14 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Benden sonra saltanat için çarpışan idareciler gelecek. Bazıları, bazısını öldürecek.

Câmiü's-Sağîr, No: 2402

14.07.2010


Meşrûtiyete dair telkinattır

Sizin ihtilâf ve vahşetinizden efkâr-ı faside sahibi istifade etmesin. Bu şanlı olan ittihad-ı milleti fena bir hastalığa hedef etmesinler. Zira o vakit bütün millet ve İslâmiyet size dâvâcı olacaktır.

Ey Verese-i Enbiya Ulema ve Meşayih-i Ekrad!

Merkezde olduğum için size tenbih ediyorum ki: Bu zaman-ı ahirde fikr-i istibdadın sehab-ı muzlimi, şems-i İslâmiyetin ulviyet ve hüsn-ü hakikisini enzardan setretmiş idi. Hatta, adeta İslâmiyet ecnebilerin nazarında mâni-i terakki ve adalet ve hürriyet gibi imiş. Hâşâ sümme hâşâ! Zira sadr-ı evvelin, bahusus o zamanda hürriyet ve müsavat ve adaletleri bürhan-ı bahirdir ki, şeriat-ı garra —ibadattaki müsavat bunu teyid ediyor— hürriyet-i hakkı ve adalet ve müsavat-ı hukuku cemi’ revabıt ve levazımatıyla câmidir. Zira şeriat, kelâm-ı ezeliden geldiğinden ebede gidecektir. Nasıl enbiyalar vahiyle kavaidi tesis ve müctehidîn ictihad ile ahkâmı istinbat, siz de ilcaat-ı zamana o ahkâm-ı âdileyi tevfik ve tatbik ediniz.

Ey Şecaatnihad Rüesa-i Ekrad!

Şimdiye kadar padişaha iktida ettiniz ki, milletin vahşetinden dolayı tedenni ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebri, millette istimale lüzum gördünüz. Şimdi de padişah yine size imamdır. İktida ediniz ki, o, ömr-ü ebedîye mazhar olan marifet ve adaleti ile milletini idare edecek. Siz de öyle yapınız, tâ ki necat bulasınız. Kuvvet ve cebr yerine akıl ve adaleti istimal ediniz; ve tahvif yerinde muhabbeti ikame ediniz, tâ riyasetiniz berdevam olsun.

Mâhâsıl: Efendimiz o kadar haşmetli ağalık kürkünü milletine bağışladı. Siz de o eski ve kehlelenmiş ağalık abasını bir hulle-i adalete tebdil ediniz.

Ey Bağlı Arslanlar Gibi Efrad-ı Ekrad!

Şimdiye kadar iki cihetle esir idiniz. Biri, hükümet-i müstebidenin tekâlif-i zalimanesiyle, diğeri, bazı zalimlerin gasb ve garet-i tecavüzatıyla. Şimdi bu inkılâb-ı azimden sonra azadesiniz. Her biriniz âleminizde hükümet-i meşruta-i meşruanın tekâlif-i âdilanesine itaat ve hukuk-u gayra men-i tecavüz şartıyla birer padişah gibisiniz. Bu saltanat-ı şahsiyeyi muhafaza, teşebbüs-ü şahsî ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad-ı millete ve meşrûtiyete her cihetle hizmet ediniz. Zira bizim, belki umum millet-i İslâmın ve mutlak Osmanlıların necat ve hayatı, bu ittihad-ı milletle kaimdir.

Ey Umum Ekrad!

Gözünüzü açınız, sabah geldi. Ve müteyakkız olunuz. Sizin ihtilaf ve vahşetinizden efkâr-ı faside sahibi istifade etmesin. Bu şanlı olan ittihad-ı milleti fena bir hastalığa hedef etmesinler. Zira o vakit bütün millet ve İslâmiyet size davacı olacaktır. Zaman size sille vurmakla o ihtilâf ve keşmekeşi atacaktır. Namusunuzu isterseniz, tokat yemeden atınız. Bunu da muhakkak bilin: Her tarafa hücum eden medeniyete karşı vahşetinizi muhafaza edemezsiniz. Bu vahşet lafzında darılmayınız. Zira evvel nefsime söylüyorum. Hem de kabahat hükümetindir. İstediğim nokta, Kürtlük namus ve haysiyetini muhafaza ve yiğit, kahraman Arnavutlara, meşrûtiyet ve adalete hizmet ile iktida ediniz. Bu hâl-i hazır saadetimize herkesten ziyade hizmet edecektir. Çünkü herkesten ziyade istibdattan biz zarar görmüşüz. Güya bizden darılmıştılar, mazi tarafına bizi sevkediyorlardı. Beşaret ediyorum ki: Yakın zamanda umum Kürdistan’da medaris-i münderiseyi ihya ve olmayan yerlerde de medaris tesis edilecektir. Vesselâm.

Bediüzzaman Eski Said Dönemi Eserleri, s. 190

LÜGATÇE:

ilcaat-ı zaman: Zamanın zorlamaları.

meşayih-i Ekrat: Kürtlerin şeyhleri.

tedenni: Gerileme.

şeriat-ı garra: Parlak şeriat .

sehab-ı muzlim: Zulmetli, karanlık bulut.

hulle-i adalet: Adalet elbisesi. hükümet-i meşruta-i meşrua: Meşrû ve İslâm'a uygun olan meşrûtiyet hükümeti.

kehlelenmiş: Yaşlanmış, eskimiş.

istibdad: Kanuna tabi olmayan, keyfi, baskıcı yönetim.

Kürdistan: Osmanlı döneminde doğuda bir coğrafi bölgeye verilen isim.

14.07.2010


Risâle-i Nur'da tarih yorumları (1)

Risâle-i Nur eserlerinin asrımızda Kur’ân’a ayine olduğunun bir göstergesi de içinde ihtiva ettiği müsbet fen ve felsefe ilimleridir. Bediüzzaman, özellikle değişik aralıklarla yirmi seneden ziyade kaldığı Van hayatını “hayatı ilmiyem” diye ifade eder. Van Valisi İşkodralı Tahir Paşa’nın konağında kaldığı on sene zarfında müsbet ilimlerle uğraşmış, hatta bu konularla ilgili iddialı tartışmalara girişmiştir. Bu ilimlerden Üstad, zaman zaman yeri geldikçe imanla ilgili meselelerde ve sosyal konularda faydalanmıştır. Yoksa direkt olarak Risâle-i Nur, herhangi bir bilim dalından bahsetmez. Çünkü bu eserler bir tarih, edebiyat veya fen ilimleri değildirler; ama bu ilimlerden konu açılınca da işin özü verilir, gereksiz ayrıntılara girilmez. Bu düşüncelerle Risâle-i Nur’un tarihteki bazı olaylara getirdiği özlü yorumlara örnekler vererek konuyu açıklığa kavuşturalım. Örneklerimizde fazla ayrıntıya kaçmadan, sadece asıl maksadı gözler önüne serip işi tarihçilere havale edelim.

Risâle-i Nur’da tarih gezintimize meşhur büyük Fransız ihtilâlinin kısa tarihçesi ile başlıyalım. İhtilâl, Bastil Hapishanesi’nin önünde başladı ve yayıldı. Bastil Hapishanesi’ndeki tutuklular serbest bırakıldı (14 Temmuz 1789). Bu tarih bundan sonraki dönemde Fransa’da millî bayram olarak kutlanmıştır. İhtilâlle başlayan karışıklıklar, 1804’de Napolyon Bonapart’ın imparator olması ile son bulmuştur. Fransa’da ihtilâl sürecinde 28 Ağustos 1789’da “İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi” ilân edilmiştir. İhtilâlin tarihçilere göre en önemli sebepleri şöyle sıralanmıştır.

*Fransa’daki soylular monarşisi ve din adamlarının halk üzerindeki ağır baskısı Fransa’da halkın sosyal sınıflara ayrılmış olması,

*Siyasal haklardan yoksun olan burjuva sınıfının coğrafî keşifler sonunda zenginleşmesi ve siyasal haklar istemesi.

*Fransa’da halk; soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler olmak üzere dört sınıfa ayrılmıştı. Ülkenin en ağır yükünü köylüler çekiyordu.

*Malî zorluklar ve halkın ağır vergiler altında ezilmesi Jan Jak Russo, Monteskiyö, Volter ve Didero gibi aydınların fikirleriyle halkı etkilemesi.

*İngiltere’deki meşrûtiyet yönetimi ve Amerika’daki insan hakları ve demokrasi gibi gelişmelerin Fransız toplumunu etkilemesi.

Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur’un değişik yerlerinde “Fransız İhtilâl-i Kebiri” diye nitelediği bu olaya getirdiği yorumlardan birinde ihtilâlin sonuçları hakkında şu görüşlere yer verir: ”İhtilâl-i kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukabilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa’yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukabil istihdam etmeleridir. Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kût-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip, geçer Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. Şu bolşevizm perdesi altındaki kıyâm-ı avâm, havâssa karşı bir kin ve bir tezyif fıkrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref herşeyi kırmak için bir cesâret vermiş.” (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, s. 353)

Bu ifadelerden şu sonuçlara varabiliz:

*Fransız ihtilâli insanlığın yaşadığı kölelik dönemini sona erdirmiş olup, ücretlilik dönemini açmıştır.

*Sömürü düzeni denilen kapitalist sistemin getirmiş olduğu sıkıntılar hissedilmiş ve insanlık arayışa girmiştir.

*Emek ile sermayenin çatışması sonucu meydana gelen kin ve nefret tohumları sosyalizme zemin hazırlamıştır.

İşin sosyal yönünü kısaca özetledikten sonra şimdi de ihtilâlin inanç yönünde yaptığı değişimi yine Bediüzzaman’ın ifadelerinden takip edelim: "Avrupa, Katolik mezhebini beğenmeyerek, başta ihtilâlciler, inkılâpçılar ve filozoflar olarak, Katolik mezhebine göre ehl-i bid’a ve Mutezile telâkki edilen Protestanlık mezhebini iltizam edip, Fransızların İhtilâl-i Kebîrinden istifade ederek, Katolik mezhebini kısmen tahrip edip Protestanlığı ilân ettiler.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 421)

“Hem ekseriyetle zindanlara ve musîbetlere düşen âmi Hıristiyanlar, dinden medet beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa’nın İhtilâl-i Kebîrini çıkaran ve ‘serseri dinsiz’ tabir edilen, tarihçe meşhur inkılâpçılar, o musîbetzede avam kısmıdır. İslâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musîbete düşenler, dinden medet beklerler ve dindar oluyorlar. İşte bu hâl dahi mühim bir farkı gösteriyor.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 423)

Onun bu ifadelerinden şunu anlıyoruz ki: Fransız ihtilâli sadece sosyal bir değişimin gerçekleşmesine sebep olmamış en önemlisi inanç yönündeki değişimlere de sebep olmuş ve Hıristiyanlık âleminde yeni bir mezhebin doğmasına zemin hazırlamıştır. Bediüzzaman’ın altını çizdiği en önemli ayrıntılardan birisi de, Hıristiyan dinine mensup olanların dara düştüklerinde Müslümanların aksine, dine daha fazla bağlanmayıp dinsizlik ve serserilik yoluna girmeleridir.

Bediüzzaman’ın yorumladığı tarihin önemli dönüm noktalarından Büyük Fransız İhtilâlinin diğer önemli sonucu da yayınlanan İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesidir. Önemli maddeleri şunlardır.

*İnsanlar, hakları bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle yaşarlar.

*Her siyasî topluluğun amacı insan haklarını korumaktır.

*Bu haklar özgürlük, milliyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme, haklarıdır.

*Hakimiyet milletindir.

*Hiçbir kişi ve kuruluş milletçe verilmeyen bir hakimiyeti kullanamaz.

*Özgürlük, başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir.

*Özgürlüğün sınırı ancak kanunla belirlenir.

Risâle-i Nur’da yer alan tarihî olayların yorumlarını ileriki yazılarımızda dualarınızla İnşallah nazara vermeye devam edeceğiz.

MEHMET SELİM MARDİN

[email protected] - www.msmardin.net.ms

14.07.2010


Cennetâsa baharların açan çiçekleriysen eğer

Mevsimler ne olursa olsun; ister fırtına, ister bora, isterse tufanlar kopsun… Ve çöllerinde yansa da bedenimiz bu dünyanın. Şartlar, en çetin haliyle gelip abansa üstümüze. Bilsen ki dermanı kesilmez dizlerimizin, sevdaları sönmez yüreğimizin… Kanatlarımız mavi göklerin ebedî ahengine doğru yol bulup serilir.

Feri kaçmış duyguların ölüm izlerinde değiliz ki biz! Ne hükmü var ölü zamanların… Ne hükmü var yaşanmamış anların.

Zemherilerde bile çiçekler açmalı değil mi, yüreğimde benim? Yahut vahalar ortasında yeşil bir sükûtun rengine bürünmeli değil miyim an be an?

Tûl-i emeller nehrinin önünde sürüklenip giden bir zavallı mıyım yoksa? Sûri güzelliklerin, zehirli balların, fani malların... Bize her an elveda diyenlerin esiri miyiz? Umulmadık anlarda yakalandığımız tuzakların kucağında kıvranmak mıdır hayat? Marazî hallerin hangi kıvrımlarındasın hâlâ?

Aklıma Taif gelir… Bedir gelir… Uhud gelir… Hendek gelir… Çanakkale gelir… Peygamberî hallerin bin bir ahvâli gelir. Gül-i râna ıtrıyla boyanan Sahabe-i Kiram gelir. Atalet görebilir misin Asr-ı Saadet levhalarında? Gecelerini aydınlatan yıldızları nerede bulabilirsin başka?

Sen hangi renge büründün ey yüreğim! Kur’ânî ve Peygamberî hakikatlerin saf ve billurumsu akışlarında mı yıkanıyorsun her dem? Bir sevabın bin günahla kirlendiği sağanaklardasın işte. Mahalli iman olan kalbini siyahlandıran sağanaklarda… Başka hangi sığınağın var sığınabileceğin? Aczini ve fakrını en makbul bir şefaatçi yapabileceğin?

Zindanlar gelir aklıma; soğuk ve kara zindanlar… Afyon, Eskişehir, Denizli… Atalet, rehavet ve fütur o kalın zulümkâr duvarların içine asla girememişti. Nur, gönüller üstünde kurduğu tahtla en kalın duvarları bile delip geçmişti. Kibrit kutularında yazılan hakikatler, tâ maveraya doğru yol bulup gitmişti. Zehrin en acısını, zulmün en fenasını tadanlar, asla duraksamadılar.

Sürgünler gelir aklıma; kuş uçmaz, kervan geçmez mekânlara doğru uzanan… Her sürgün mahallinde dalga dalga oluşan, genişleyen mücessemleşmiş nuranî halkalar… Yolu hapishanelerden geçen kaygıların asla yaşanmadığı halkalar. Onlar ki, ihlâs abidesi, uhuvvet abidesi nurun kahramanlarıydılar. “Yaz kardaşım!” der, yazarlar. Hizmetin her safhasında her an varlar.

Ve küfrün beli kırılmıştır; kalkamaz bir daha ayağa!

“Acele ettim, kışta geldim” demişti. Cennettâsa baharların açan çiçekleriysen eğer, yakışır mı solgun ve durgun duruşlar sana?

HASAN BULUT

[email protected]

14.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.