23 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Sözde ‘Millî Güvenlik Devleti’

DÖNÜP dolaşıp yeniden “milli güvenlik devleti” noktasına geri döndük...

Peşi sıra devrilip giden yavrularımız...

Yaralılarımız... Cephelerden resimler... Askeri hastaneler...

Askeri söylem...

Güvenlik zirvesi...

Söylemde “milli güvenlik devletiyiz” ama “öz”de “profesyonel ordumuz” yok...

***

Şiddetin başlangıcından bu yana 26 yıl geçmesine rağmen, Hakkâri’deki askeri birliğe saldırıda 11 şehit verilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında Çankaya Köşkü’nde toplanan güvenlik zirvesi ne karar aldı?

İstihbaratın gözden geçirilmesi...

Bölgede görev yapan personelin yapısının gözden geçirilmesi...

Çevre ve ilgili ülkelerle terörle mücadele koordinasyon faaliyetlerinin daha da etkinleştirilmesi...

Basın-yayın organlarının orduyu eleştirmemesi gereği...

***

Bildirinin tercümesi ne?

“Durum pek parlak değil ama yazıp söylemeyin çünkü düşmanı cesaretlendirirsiniz...”

Ankara bunu ne zaman söylüyor?

2010 yılında...

Hâlbuki:

Yakın zamana kadar Kürtlerin varlığının da resmen inkâr edildiği bu ülkede, PKK’nın 1984’teki Eruh baskını ile başlayan dönem 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e göre “29. Kürt İsyanı” idi.

Ayşe Hür’ün dökümüne göre:

“İsyanı bastırmak için Türkiye, 1987-2002 arasında 300 bin askerini, en modern silahlarını ve 67 bin korucuyu seferber etti.

Bu süre içinde, 14 ilde ‘Olağanüstü Hal’ ve sıkıyönetimler ilan edildi, bunlar 57 kez uzatıldı.

Tam 24 kez sınır ötesi operasyon yapıldı.

Sivil ve asker 10 bin 857 şehit verildi, bir o kadar kişi yaralandı.

23 bin 938 PKK üyesi ya da sempatizanı öldürüldü, 11 bin 746’sı sağ ele geçirildi.

Resmi kaynaklara göre 96 milyar, gayri resmi kaynaklara göre 400 milyar dolar harcandı.”

***

Geçenlerde...

Batman Ticaret ve Sanayi Odası’nın konuğu oldum.

“Ekonomi, Demokrasi ve Güvenlik” konulu bir konferans verdim:

“Burası insanı yok sayan bir ‘milli güvenlik devleti’ ve bu milli güvenlik devleti’nin yerine aslında bizim ihtiyacımız olan şey bir ‘evrensel refah devleti’ olması gerekir.

Üstelik bu güvenlik meselesinin yeryüzündeki ekonomik yapı değiştikçe anlamı da farklılaşır.

Artık, BM’nin de, gelişmiş ülkelerin de kendi literatürlerinde, günlük yaşamlarında güvenlik tek başına kullanılmıyor. Bunun başına her zaman bir insani güvenlik kavramı konuluyor.”

Deyip, şöyle devam ettim:

“Vergi alan bir devlet ve vergi veren bir vatandaş yoksa orada devlet de demokrasi de olmaz, toplum da olmaz. Burada büyük bir zafiyet var. 50 milyon seçmen var. Bir yasa çıkartırsak, vergi vermeyen oy vermez desek bu 10 milyonun altına düşer. Tüm demokrasilerin temelinde vergi isyanı var. Vergiden dolayı parlamenter rejim doğmuştur. Demokrasinin özü itibariyle; bu paraların nereye, nasıl harcandığı, etkin harcanıp harcanmadığını kontrol eder.”

***

“Kürt sorunu nedir” sorusuna da cevap verdim:

“Kürt sorunu tamamen Türkiye Devleti’nin, Türkiye Kürtlerini kapsayacak bir devlet olmamasının ortaya çıkmasıdır. Şimdi açılım yapıyorlar, Roman açılımı, Alevi açılımı, ne oluyor? Devlet vatandaş arıyor.

Halkın iktidarına silah çeken, bıçak çeken, beş generalin oluşturduğu anayasa ile siyasi partiler yasasıyla, seçim yasasıyla, 600 yasayla onun bütün tüzük ve kararnameleriyle, bütün askeri yapısıyla, 12 Eylül rejimi otuz yıldır devam ediyor...

Bunu da içime sindiremiyorum.

Bizler tarihsel zaaflar nedeniyle hep devlete bakıyoruz.

Ankara’da bugün ne oldu?

Bana ne Ankara’da bugün ne olduğundan...

Biz şimdi Batman’dayız, Batman’daki özgürlüğümüzü, zenginliğimizi nasıl arttıracağız, asıl konumuz bu olmalı...”

***

İş hırsız hikâyesine döndü...

“Milli güvenlik devleti” ama içeriye propaganda yaparken...

Yoksa 26 yıl sonra şiddetle neden başa çıkamadığını dünkü zirve bildirisi açıklamakta...

Üstelik “profesyonel ordu” da yok...

Yani milli güvenlik devletinin gereklerinden çok uzak bir durum...

***

Peki, çağın gereklerine uygun olarak “insan odaklı” “evrensel zenginlik toplumuna” dönüş?

O da yok.

Şehitlerimiz yanı sıra, trafikte ölenin de haddi hesabı yok, madenlerde de, Tuzla’da da...

İş hırsız hikâyesine döndü.

Gel desen gelmiyor, git desen gitmiyor...

Ve çocuklarımız ölüp duruyor...

Mehmet Altan / Star, 22.6.2010

23.06.2010


Kara sektör: OHAL

ŞEMDİNLİ baskınının hemen ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gündeme getirdiği olağanüstü hal (OHAL) ilanı önerisine, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un dünkü yanıtı kısaydı: ‘Olağanüstü halin söz konusu olduğunu düşünmüyorum.’

OHAL, yasama ve yürütme organlarının iradesini gerektiren bir düzenleme.

Bahçeli’nin önerisinin hayata geçirileceğini varsayarsak, hükümet ile TBMM’nin devreye girmesi gerekiyor. Bu nitelikteki bir iradeyi temsil eder konumda olmamasına karşın; Orgeneral Başbuğ’un verdiği yanıt, sadece bir temenniyi değil, ‘aklıselimi’ yansıtması açısından önemlidir.

Başbuğ’un tek cümlelik yanıtını; 15 yıl süren OHAL’in Türkiye’ye ne kadar ağır ekonomik ve sosyal bedeller ödettiğini ‘okumuş’ bir göz olarak kıymetlendirmemiz gerekiyor.

Çünkü anayasanın temel hak ve özgürlükleri düzenleyen 15. maddesinin esaslı bir istisnası olan ve 1987-2002 döneminde tam 15 yıl uygulanan OHAL; -kısa dönemde, askeri mücadeleye katkı sağlayacak illüzyonuna yol açsa da- Türkiye’ye ağır insan hakkı ihlalleri ile sosyo-ekonomik kayıplar verdirmiş bir uygulamadır.

Bugün; bu tahribatı (ki, bir kısmının tamiri imkansız) madde madde hatırlamamız gereken günlerdeyiz:

-OHAL sürecinde, güvenlik güçlerince PKK’ya lojistik desteği kesmek amacıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde, 4 bine yakın köy ve mezra boşaltılıp yakılarak insansızlaştırıldı.

- Resmi rakamlara göre 380 bin; sivil toplum kuruluşlarına göre 2.5 milyon kişi, yaşadıkları topraklardan göçe zorlandı. Köyü boşaltılıp göç etmeyen ya da edemeyen köylüler askeri araçlara bindirilip il merkezlerine bırakıldı.

- Göçe zorlanan köylüler, peş peşe AİHM’e dava açtı. Türkiye, yüz binlerce euro tazminat ödemeye mahkum edildi. Tazminat için bütçelerden ödenek ayrıldı.

- Tarlasız, hayvansız kalan köylüler, aile ekonomileri açısından çöktü. Türkiye’nin önemli hayvancılık ve tarım merkezleri kurudu.

- Köylerin boşaltılması sonucunda, yoğun göç alan şehir merkezlerinde yoksulluk ve işsizlik hızla tırmandı.

- Türkiye’nin, Avrupa uyuşturucu pazarında transit ülke konumunu pekiştirmesi, kaçakçıların yüzde 70’inin bu bölgeden çıkması OHAL döneminde gerçekleşti. Uyuşturucu trafiğinden PKK’nın aldığı pay ve bu payın bir kısmıyla askerimize saldırı amacıyla silah satın aldığı ise herkesin bildiği sır.

- Terörle mücadele amacıyla oluşturulan ve maaşları, giysileri bütçeden karşılanan korucuların bine yakını hakkında, suça karıştıkları için yasal işlem yapıldı. Korucuların mağdur ettiği vatandaşların açtığı davalarda, Türkiye mahkum oldu, tazminat ödedi. (...)

- Bütün bu tablonun en dramatik ve hakiki sonucu ise şu ki, bugünkü ‘teröristler’, OHAL yıllarında dünyaya geldi. Yukarıda aktardığımız baskı ve yoksulluk dolu tablonun içinde, ‘hınçla’ büyüdü.

Çiğdem Toker Akşam, 22.6.2010

23.06.2010


26 yılda ne değişti?

ANADOLU Ajansı, cep telefonlarına gönderdiği kısa mesajda, son terör olaylarından sonra devletin üst düzeyinin katıldığı güvenlik zirvesinin sonucunu şu cümlelerle duyurdu: “Zirvede kısa-orta vadeli ek tedbirler alınması kararlaştırıldı. Bölgedeki istihbarat ve personel yapısının gözden geçirilmesi üzerinde duruldu.”

Evet, 12 Eylül’ün gayrimeşru ürünü PKK’nın ilk eylemini yaptığı günden tam yirmi altı yıl sonra gerçekleştirilen güvenlik zirvesinden çıkan sonuç bu. Binlerce gencimizin toprağa düşmesinden, binlerce baskın ve çatışma yaşanmasından sonra toplanan ve devletin en üst düzey isimlerinden oluşan zirvede alınan karara göre bölgedeki istihbarat ve personel yapısının gözden geçirilmesi konuşuluyor. Bu ifadeler bugüne kadar yaşanan on binlerce olaydan zerre kadar ders alınmadığının da bir göstergesi aslında. Yirmi altı yıllık sürecin herhangi bir yılında, herhangi bir zaman diliminden bir dönemi alın ve inceleyin. Bugünden hiç ama hiçbir farkının olmadığını göreceksiniz. PKK yine aynı tarzda saldırıyor, askerlerimiz yine aynı şekilde şehit oluyor, yine aynı şekilde baba ocaklarına, ana yüreklerine şivan düşüyor. Yine devlet kararlılığını deklare ediyor, kanların yerde kalmayacağı söyleniyor vs.

Yıl 1984, yıl 1987, yıl 1989, yıl 1993, yıl 1997, yıl 1999, yıl 2003, 2005, 2007, 2010 ya da siz seçin, herhangi bir yılın gazete manşetlerini beraber okuyalım. Genelkurmay başkanlarının, hükümet yetkililerinin, güvenlik güçlerine komuta edenlerin sözlerinin, demeçlerinin hiç ama hiçbir farklılığın olmadığını göreceksiniz. Canlarımız yanıyor, toplumda infial uyanınca asker hemen harekete geçiyor, uçaklar Kuzey Irak’ın dağlarını bombalıyor ve üslerine kayıpsız dönüyorlar. Sonra... Sonrasında değişen hiçbir şey yok. Ne bir strateji değişikliği, ne bir mücadele değişikliği, ne de başka herhangi bir değişiklik...

Bu gidişle yarın, öbür gün, daha öbür gün değişen bir şey olmayacak. Ve PKK kılıklı terör, Türkiye’yi yönetmeye devam edecek. Şu son dönemde günlerce Dağlıca, Aktütün, Sarıyayla ve daha bir sürü baskın tartışıldı, konuşuldu. Üzerine onlarca yazı yazıldı. Ama bunlar hakkında bırakın suçu olanların üzerine gitmeyi, soruşturma bile açılmadı. Zaten bunca yılın Güneydoğu meselesinde, üzerine gidilmiş tek bir saldırı bile yok.

Binlerce kere aynı yerden ısırılmamıza rağmen, buna karşı hiçbir önlem alınmıyorsa ne düşünürsünüz? Dağlıca baskını konusunda basına yansıyanlarla ilgili hiçbir şey yapmayıp baskının yenmesindeki kusurları ayyuka çıkan komutana madalya takarsanız, kamuoyu sizin hakkınızda ne düşünür?

‘Teröristleri gördük ama onları çoban sandık’ diyen, üstelik Balyoz darbe planında adı geçen bir askeri o bölgenin komutanı olarak tutarsanız millet sizin hakkınızda ne düşünür? Bu kadar şehide, bu kadar baskın yenmesine rağmen bir tane soruşturma açmazsanız, bir kişiye bunun hesabını sormazsanız terör milletin kafasına hep bir soru işareti atar. Çünkü yanan bizim canımız, şehit olan hep bizim çocuklarımız.

Terörle mücadelede kararlı yeni politikalar belirlemediğinizde ya terör ya da terörü kullananlar sizi sindirir.

Mehmet Kamış Zaman, 22.6.2010

23.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.