27 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Sivil otorite ve askerî yargı

HÜKÜMET bakan imzasıyla üç generali (biri amiral) açığa aldı. Şüphesiz buna yetkisi var ama, bu üç generalin sırf yargıya gittikleri için açığa alındıkları söylenerek sert eleştiriler yapılıyor.

Bu üç generalin ismi 5 ay önce açıklanan Balyoz iddianamesinde geçiyor. Buna rağmen ağustostaki Askeri Şûra’da asker üyelerin oylarıyla terfilerine karar verilmişti. Hükümet ise buna uymayarak terfi kararnamesine bu üç ismi koymayarak terfilerini engellemişti.

Üç general bunun üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) gitmişler, mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bu kararın iki ay içinde uygulanması, yani hükümetin bu üç generali terfi ettirecek bir kararnameyi çıkarması gerekiyordu.

İki ay dolmak üzereyken hükümet bakan imzasıyla üç generali “açığa aldı”, böylece terfilerini yine önledi...

Bu özete bakarak “hükümet yargıya gidişi cezalandırdı” demek mümkün. Halbuki...

Sorun YAŞ’ta başladı

Temel hukuki mesele şudur: Yüksek Askeri Şûra’da alınan kararlar, hükümeti bağlayıcı mıdır? Hükümetin işi “noter” gibi onaylamak mıdır?

Eğer böyle ise, komutanların terfilerinde hükümetin hiçbir “takdir” yetkisi yoktur!

AYİM böyle düşünmüş, YAŞ’ı “karar organı”, hükümeti ise “noter” gibi görmüştür. YAŞ’ta terfi ettirilen generallerin hükümet tarafından kararname ile terfi ettirilmemesini yanlış bulmuş, yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.

Rejimle ilgili tarafı

Halbuki YAŞ kararları otomatikman uygulanabilir kararlar değildir. YAŞ kararları ancak hükümetin hazırlayacağı kararname ile “tekemmül” eder ve “icra” kabiliyetini kazanır.

“Sivil otoritenin üstünlüğü” şeklindeki temel anayasal kural bunu gerektirir. Meselenin “rejim”le ilgili tarafı buradadır!

Fakat AYİM, hükümetin kararname hazırlama yetkisini noterlik işlemi gibi görerek yürütmeyi durdurma kararı verdiği için, hükümetin iki ay içinde bu üç generali terfi ettirmesi gereği ortaya çıkmıştır.

Buna karşılık, iki ay dolmadan, hükümet diğer bir yetkisini kullanarak üç generali “açığa” almıştır. “Açığa alınmış” bir general yasaya göre terfi ettirilemez. Böylece başa dönülmüş, YAŞ’ta alınan “terfi” kararı, hükümet tarafından bu defa da “açığa alma” yoluyla etkisiz hale getirilmiştir.

Hükümet YAŞ’ın noteri olmadığı için işlem hukuka uygundur, hükümet “takdir yetkisi”ni kullanmıştır.

Balyoz’daki diğer isimler

Balyoz iddianamesinde ismi geçen 9 muvazzaf generalden hükümetin sadece üçünü açığa alması da eleştiriliyor.

Halbuki bunun sebebi, bu 9 generalden sadece üçünün YAŞ’ta terfi ettirilmiş, diğer 6’sının YAŞ’ta terfi ettirilmemiş olmasıdır.

Bir ‘ayırım’ sorunu varsa, bu YAŞ’ta yapılmıştı.

Hükümet YAŞ’ta üç generalin terfi ettirilmesini önlemek için önce onları kararname dışında bırakmış, mahkeme “yürütmeyi durdurma” kararı verince de “açığa alma” işlemiyle yine terfilerini engellemiştir.

Mesele eşitlikse, hiçbiri terfi ettirilmeyerek eşitlik sağlanmıştır.

Son söz yetkisi

Özü şudur: YAŞ hükümetin üstünde bir karar organı mıdır?! Siyaseten sorumlu hükümet ise “noter” gibi bir onay makamı mıdır?! O zaman buna sivil rejim denilebilir mi?!

Halbuki hukukta ve siyaset teorisinde “ordunun göreceli özerkliği” kuralı gereğince, evet, ordu iç düzenini kendi yönetir ama sivil otorite “noter” değildir, son sözü söyleyecek “takdir” makamı hükümettir!

Obama, Afganistan’daki Amerikan birliklerinin komutanı Org. McChrystal’i, sırf Afganistan politikası hakkında birkaç eleştirel laf etti diye görevden almadı mı?

Dahası, Obama bir “iddianame” hazırlanmasını bile beklememişti.

Demokrasi diyorsak, kural budur. Bu anlayışın yerleşmesi, hükümet-asker ilişkilerini daha sağlıklı hale getirir.

Taha Akyol, Milliyet, 26 Kasım 2010

27.11.2010


Askerî vesayet açığa mı alındı, emin değilim

HALEN yargılanacağı günü bekleyen iki general ve bir amiralin bakan emriyle açığa alınmaları dün bütün gazetelerin manşetlerindeydi, emin olun bugün de onlarca köşe yazısı bu konuyu ele alacak.

Bazı aceleci yorumlar var, bu üç yüksek rütbeli subayın açığa alınmasının askerî vesayeti sona erdiren sembolik adımlardan sonuncusu olduğunu söyleyen. Ben böyle olduğuna inanmak istesem de, henüz somut veriler bu yorumları doğrular nitelikte değil.

Sivilleşme veya askeri vesayetten kurtulma denen şeyin sembolizmle değil hukukla olacağını biliyorum.

Bu nasıl bir iktidar ve onun kontrolundaki parlamentodur ki, ülkeyi sivilleştiriyorum derken hukuki alanda tam tersini yapıp Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını yargılama mercii olarak Anayasa Mahkemesi’ni tercih etmiştir? Üstelik, idari anlamda Emniyet Genel Müdürü ile aynı statüde olması gereken Jandarma Genel Komutanı’nı da yargılama usulü bakımından kuvvet komutanı statüsüne yükseltmiştir?

Buradaki derin çelişki, ‘sivilleşme’ denen işin laf seviyesinde ve sembolizmde yapıldığını, hukuk düzeyinde ise Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının (Jandarma komutanıyla birlikte) başbakan ve bakanlarla eşit düzeye getirildiğini göstermekten başka bir anlama gelmiyor.

Kaldı ki, dün iktidara pek de uzak olmayan bir gazetemizde yazıldığına göre, aslında bu açığa alma işlemleri ‘Komuta zincirini etkilememek’ ve ‘İki başlı komuta olmasın’ denilerek yapılmış işlemler. Yani, bu üç yüksek rütbeli asker Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nden aldıkları terfi kararlarıyla komuta zincirini bozabileceklerdi, açığa alınma işlemi bundan yapıldı.

Eğer bu son iddia doğruysa, sivilleşme lafları iyice havada kalır.

Şunu bilir şunu söylerim: Sivilleşme veya askeri vesayetin kaldırılması, dünyanın en zor işi değil. Anayasanızı, yasalarınızı, yönetmeliklerinizi adam gibi tararsınız ve askerin kendi görev alanının dışına çıkmasına yardımcı olan her şeyi temizlersiniz, olur biter.

Bu temizlik yapılmadıkça, yasalarımızda asker sadece yurt savunmasını yapan değil aynı zamanda cumhuriyeti korumak kollamakla da görevli bir kurum sayılmaya devam ettikçe askeri vesayet de bitmez, şekil değiştirir belki ama bitmez.

Cemal Tural’ı hatırlayan yok mu?

SÜLEYMAN Demirel, 1969 yılında, ben daha beş yaşındayken, ülkenin kudretli Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ı görevinden almıştı. Görevden alma sebebi, Tural’ın darbe hazırlıkları içinde olmasıydı.

Bu hamle o zamanlar, aynen şimdiki gibi, ‘sivilleşme’nin ve ‘askeri vesayetten kurtulma’nın bir adımı gibi görülmüştü, ki öyleydi.

Ama bir kişinin görevden alınması semboldür, o göreve geleceklerin bir daha aynı yola girmemelerini sağlayacak düzenlemeler yapmak ise hukuk.

1969’daki bu ‘dev’ sivilleşme hamlesinden sonra göreve gelen Genelkurmay Başkanı 12 Mart 1971 muhtırasını verdi. 70’lerin sonlarında bir başka ‘sivilleşme’ hamlesi daha yaptı Demirel, istediği kişinin (Ali Fethi Esener) kuvvet komutanı yapılmasını engelleyen Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile inatlaştı, sonuçta sırada bekleyen çok sayıda orgeneral emekli oldu, Kenan Evren’e Genelkurmay Başkanlığı yolu açıldı.

O Evren de 12 Eylül darbesini yaptı.

O yüzden diyorum, sivilleşme, askeri vesayetten kurtulma, demokratikleşme kişilerle değil hukukla olur, diye.

İsmet Berkan, Hürriyet, 26 Kasım 2010

27.11.2010


Başörtüsü ezberlerini bozmaya hazırlanın

BAŞÖRTÜSÜ konusunda ezber bozmanın zamanı geldi, geçiyor. TİKAD’ın Metropoll araştırma şirketine yaptırdığı ‘Başörtüsü ve toplumsal uzlaşma’ başlıklı çalışma, tartışmanın içeriğini ve yönünü değiştirecek yeni bulgular taşıyor.

Şimdi bazı ezberleri gözden geçirelim. Başörtüsünü siyasi bir sembol olarak mı takıyorlar? Yıllarca bazı kesimler başörtüsünü ‘siyasi bir üniforma’ gibi gördü. Bu gerekçeyle başörtülüleri üniversiteye sokmadıkları gibi, icat ettikleri ‘kamusal alan’ lafıyla da neredeyse sosyal alanda bile yasaklamaya kalktılar. Neymiş efendim? ‘Başörtüsü, masum değil; bir siyasi duruşun sembolü’ymüş.

Bugün anlaşılıyor ki bu ‘iddia’ bir safsatadan ibaret. Bu ülkede kadınlar başlarını ‘siyasi bir mesaj’ vermek için örtmüyorlar. TİKAD’ın araştırmasına göre başörtülü kadınların % 93’ü ‘inançları gereği’ başlarını örtüyorlar. Peki, başını ‘siyasi bir sembol’ olduğu için örttüğünü söyleyen başörtülü kadınların oranı kaç biliyor musunuz? Sadece binde bir. Toplumun genelinde başörtülülerin siyasi bir mesaj vermek için örtündüklerini söyleyenler ancak % 1. Evet, yanlış duymadınız. Artık ezberlerinizi gözden geçiriniz; kadınlar başlarını ‘inançları gereği’ örtüyor, siyasallaştırmıyor. Bu nedenle de başörtüsü yasağını inançlarına yönelik bir yasaklama olarak algılıyor. Siyaset veya ticaret yaparken bu gerçeği unutmayın.

Başörtülü kadınlar türdeş bir grup değil, kendi aralarında farklılaşmış durumdalar. Sorunları, ihtiyaçları ve talepleriyle birbirlerinden ayrılıyorlar. Birkaç örnek; başörtülü kadınların % 19’u başörtüsünün hayatlarını olumsuz yönde etkilediğini söylerken bu oran üniversite mezunlarında, memurlarda, serbest meslek sahiplerinde % 60’ı aşıyor. ‘Başörtüsü yasağından dolayı kendinizi haksızlığa uğramış hissediyor musunuz?’ sorusuna başörtülülerin % 58’i evet cevabı veriyor. Ancak kendini haksızlığa uğramış görenler üniversite mezunları arasında % 91’e, serbest meslek mensuplarında % 90’a, üst gelir grubunda % 88’e ulaşıyor.

Enteresan bir paradoks var; geleneksel kesim başörtülüler için başörtüsü ‘özgürleştirici’; kentli, eğitimli, meslek sahibi “modern dindar kesimler” içinse ‘kısıtlayıcı’ bir işlev görüyor. Başörtülülerin % 23’ü başörtüsünün sosyal ve ekonomik hayata katılımında kendilerini ‘kısıtladığı’nı düşünürken bu oran üniversite mezunları, memurlar ve üst gelir gruplarında % 60’ı buluyor. Başörtüsü bir yandan ekonomik ve toplumsal yaşama ‘geleneksel’ kadınların katılımını kolaylaştırıcı bir işlev görürken ‘modern’ olanların sosyal ve ekonomik hayata katılmalarını kısıtlıyor, çünkü hemen ‘yasaklar’la karşılaşıyorlar. Bu nedenle ‘modern dindar kadınlar’ daha çok haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.

Başörtülüler ile başı açık kadınlar arasında gerginlik var mı? Yıllarca öyle sandı birileri ve öyle anlattı. Her iki kesimin de kendi gettolarına çekildikleri, birbirlerini ötekileştirdikleri ve dışladıkları söylendi. Ama TİKAD araştırması bunun tersini gösteriyor. Başörtülü ve başı açık kadınlar arkadaş olmak, komşuluk yapmak, aynı işyerinde çalışmak ve hatta çocuklarını ‘diğer’ kesimden kızlarla evermek konularında % 90’lar düzeyinde çekince taşımıyorlar. Başörtüsü kullanmayan kadınların % 76’sı başörtülülerin eğitimlerini bırakmak zorunda kalmalarına üzülüyor; % 88’i onların da kendileri gibi eşit yurttaşlar olduklarını düşünüyor.

Yani, ‘tepe’de görülen siyasal tartışma ve gerilime rağmen ‘taban’da başörtüsü bir gerginlik ve toplumsal ayrışma nedeni değil. Ezberlerinizi bozun; toplum başörtüsünden çatışma çıkarmaya niyetli değil; başörtülüleri normal ve kendinden görüyor.

Başörtüsü sorununun çözümü için toplumsal bir uzlaşı gerektiği söylenegeldi. TİKAD’ın araştırması böylesi bir uzlaşının olduğunu gösteriyor. Örneğin üniversitelerde başörtüsünün serbest olması gerektiğini söyleyenlerin oranı % 78’e ulaşmış. Bundan daha büyük bir uzlaşı olur mu? Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkmasının, üniversitelerdeki başını örtmeyen kız öğrenciler üzerinde bir baskı oluşturmayacağını düşünenlerin oranı % 70. Yani ‘mahalle baskısı’ toplumda hiç de yaygın bir beklenti değil.

Sonuç; ‘toplum başörtüsü sorununu çözmüştür’, siyaset (ve de devlet) bu sese kulak vermelidir.

İhsan Dağı, Zaman, 26 Kasım 2010

27.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.