olan başbakan yardımcısı olarak’’ tahkikatın en iyi şekilde devam ettirilmesini ve sonuçlanmasını istediğini belirten Arınç, ‘’Bu sonuçlanacak tahkikata göre hepimiz Türkiye’de huzurlu bir hayat sürdüğümüze, hukuk devletinin bütün gücüyle egemen olduğuna ve Türkiye’de iddia edildiği gibi bir yanlış iş yapacak herhangi bir örgütün veya grubun bulunmadığına bir kez daha inanalım’’ dedi.

Arınç, ilk günden bu yana ‘’Bülent Arınç’a suikast hazırlığı’’ şeklinde haberler verildiğini hatırlatarak, sözlerine şöyle devam etti:

‘’Bu, insanları üzen, sıkan, hatta tedirgin eden bir şey. O gün yapılan tespitler, elde edilen bilgi ve bulgular, olayın güpe gündüz cereyan etmesi, Allah korusun bir suikast, eylem, kötü fiil yapılacağı anlamına gelmiyor. Bu çok ileri bir iddia. Ama yapılan iş bir bilgi toplama mıdır, bir gözetleme midir, hazırlık mıdır? Bunun takdirini adli makamlar yapacaktır. Benim şahsen bir endişem yok. Biz siyasetin içindeyiz, siyasetin zor günlerinde çok bulunduk. Yanlış iş yapanları tanıdık, bu yolda gidenlerin zaman zaman neler yapabileceğini gördük, ama ben Türkiye’de bir siyasi şahsiyete karşı, bir başbakan yardımcısına karşı, hele hele Türkiye’nin en güzide kurumu, en onurlu kurumu, en disiplinli kurumu silahlı kuvvetler içerisinde böyle bir yanlışlık yapacak kimsenin olmadığına bütün gönlümle inanmak istiyorum. Ama bunu bir adli tahkikat sonucunda vereceğime de inanıyorum ve o günü de de bir an evvel hasretle bekliyorum.’’

SUÇ DUYURUSU AŞAMASINDA DEĞİLİM

“Konuya ilişkin suç duyurusunda bulunma aşamasında değilim” diyen Arınç, konuyu MGK’ya götüreceğini söylemediğini kaydetti. Arınç, koruma sayısının 3’ten 4’e çıkarıldığını, olaydan sonra ailesinin de tedirgin olduğunu belirtti.

ADLÎ BİR KONU

Arınç, Ankara’dan İstanbul’a gelişinde Atatürk Havalimanı’nda da basın mensuplarının, kendisine yönelik suikast girişimi iddialarına ilişkin sorusu üzerine ‘’Olay adlî bir konu. Sanıyorum yakın zamanda bütün yönleriyle açıklanacak. Biz de hepimiz öğrenmiş olacağız’’ diye konuştu.

25.12.2009


 

Rumlar, Türkiye-AB ilişkilerini bozdu

Düşünce kuruluşu Center for European Reform (CER), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin elindeki veto kozunu kullanarak AB’nin Türkiye ve NATO ile olan ilişkilerini karışıklığa sürüklediğini belirtti.

Merkezi Londra’da bulunan CER, Lizbon Anlaşması’ndan sonra AB’nin alacağı pozisyonu değerlendirirken, Türkiye-AB ilişkilerine de değindi. Raporunda AB’nin üyelik süreci olgunlaşmadan yolsuzluk faaliyetleri ve çete suçlarının yoğun olduğu Bulgaristan ve Romanya’yı birliğe alarak hata ettiğine dikkat çeken CER, bunun AB’nin imajını zedelediğinin altını çizdi. AB’nin bir diğer hatayı Güney Kıbrıs’ı tam üyeliğe alarak yaptığını hatırlatılan CER raporunda, “AB ülkeleri, Güney Kıbrıs’ı birliğe alarak adanın birleşmesi için elinde bulundurduğu uluslararası gücü de böylece yok etmiş oldu. O tarihten sonra Güney Kıbrıs elindeki veto kozunu kullanarak AB’nin Türkiye ve NATO ile olan ilişkilerini karışıklığa sürükledi” denildi. AB’nin artık farklı düşünmesi gerektiğine dikkat çeken CER raporunda, AB’nin geçmiş 10 yılda yaptığı hatalardan artık ders alması gerektiği belirtildi.

25.12.2009


 

Uygur avı durdurulsun

BağImsIz Doğu Türkistanlılar Birliği Genel Başkanı Abdulmecit Avşar, Tayland ve Kamboçya başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine sığınan Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin Çin’e iade edilmesini kınadı.

Avşar, “Çin, Urumçi ve diğer şehirlerde yaptığı soykırım yetmemiş gibi şimdi de dış dünyada Uygur avı başlatması insan haklarına sığar mı?” dedi. Çin’e iade edilen Uygurların işkencelerle idam edilmelerinin kesin bir bilgi olduğunu ifade eden Avşar, “Çin’in içeride ve dışarıda Uygurları baskı altına alarak, soykırım yapıyor, Bir balinanın kurtarılması için ayağa kalkan dünya, ölen Uygur, öldüren Çin olunca sessiz kalmayı yeğliyor, Çin’in yaptığı bu zulme kim dur diyecek” dedi. Sığınma isteyen insanların tutuklanarak zorla iade edilmesinin insan hakları ihlâli olduğunu kaydeden Avşar, en ufak konuda kınama çeken Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer teşkilâtların Çin’e neden müdahale edemediklerini sordu. Avşar, “Dünya milletleri insan hakları konusunda sınıfta kalmıştır. Başta Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ile Müslüman ülkelerden de ses çıkmaması gerçekten düşündürücü” dedi.

25.12.2009


 

İşverenden, işçinin “eylem” kararına tepki

Türkİye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, Türk-İş tarafından açıklanan ‘’eylem’’ kararının ‘’kanunlara aykırı’’ olduğunu öne sürdü. Kudatgobilik, yaptığı yazılı açıklamada, Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçilerin, ‘’Her Cuma günü işe geç başlama’’ yönünde aldığı eylem kararını eleştirdi.

Eylem kararının, Türk hukuk sisteminde yerinin olmadığını savunan Kudatgobilik, ‘’Uygulamanın bütün işyerlerinde telafisi imkansız üretim kayıpları ve huzursuzluklar doğurabileceğini’’ öne sürdü. Kudatgobilik, ‘’Türk’İş’in çağrısının kanunlara aykırı’’ olduğunu ileri sürerek, Türk-İş yönetiminden, davalarını savunurken haksız duruma düşmemeleri için sağduyulu davranmalarını istedi. Tuğrul Kudatgobilik, Türk-İş’ten, ekonomik krizden sıyrılmaya çalışılan bir dönemde kararlarını yeniden değerlendirmelerini beklediklerini kaydetti.

25.12.2009


 

Akdamar Kilisesi 12 Eylül’de ibadete açılıyor

Van Valisi Münir Karaloğlu, 12 Eylül 2010 tarihinde bütün Ermeni vatandaşları Akdamar Kilisesi’nde ibadete beklediklerini söyledi.

Karaloğlu restore edildikten sonra anıt müze olarak turizme açılan Akdamar Adası’ndaki kilise ile ilgili yaptığı açıklamada, kilisenin ibadete açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile gerekli yazışmaların yapıldığını belirtti. Kilisenin 12 Eylül 2010 tarihinde ibadete açılabileceğini ifade eden Vali Karaloğlu, bu açılışa Ermenileri de davet edeceklerini bildirdi. Konuyla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı ile Ankara’da temaslarda bulunduğunu anlatan Vali Karaloğlu, ‘’12 Eylül 2010’da bütün Ermeni vatandaşlarımızı Akdamar Kilisesi’nde ibadete bekliyoruz’’ dedi. İran ve Ermenistan’ın Van’ın dış turizm potansiyelinde önemli bir paya sahip olduğunu söyleyen Vali Karaloğlu, bu ülkelerden gelecek 1 milyon turist hedefine ulaşabileceklerini kaydetti. Vali Karaloğlu, bunun için öncelikle Türkiye ile İran arasındaki geçişi sağlayan noktalardan biri olan Kapıköy Sınır Kapısı’nın transit geçişe açılması gerektiğini bildirdi. Karaloğlu, Ermenistan’la sınır kapısı açılmasının Van’ın turizmi açısından yararlı olacağını da bildirdi.

25.12.2009


 

Emekli astsubay gözaltına alındı

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi hastanesi bahçesinde havaya ateş açılması olayıyla ilgili emekli astsubay olduğu bildirilen bir kişi gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, İkinci “Ergenekon” davasının tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün tedavi gördüğü Enfeksiyon Hastalıkları bölümünün bulunduğu binada ve bahçesinde havaya ateş ettiği iddiasıyla gözaltına alınan ve tutuklanan Erhan K’nın ifadesi doğrultusunda, emekli astsubay olduğu bildirilen Sedat D yakalandı. İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde sorgusu süren Sedat D’nin, bugün adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.

Erhan K, 20 Aralık pazar gecesi, havaya ateş açtığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve çıkarıldığı mahkemece önceki gün tutuklanmıştı.

25.12.2009


 

Emekli aylıklarına zam için kanun teklifi

CHP Antalya Milletvekili Osman Kaptan, emekli, dul, yetim, malul ve şehit aylıklarının 1 Ocak’tan itibaren 300 lira arttırılarak ödenmesi için yasa teklifi hazırladı.

TBMM Başkanlığına sunulan teklif, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda değişiklik yapılmasını öngörüyor. Teklif, düzenlemenin yürürlüğe girmesinden önce çıkan yasalara göre bağlanmış emekli, dul, yetim, malul ve şehit aylıklarının, 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren 300 lira artırılarak ödenmesini içeriyor. Teklifle, yapılan ek ödemenin ilgililere her ay yapılmakta olan asli ödemelerle birlikte, herhangi bir vergi kesintisine tabi olmaksızın ve aynı anda ödenmesini, asli ödemelerde uygulanacak artış oranının bu ek ödemeye de net olarak yansıtılması da öngörülüyor. Teklifin gerekçesinde, kriz ortamında birçok kesimi için destekleyici mali tedbir paketleri uygulandığı halde emekli dul, yetim, malul, şehit ve gazi aylığı alanlara herhangi bir iyileştirici düzenleme yapılmadığı belirtilerek, ‘’Gelirlerinden tasarruf olanağı olmayan sabit gelirli bu kesimlere yapılacak ödemeler, en kısa sürede ekonomiye geri dönerek iç talebin artmasına katkı yapacak ve böylece ekonomik krizden çıkışı hızlandıracaktır’’ denildi.

25.12.2009


 

Kurban yolsuzluğunda 20 tutuklama

’Kurban bağışı kesim ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı’’ iddiasıyla gözaltına alınan şüphelilerin 20’si tutuklandı.

Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kocabey’in tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ettiği 31 kişi, Nöbetçi Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesinde hakim karşısına çıktı. Mahkeme, şüphelilerden 20’sini tutuklarken, 11’ini serbest bıraktı. LÖSEV Başkanı Üstün Ezer, Mehmetçik Vakfı Başkanı Salih Güloğlu, Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Mehmet Cengiz ile TOBB Başkan Yardımcısı Faik Yavuz da bırakılanlar arasında yer aldı. Bir et firmasının sahibi M.A. ise tutuklandı. Bu arada, şüphelilerden birisi, nöbetçi mahkemedeki sorgusu sırasında fenalaştı. Duruşma salonundan çıkarılan şüpheliye ilk müdahale polis tarafından yapıldı. Daha sonra ambulansla hastaneye götürülen kişi, buradaki müdahalenin ardından tekrar mahkemeye getirildi.

25.12.2009


 

Bir gazeteciye daha saldırı

Çorum’da yerel bir gazetenin genel yayın yönetmeni, evinin önünde uğradığı saldırıda burnu ve bacağı kırıldı.

Alınan bilgiye göre, Çorum Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aykanat, Bahçelievler Mahallesi’ndeki evinin önünde henüz kimliği belirlenemeyen bir kişinin saldırısına uğradı. Saldırgan olay yerinden kaçarken, Aykanat çevredekiler tarafından Çorum Devlet Hastanesine kaldırıldı. Hastanede yapılan müdahalede Aykanat’ın burnunun ve sağ bacağının kırıldığı tespit edildi. Polis, saldırganın yakalanması için çalışma başlattı.

25.12.2009


 

2. el araç satış ve devri noterden

İkİncİ el araçlarda satış ve devirlerinin işlemlerinin noterler tarafından yapılmasına ilişkin kanun teklifi, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi.

Teklife göre, noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersiz olacak ve düzenleme, 1 Mayıs 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek. Satış ve devir işlemleri, her türlü harçtan, damga vergisi ve değerli kağıt bedelinden istisna tutulacak. Bu istisnalar 1 Ocak 2010’dan itibaren geçerli olacak. Noterler, satış ve devre ilişkin her türlü işlem karşılığında TL maktu ücret alacak.

25.12.2009


 

Elektrik direği devrildi, tren seferleri aksadı

Eskİşehİr’de yük treninin, demir yolu hattının elektrik direğine çarpması sonucu direk devrilince tren seferleri aksadı.

Alınan bilgiye göre, Eskişehir Garı’ndan Ankara yönüne giden yük treni, gece 03.30 sularında gar bölgesinde demir yolu hattının elektrik direğine çarptı. Kırılan beton direk, demir yolu hattına devrildi. TCDD Bakım Şefliği personeli, sabahtan itibaren devrilen direği kaldırma çalışmalarına başladı. Çalışmalar sırasında kesilen elektrik nedeniyle tren seferleri aksadı. İstanbul ve Ankara yönüne gidecek trenlerin bazıları garda, bazıları da şehir merkezine yakın yerlerde, Ankara-Eskişehir seferini yapan Yüksek Hızlı Tren de Eskişehir’e 10 kilometre kala Hasanbey mevkisinde bekletildi.

25.12.2009


 

Reçetedeki eksikliğin faturası hastaya

ECZACILARIN, ‘’reçetelerdeki eksiklikler’’ sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) ödeme yapmayacağı gerekçesiyle ilâç verme konusunda tereddüt etmesi, hastaların ilâç bedelini cebinden ödemesine yol açıyor.

Alınan bilgiye göre, eczacıların, ilâç bedellerinin SGK tarafından karşılanması konusunda yaşadıkları tereddütler, ilâç bekleyen hastayı güç durumda bırakıyor. SGK’nın reçete kontrollerinde aradığı şartların ‘’belirsizlik içerdiğini’’, ‘’bazı konuların yoruma açık olduğunu’’ belirten eczacılar, özellikle teşhise dayalı ilâç yazımı konusundaki sıkıntının eczaneden eczaneye farklı uygulamaların ortaya çıkmasına yol açtığına dikkati çekiyor. Bir eczanenin verdiği bir ilâcın, başka bir eczane tarafından ‘’SGK karşılamıyor’’ gerekçesiyle verilmediği ifade ediliyor.

‘’İki kere iki her zaman dört etmiyor’’ diye bu konudaki tereddütlerini dile getiren eczacılar, daha önce uzun süreler uygulamada kalan mevzuatların çok sık değişmesinin belirsizlikleri arttırdığını savunuyor. Eczacılar, bir kaç gün içerisinde aynı ilâcın ödenmesi konusunda farklı uygulamalara gidilebildiğini, bu değişimi aynı hızda takip edemeyen eczacıların zor durumda kaldıklarını ve tereddüt durumunda da kendilerini korumaya yönelik olarak ilâç vermekte çekingenlik gösterebildiğini belirtiyor. Örneğin, hamile bir kadına ‘’gebelik’’ teşhisiyle yazılan demir vitamini bazı eczaneler tarafından ödenmiyor. Bunun gerekçesi olarak, SGK’nın, bu ilacın ‘’gebelik’’ teşhisiyle reçetelendirilmesi durumunda ödemediği, teşhis için özellikle ‘’demir eksikliği’’ yazılması gerektiği belirtiliyor. Hasta, ilâcını alabilmek tekrar hastaneye gidip yeni bir reçete yazdırmak, hastane uzaksa ya da tekrar gidemeyecek durumdaysa ilâcını cebinden para ödeyerek almak durumunda kalıyor.

‘’EN BÜYÜK SIKINTIYI

HASTALAR YAŞIYOR’’

Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, yaptığı açıklamada, sağlık alanında son dönemde yaşanan gelişmelerin başta sigortalılar ve hastalar olmak üzere bir çok kesimde kafa karışıklığına yol açtığını söyledi. Sağlık hizmetine erişim ve ilâç temini konusunda yaşanan belirsizliğin vatandaşları mağdur ettiğini, en büyük sıkıntıyı da hastaların yaşadığını dile getiren Kahveci, şunları kaydetti: ‘’Katkı payı, fark ücreti gibi uygulamalarla vatandaşın sağlık hizmetlerine erişimi zaten zorlaştırıldı. SGK ve eczacılar bir araya gelip ortaya çıkan tereddütleri kaldırmalı ve katkı payı, fark ücreti ödemek durumunda kalan hastaları yeni bir yük altına sokmamalı. Derdine derman arayan hastalar, eczane ile hastane kapısı arasında mağdur edilmemeli.’’

25.12.2009


 

SAYIN BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP

Sayın Başbakanım, Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir eczayım. 25 yıldır mesleğimi kesintisiz İstanbul’da icra ediyorum.

Son günlerde SGK’nın aldığı karar sonucu geleceğimi düşünmek mecburiyeti hissetmekteyim. Çalıştırdığım iki elemana da bu vesile ile yol vermeye hazırlanıyorum.

Ülkemizde benim gibi 22 bini aşkın eczacı meslektaşım bulunduğunu da bilmekteyim. Onlar ve yardımcı elemanları ve yakınları dolayısıyla işsizler ordusuna, basit bir hesapla 100 binden fazla insanın katılacağını görerek kendim, mesleğim ve ülkem adına ciddî endişeler taşıyorum.

Beni ve meslektaşlarımı bu duruma iten amil, SGK’nın, sosyal kurumların ilâç alımını sağlayan ve TEB ile bütün eczaneler adına yaptığı sözleşmeyi tek taraflı iptal etmesi ve 2010’da meslek kuruluşumuz TEB’i devreden çıkararak eczanelerle tek tek sözleşme yapacağını açıklaması oldu.

Ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in eczacılar hakkındaki ifadeleri ve tutumu da buna eklendi.

Ayrıca şunu da ifade ederek dikkatinize sunmak istiyorum:

Resmî yetkililerin ağzından eczacıların çok kazandığı şeklinde bir algı kamuoyunda yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumun, devletin, ilâcı, eskiden Sosyal Sigorta Kurumu aracılığı ile SSK hastanelerindeki eczanelerden verdiği, yeni durum ile devlet adına bütün ilâç alımlarının SGK vasıtası ile eczaneler üzerinden yapılıyor olması ile ilişkisi kuruluyor. Ve eczanelerin, eskiye oranla artık cirolarının arttığı ve daha çok kazandıkları, resmî ağızlarca açıklanıyor.

Bu açıklamalar, durumun sadece bir yüzünü ifade ediyor. Oysa asıl gerçek, madalyonun diğer yüzünde bulunuyor. Oradaki resimde şu gerçekler yer alıyor:

Evet, eczanelerin ciroları artmıştır. Ancak SGK uygulamaları ile kâr oranları düşmüş, hem üreticilerin, hem de devletin bazı angaryalarını yüklenmek zorunda bırakılmışlardır. Burada rakamlara girerek sizi daha fazla meşgul etmek istemiyorum. Durumun ispatı olarak sadece şu gerçeği nazarınıza sunuyorum:

Bir emriniz ile Türkiye’deki eczacıların kaçının mal varlıkları üzerinde ipotek bulunduğunu kolayca tesbit ettirebilirsiniz. Oranın % 80–90 çıkması hiç de şaşırtıcı olmaz.

Bu durumun doğmasında en büyük sebep, eczacıların SGK sisteminin yükünü çekiyor olmasıdır. Eczacılar depolara borçlarını ödeyebilmek için kredi almak zorunda bırakılmış ve böylece, varsa mal varlıkları bankalar tarafından ipotek altına alınmıştır. Bunlar önceden kazanımları bulunan şanslı eczacılardır. Pek çok eczacı hacze uğrayarak eczanesini kapatmak zorunda kalmıştır.

Aslında konu başka boyutlara sahipse de, malûm olunduğunu tahmin ettiğim ve sizi daha fazla meşgul etmek istemediğimden bu bahsi kapatıyorum.

Sayın Başbakanım;

Meslekî bazı bilgi ve değerlendirmeleri de dikkatinize sunmak istiyorum:

Her şeyden önce biz eczacılar meslek örgütümüzün varlığından şikâyetçi değiliz. Eczacılar olarak iyi-kötü bir TEB’e ve eczacı odalarına ihtiyacımız olduğunu bilmekteyiz. Bu yüzden Sayın Bakanın bize, bir ikrammış gibi sunduğu teklifini, kusura bakmasın geri çevirmek zorundayız.

Burada TEB yetkililerinin, Sayın Bakan’ın da ifade ettiği gibi, 11–12 milyon TL’lik bir miktarı (eczacılardan tahsil edilen sözleşme bedelleri ve aidatlardan TEB’e düşen pay) nasıl harcadığı konusu kanunla belirlenen denetim mekanizmaları tarafından kontrol edilmektedir, edilmelidir elbette ve varsa bir suiistimal ortaya çıkarılmalıdır. Bu görev ise, devletin yetkili denetim kurumlarına aittir. Biz eczacılar seçtiğimiz insanlara itimat etmek ve bir dahaki seçime kadar desteklemek ile mükellefiz. Demokrasi de bu değil mi?

Sayın Başbakanım,

Ayrıca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in eczacılara karşı takındığı tutumdan da memnun değiliz. Basında çıkan haber ve yorumlarda görüldüğü gibi, Sayın Bakan sırf bir demokratik hakkı kullandığımız için bizi cezalandırma yoluna gidiyor.

Geçen günlerde bir demokratik hakkımızı kullandık. Hem de haklıydık. Kaldı ki, bütün eczacılar olarak, her birimiz kendi günlük cirolarımızdan sarfınazar edecek kadar haklılığımıza inanmıştık. Bu eylemdeki tutumumuz, kararlılık ve inancımızı gösterdiği gibi, halkımızın sağlığına verdiğimiz önemin de bir göstergesi idi. Hiçbir hasta ilâca ulaşmakta sıkıntı çekmesin diye, ihtiyaç olan bölgelerde nöbetçi arkadaşlarımızın yanında idik.

Takdir edeceğiniz gibi bu dayanışma, ancak ve ancak TEB ve eczacı odalarının aklıselime dayalı yaklaşımları ve kararlı tutumları ile gerçekleşti ve kamuoyunun da malûmu olduğu veçhile hastalarımızın ilâca ulaşmasında bir sıkıntı yaşanmadı.

Sayın Başbakanım,

Tam da SGK’nın TEB ile uyuşmazlığa girdiği şu günlerde sözü edilen “dev ecza marketler” veya “zincir eczaneler” konusuna gelince:

Malûmunuz olduğu üzere böyle bir sistem, yeryüzünde sadece ABD’de yürümektedir. Bir kısım AB ülkelerinde ise, genişletilmiş eczaneler söz konusudur. “Ecza marketler” hariç, bütün diğer uygulamalarda ana unsur sermaye değil, eczacılık mesleği, dolayısıyla eczacıdır.

Aslında ABD’deki sistemde bile OTC kavramına dâhil daha geniş bir ilâç yelpazesi bulunduğu için, yine hastanın mutlaka reçete ile alması gereken ilâçlar, bize benzer semt eczanelerinden temin edilmekte, ya da son derece gelişmiş ve yaygın bir sağlık sigorta sistemine sahip olması dolayısıyla ilâç hastanın ayağına sigorta imkânları ile tarafından getirilmektir.

Ayrıca ülkemizde eczaneler sadece ilâç satışı yapan mekânlar değillerdir. Siz de, halktan biri olarak semt eczanesinin ne anlama geldiğini çok iyi bilirsiniz.

Türkiye şartlarında her eczane, bilhassa büyükşehir ve metropol statüsündeki yerleşim yerlerindeki semt eczaneleri; il, ilçe, kaza ve kasabalardaki eczaneler bulunduğu yörenin, en kolay ulaşılan ilk basamak sağlık merkezleri olarak görev yapmaktadırlar.

Bildiğiniz üzere, eczacı, ilk hastalık belirtileri ortaya çıktığında, telefonla bile ulaşılabilen en güvenilir sağlık danışmanıdır.

Mahrem şikâyetini rahatça ifade etme imkânı bulan bir hasta için, özellikle bayan hastalar için, semt eczacısı bambaşka anlamlar ifade eder.

Gece yarısı çocuğu rahatsızlanan, hele de derdini anlatamayacak kadar küçük yaşta yavrusu bulunan ana-babalar için nöbetçi eczacının ifade ettiği anlamı hissetmek için o hali yaşamak gerekir ki, siz de evlâtlarınızı yetiştirirken kim bilir kaç kez bu duyguları yaşamışsınızdır.

Reçetesini alıp mahallesindeki eczanesine gelen bir hastanın, o rahat ortamda ilâçlarını nasıl kullanacağına dair eczacısının gönül okşayıcı, rahatlatıcı sesi ile yaptığı açıklamaların yerini hiçbir prospektüs, ya da “dev ecza marketler”deki raf görevlisi olmaktan öte bir fonksiyon ifa edemeyen bir görevli -eczacı bile olsa- tutamaz.

Günümüzde sıklıkla rastlanan yazım ya da teşhis hataları yüzünden yanlış ilâç kullanımını engelleyen eczacının dikkati, ecza marketteki görevli herhangi birinden -eczacı eğitimli de olsa- elbette ki beklenemez.

Eczacı ya da kalfasını evine çağırıp tansiyonunu ölçtürüp aile bireylerinin sağlıkları ile ilgili doğru bilgiler alan bir hastayı düşünelim. Böyle bir hasta için bu hizmeti dev ecza market yetkilisinden beklemek elbette mümkün değildir.

Bu gün şu gerçektir ki, eczacılar bu halkın en güvendiği sağlık danışmanları olarak, tekellüfsüz, mümkün olan en ucuz yolla hizmet veren meslek erbaplarıdır. Dolayısıyla sosyal sorumluluklar da yüklenmişlerdir. Meselenin bu boyutuna da kısaca dikkatinizi istirham ediyorum:

Eğer toplumsal kaynaşma ve sosyal katmanlar arasında bir dayanışma önemli ise, eczacıların bu açıdan da fonksiyonları dikkat çekicidir.

Bir eczacı, beş yıllık lisans eğitiminden sonra toplum içinde bir “esnaf” olarak yer almakta ve mesleği, işi gereği toplumun her kesimi ile son derece önemli bir noktadan, sağlık açısından iletişim kurmaktadır. Yıllar içinde çok esaslı bir güven, eczacı ve hastaları arasında gelişmektedir. Böylece eczacı toplumun her kesimi ile rahatlıkla iletişim kurabilmektedir. Bu açıdan eczacıların toplumsal problemlerde, sessizce, ama çok etkili bir fonksiyon icra ettikleri ortadadır.

Bütün bu fonksiyonları, ruhsuz, tamamen mekanik bir anlayışla işleyen, ilâcı sadece raftan dağıtan bir anlayışa dayalı; konunun insanî, psikolojik, sosyolojik boyutlarına sahip olmayan bir sistemden, “zincir eczaneler” veya “dev ecza marketler”den beklemenin mümkün olmadığı, elbette yüksek değerlendirmenizdedir.

Sayın Başbakanım,

Öz olarak sizden istirhamımız; SGK ile TEB arasındaki uyuşmazlığa müdahil olmanızdır. Bu vetirenin, anlaşma döneminde biz eczacıları incitecek, kıracak, yaralayacak mağdur duruma düşürecek ve hatta mesleğini ifa etmekten vazgeçirecek bir süreç halini almasını engellemenizdir.

Sürecin tıkanması, ya da aleyhimize gelişmesi durumunda, şahsen ben, mesleğimi Türkiye sınırları içinde, meslek onuruna lâyık bir biçimde ifa edemez hale gelirsem, başta AB ülkeleri ve Avustralya olmak üzere, bana bu fırsatı sağlayacak bir ülkede yaşama seçeneğimden başka çarem kalmayabileceği endişemi de yüksek dikkatinize sunmak istiyorum.

Bütün bunları bir vatandaş olarak vatanperverliğiniz ve vatandaşlarınıza sevginizdeki samimiyetinize güvenerek ifade ihtiyacı hissettim.

Saygılarımla çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Eczacı Oğuz Umurca

25.12.2009


 

Rusya’da İslâm merkezi açılıyor

Rusya Müslümanları arasında doğru ve dengeli bir İslâm anlayışının gelişimi için faaliyet gösterecek olan “Al-Vasatiya” isimli bir İslâm merkezi açılıyor. Kuveyt’te “Rusya-İslâm Dünyası” stratejik vizyon grubunun 5. toplantısında, Rusya ve İslâm dünyası arasındaki ilişkiler, günümüzdeki sorunlarla ilgili çözüm yolları masaya yatırıldı. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev katılımcılara tebrik mektubu gönderdi.

Rusya’da “Al-Vasatiya” isminde İslâm merkezi açılıyor. Merkez, Rusya Müslümanları arasında doğru ve dengeli bir İslâm anlayışının gelişimi için faaliyet gösterecek. Kuveyt’te “Rusya-İslâm Dünyası” stratejik vizyon grubunun 5. toplantısı düzenlendi. Toplantıya Rusya adına İnguşetya Cumhurbaşkanı Yunus Bek Evkurov, Rusya’nın İKÖ Temsilcisi Kâmil İshakov, Federasyon Konseyi Başkanı Birinci Yardımcısı Aleksandr Torşin, Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynutdin ve diğer üst düzey yetkililer katıldı.

Görüşmede Rusya ve İslam dünyası arasında ilişkiler, günümüzdeki sorunlarla ilgili çözüm yolları masaya yatırıldı. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev de toplantıda katılımcılara tebrik mektubu göndererek ikili ilişkilerin arttırılması gerektiğini belirtti. Medvedev, “Üç yıl içinde bu forum Rusya ve İslâm ülkeleri arasındaki güvenin ve karşılıklı anlayışın arttırılmasına önemli katkı sağladı” dedi.

Toplantıda Rusya’da Al-Vasatiya adlı bir İslâm merkezi kurulması konusunda anlaşma da imzalandı. Anlaşmayı Kuveyt Vakıflar Bakan Yardımcısı Abdel al-Falyah ve Rusya Müslümanları İdaresi Avrupa Bölümü üst düzey yetkilisi Farid Asadullin imzaladı.

Al-Vasatiya İslâm Merkezi, Rusya’da Müslümanlar arasında mutedil ve dengeli düşüncelerin gelişimine katkıda bulunacak. Rusya basınına konuşan Asadullin, bu merkez sayesinde Rusya Müslüman aydınlarının bir araya getirebileceklerini ve aydınların makale ve eserlerinden yararlanabileceklerini kaydetti.

25.12.2009


 

Orkideler tehlikede

Bİtkİ dünyasının en dikkat çeken varlıklarından biri olan ve Türkiye’de bugüne kadar bilinen 175 orkide türünden çoğu endemik olan 50’ye yakınının, yok olma tehlikesine karşı koruma altına alınması gerektiği bildirildi.

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alper Çolak, orkidelerin, özellikle güzel ve çarpıcı görünüşlerinden dolayı ‘’çiçeklerin kralı’’ veya ‘’bitkiler aleminin işveli güzeli’’ olarak adlandırıldığını söyledi.

25.12.2009


 

Doktorlar 17 yıldır hastalığa teşhis koyamadı

Osmanİye’nİn Kadirli ilçesinde et beni şeklinde vücudunun her yerinden yaralar çıkan Mehmet Doğan’ın hastalığına teşhis konulamıyor.

Geçimini ayakkabı boyacılığı yaparak sağlayan 45 yaşındaki Mehmet Doğan hastalığın 17 yıl önce başladığını söyledi. Evlendikten sonra vücudunun özellikle bel kısmının yukarısında yüzlerce et beni şeklinde yuvarlak şişkinlikler çıktığını anlatan Doğan, “Yıllardır bu hastalığın acısını çekiyorum. Maddî imkânsızlıktan dolayı tam teşekküllü bir hastaneye gidemedim. Gittiğim doktorlar ise hastalığa teşhis koyamıyorlar. Lazerle yakıyorlar yerine yeniden çıkıyor. Kaşıntıdan geceleri yatamıyorum. Üzerime yorgan örtemiyorum sıkıntı veriyor” dedi. Yıllardır eşinin hastalığı ile mücadele ettiklerini söyleyen Rahime Doğan, “Eşim 17 yıldır hasta. Oğlumun ve eşimin durumuna çok üzülüyorum. Eşimin iyileşmesi için her gün Allah’a duâ ediyorum” diye konuştu.

25.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl