22 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Yeni Asya'ya yazı yazmak

Yeni Asya ile tanışalı tam otuz dört yıl oldu. Yazılarını hem okudum, hem arşivledim. Evimizde, kitaplarımın yanında en kıymetli kâğıt bu kupürlerdir.

Rahmetli babam ilkokula başladığımda, her gün bir gazete alır ve duvara asarak okumamı isterdi.

Ben de heceleyerek okurdum. Dünyalar onun olurdu. O, okumayı tam kavradığımı, yazıları seri okuduğumu görmeden vefat etti. Ama hafızamda bıraktığı “okuma azmi” hep canlı kaldı.

Otuz yaşında ilk üniversite diplomamı işletme dalında aldım, son diplomayı da 47 yaşında, makine dalında bu ay alacağım. İstediğim dalda yüksek lisans yapma şansım olursa, onu da yapacağım. Ancak üzerimde hak olduğuna inandığım bir husus var: Yeni Asya gazetesinin sahifelerine yazı göndermek!

Bunu otuz yılı aşkındır ara sıra yapıyoruz, ama yeterli değil. Çünkü ben, bu anlayışla yazı yazan ağabeylerimizin yazılarını okuyarak gazete okuyuculuğumu devam ettirdim. Şimdi ben de bunu iade etme durumundayım.

Değerli Yeşilhisarlı Faruk Ağabeyim ile geçen sene, “yeni tanzim Risâle-i Nur Külliyatı”nı bitirme projesinde, o bir üst sınıfa geçti. Ben ise bir yılda bitiremediğim için Risâle-i Nur Okuma Enstitüsü “ana sınıf öğrencisi” sıfatı ile okumaya devam ediyorum. Okumayı sürdürebilmem için ancak haftada bir yazmaya çalışacağım.

Ne yazacağım konusunda “mütereddit değilim” ama yazmak istediklerim hep “mayın tarlası” gibi.

Bence, kanunlar; düşünce özgürlüğü konusunda “yeterli” değil. İhtilâl “yapmak ve planlamak suç” iken; “ yazanın da” suçlu olduğu bir yapımız var.

Amacımız suç üretmek değil; hakkı ve hakikati söylemektir.

Hak kimden gelse yanayız ve haksızlık kime karşı yapılsa karşısındayız.

Yani Bediüzzaman’ın tabiri ile “Hukukta şah ile geda birdir.” İkisinin de hukukunu gözetiriz.

Gazetemizin yaptığı gibi, biz de bunu savunmaya çalışacağız.

Söylediklerimizde “kasten” veya ”basın yolu ile” kimseye hakaret niyetimiz olmaz. “Müşahedelerimizi” yazacak, “gözlemlerimizi” belirteceğiz.

Eğer “tesbitler” hakaret addedilirse daha ilk günden gazetemizin avukatı, sınıf arkadaşım Av. Kadir Akbaş’a vekâlet göndermek zorunda kalacağız. Bu ilk yazıyı da savunmaların birinci sahifesine koymasını söyleyeceğiz.

Sevinç ve acılarımızı sizlerle paylaşmaya çalışacağız. “İyi niyetimizi” yanlış anlayanlar olur da kalpleri kırılırsa “özür dileyeceğiz”

“Gönül kırmayacağız” gönüllere “yoldaş olmaya” çalışacağız. Bu yüzden suya sabuna “az dokunanları” kaleme alacağız, ara sıra da “ekonomiye yakın” konulara bakmaya çalışacağız.

Yazılarıma eleştiriyi herkes yapabilir; seven de sevmeyen de; yol gösteren de olacak. Yalnız bu; hakarete varmasın. Zira kusur olursa benim olur. Çünkü ben hasta eşimi, 1998 yılında Kağızman’dan Sarıkamış Askerî hastanesine götürdüğümde; başı örtülü olduğu için nizamiyeden içeri girememişti.

O günden beri hassas yüreğime gözlerim de tabi oldu. Haksızlık ve hakaret görünce dayanamadıkları için; biri içeriden, diğeri dışarıdan olmak üzere: İkisi de birden ağlar.

Tenkitte, buna dikkat edilirse iyi olur. Faydalı olduğu düşünüldüğü sürece bu veya farklı tarzda haftada bir yazma gayretinde olacağız.

Duâlarınız bizim için yol gösterici olacaktır. Okuyucularımıza lâyık olmaya çalışacağız, yanlışlıklar bana ait olacak; güzellikleri duânızın kabulü mânâsında anlayacağımızı, selâm ve muhabbetlerimle ifade etmek isterim.

ŞERİF GÜNDÜZ

[email protected]

22.10.2010


Bediüzzaman hizmet TIR’ı ve o kare...

Bediüzzaman Hizmet TIR’ı projesi oldukça farklı ve dikkat çekici bir hizmet projesi oldu. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye yurdun dört bir köşesini ziyaret ederek ses getiren bir hizmete vesile oldu. Seyahat lisanıyla büyük bir ilânât. Şimdiye dek benzerine pek rastlanmayan bu hizmet metodu ile Bediüzzaman Hazretlerinin iman ve Kur’ân dâvâsı birçok insana ulaştırıldı. Dâvâdan haberi olan kardeşlerin ise şevk ve gayreti arttı. Bu hizmet tarzı Üstad’ın ve Risâle-i Nur’un açık bir kerâmetidir. Bu kerâmete vesile olan bütün kardeşleri kutluyor, devamını bekliyoruz.

Hizmet TIR’ımızın başlangıç safhasında bulunma fırsatımız olmadı. Ancak final günü diye tâbir edilen Beyazıt Meydanındaki programa katılmak nasip oldu. Bu son finalde müşahede ettiklerimizi siz sevgili okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz. Zira oldukça ilginç bazı müşahedelerimiz oldu. Umarım bu yazıyı okuduktan sonra sizler de ilginç bulursunuz.

Ekim ayının 17. günü İstanbul’da düğünümüz vardı. Bundan beş yıl öncesinde İstanbul’un kalabalık sokaklarından ürkerek, önce Allah’a sonra da Allah yolunda hizmet eden cemaatteki anne, bacı ve kız kardeşlerimizin şefkatli yüreklerine emanet ettiğimiz kızımızın, Mehmet Kutlular Ağabeyin teşvik ve tavsiyesi ile, yine Allah yolunda hizmet etmeye kendini adamış bir evlâdımızla hayatını birleştirme yönündeki mutluluğunu paylaşmak için İstanbul’daki düğün törenine katılacaktık.

Bizler yorucu bir yolculuk için hazırlık yaparken Bediüzzaman Hizmet TIR’ının final gününün yine 17 Ekim’e denk gelmesi bize ayrı bir şevk verdi. Demek ki, iki düğünü bir arada yaşayacaktık. Birisi Üstadın, Risâle-i Nur’un ve bu güzel hizmetin şölen ve düğünü, diğeri ise Bediüzzaman’a gönül vermiş, onun iman ve Kur’ân dâvâsına hayatlarını adamaya ahdetmiş iki hizmet ehlinin düğünü.

Hakikaten de öyle oldu.

İstanbul’a bir gün öncesinden intikal ettik. Ailecek bazı mühim yerleri gezdikten sonra istirahate çekilip ertesi günü beklemeye başladık. Zira ertesi gün iki düğün bizi bekliyordu. Yeni Asya’mızın misafirhanesinde ikamet ederken Hizmet TIR’ımızın Beyazıt meydanına intikal ettiğini daha geceden haber aldık. Doğrusu şimdiden bizi bir heyecan sarmıştı. Umut Yavuz kardeşimizden de Anadolu’daki izlenimlerini dinledikten sonra bir hayli sevinmiş, bu hizmete vesile olanlara duâlar etmiştik. Heyecanla sabahı bekledik. Ve ertesi gün ailecek hazırlanıp Beyazıt Meydanı’na geldiğimizde saat on gibi idi. Hizmet TIR’ımız tam da meydanın kuzey tarafına kurulmuştu. İstanbul Üniversitesinin tam önüne yani. Meydanda kardeşler koşuşturuyordu. Sandalyeler diziliyor, masalar düzenleniyordu. Ali Toker Ağabey genç bir delikanlı gibi, canlı ve heyecanlı bir şekilde programı organize ediyordu. Bizim Radyo ötede hazırlıklarını yapıyor, ekranlar ve vericiler bu güzel günü âleme ilân etmek için hazırlanıyordu. Çadırın altında sabah erken gelen kardeşler oturup sohbet ediyorlardı. Hanım kardeşlerimizin gayretlerine bakılırsa, bir de kermes hazırlığı göze çarpıyordu. Belli ki bu gün hem maddî, hem manevî kârlı bir gün olacaktı.

Turistlerin ve yabancıların meraklı bakışları altında bir hareket, bir canlılık, bir koşuşturma bu büyük güne hazırlanıyordu. Her şey çok hareketli gibi görünmesine rağmen enteresan bir sükûnet de vardı meydanda. Sanki Nurların dinlendirici ve huzur verici telkinâtı meydana hâkim olmuştu. Zahiren bir heyecan ve hareket, ancak ilginç bir düzen ve intizam hakimdi. Sanki İstanbul’un hâli buraya da yansımıştı. Büyük bir hareket altında, ilginç bir düzen ve sükûnet. Bizde bir köşede oturmuş, bütün bu halleri seyre dalmıştık. Bir ara bizim emektar video ile bu ânı kayıt altına alalım diye düşündük. Video kameramızı hazırladıktan sonra, gezinti yaparak bu halleri kayıt altına almaya başladık.

Hizmet TIR’ımızın tam önünde durarak arkasındaki İstanbul Üniversitesi kapısı ile birlikte önemli gördüklerimizi kaydetmeye başladık. Şöyle biraz geriye çekilip bütün manzarayı aynı kare içinde kaydetmeye çalışırken ilginç bir manzara ile karşılaştık. Allah Allah, bu nasıl bir garip tablo böyle. Acaba bu kasten mi böyle olmuştu. Kardeşler nasıl da böyle enteresan bir tablo teşkil etmişlerdi. Müşahede ettiğimiz manzara şöyle idi. Hizmet TIR’ı tam İstanbul Üniversitesi giriş kapısı önüne durmuştu. Biraz geriden bakıldığında sanki TIR tam kapının önünde duruyormuş gibi bir hâl vardı. Arkada ise iki büyük ve muhteşem bayrak dalgalanıyordu. Tam giriş kapısının sağında ve solunda. Al renge bürünmüş iki büyük bayrak... Aynı zamanda Hizmet TIR’ının da tam sağ ve sol cephesine düşüyordu bu bayraklar. İki büyük kan kırmızısı gül gibi, muhteşem bir manzara teşkil ediyorlardı. Hizmet TIR’ının tam üst ufkunda ise İstanbul Üniversitesinin giriş kapısı ve üzerindeki Fetih Sûresinin 1 ve 2. âyetleri vardı. Âyetler durduğumuz yerden net bir şekilde okunuyordu. Ve enteresan olan ise âyetlerin mânâları idi: “Şüphesiz Biz sana ap açık bir fetih verdik...” “Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.” (Fetih Sûresi, 1-2) meâlindeki âyetler muhteşem bir şekilde Üstadın Hizmet TIR’ı üstündeki resminin hemen üstünde Arapça ibareleri ile açık bir şekilde okunuyordu. Bu garip ve ibretli manzara tesadüf olamazdı. Şehir İstanbul, dünyanın merkezi... Yer, Beyazıt Meydanı, İstanbul’un merkezi... Arkada ilmin ve fikrin en mühim kapısı, İstanbul Üniversitesi.... Kapının üzerinde Allah’ın müjde dolu fetih âyetleri. Ve tam önünde Bediüzzaman’ın muhteşem hizmeti ve onu temsil eden resmi ve şahs-ı manevisi.. Bu tablo muhteşem, muhteşem olduğu kadar ibretli, ibretli olduğu kadar da düşündürücü idi.

Zira Bediüzzaman’ın cihanşümul dâvâsına ilk set ve engel burada gözükmüştü. İman ve Kur’ân dâvâsına engel olacak dört büyük dehşetli kumandanlardan birincisi burada faaliyete başlamıştı. Ecnebi eli ile Bediüzzaman’ın hayatına son verme girişimlerinin birincisi burada icrâ edilmişti. 31 Mart hadisesindeki Hurşit Paşa harp divanından söz ediyoruz. Üstad Divan-ı Harb’de idamdan burada yargılanmış ve burada beraat etmişti. “Yaşasın zalimler için Cehennem” sözü ile zalimin zulmünü burada âleme ilân etmişti. Ardında diğer üç büyük kumandanın zulmünü de tek tek alt ederek işte buraya gelmişti. İşte bugün bütün engelleri aşarak buraya gelmişti. İstanbul’un tam kalbine, Beyazıt Meydanı’na...

Üstadın manevî şahsiyetinin 17 Ekim günü İstanbul’un tam orta yerinde âleme Kur’ân ve İman dâvâsını ilân ve neşretmesi, tam bir galibiyettir. Tam bir zaferdir. İmanın küfre karşı zaferi... İlmin cehle karşı zaferi, hakkın zulme karşı zaferi, Kur’ân’ın dalâlete karşı zaferi... Bu gerçekten de Allah’ın “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik...” müjdesi ile ihsan ettiği bir zaferdir. Bizler orada bu hakikati bütün açıklığı ile gördük ve hissettik.

Bu hisler içinde hadiseleri müşahede ederken gazeteci kardeşimiz Umut Yavuz’a bu ibretli manzarayı gösterdik. Hatta bu konuda bir yazı yazabileceğini ve belki bir haber konusu olabileceğini de sözlü olarak ilettik. Ancak Umut kardeş tuhaf tuhaf yüzümüze baktı. “Abi bu sizin işiniz. Lütfen bu konudaki müşahedelerinizi siz kaleme alınız” dedi. Biz de kardeşimizi haklı bularak bu müşahedelerimizi siz sevgili okuyucularımızla paylaşmak istedik. Bu sebeple bu kısa yazıyı kaleme aldık.

Burada ifade etmeye çalıştıklarımız bir his ve temennîden ibaret değildir. Bir mübalâğa hiç değildir. Biz hakikatin çok küçük bir bölümünü yazmaya çalıştık. Zira, yıllarca her türlü zulme uğrayan, onlarca kez zehirlenen, idamlardan yargılanan, dâvâsı uğruna o ilden bu ile sürülen, daima gözetim ve denetim altında tutulan, İslâm dâvâsı için her türlü cefa ve ezaya karşı göğüs geren, bugün bile dost ve düşman eli ile önü kesilmeye çalışılan Üstad Bediüzzaman gibi bir şahsiyetin şahs-ı mânevîsinin, İstanbul’un tam orta yerinde böyle bir manzarayı teşkil etmesi, İman ve Kur’ân adına büyük bir fetihtir. Bu belki de İstanbul’un ikinci kez fethidir. Yani hadis-i şeriflerde işaret edilen zikirle, tesbihle, imanla, nurla yapılan bir fetih.

HALİL AKGÜNLER

[email protected]

22.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.