İlkel ve kabileci anlayışta olan İslâm öncesi Arap Kültür ve Medeniyeti, İslâm dininin doğuşuyla birlikte iman ve ilim ikilisiyle yoğrularak rafine edilip dünya medeniyetlerinden biri haline gelmiştir. Vahyin ilk ışığıyla birlikte temeli atılmaya başlanan İslâm Kültür ve Medeniyeti, ilk zamanlarda Arabistan Yarımadası, daha sonraları da Dört Büyük Halife devri,  Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlıların himaye ve kuvvetiyle kısa zamanda Afrika, Suriye, İran, Anadolu, Avrupa, Endülüs, Kafkasya ve Horasan’a yayılarak kendine özgü bir dünya meydana getirmiştir. Öyle ki Müslümanlar artık dünyanın dört bir tarafına dağılarak gittikleri yerlerde kültür ve inançlarını korumuş ve yaşatmışlardır. Meselâ Saraybosna minarelerinden yankılanan ”Allahu Ekber” nidası, ”La İlahe İllallah” nidası ile Endonezya’ya kadar uzanmıştır. Sadece yukarıda ki bu örnek bile İslâm dininin evrensel bir din olduğunun isbatıdır. İslâm ülkeleri dışında da Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm ve Hinduizm dinine tabi olan ülkelerde de Müslümanlar camilerini yapıp, Ezan-ı Muhammedi’yi okuyup inançlarını yaşamaktadırlar.

İslâm Medeniyetini esas alarak kurulan birçok devlet ve imparatorluk dünya tarihine yön vererek İslâm’ın dört bir yana yayılmasında çok önemli katkıları olmuştur. İslâm denilince akla şüphesiz ilim gelmektedir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadis-i Şerif külliyatında ilme dikkat çekilerek, Müslümanlar için önemli bir saha olması gerektiği vurgulanmıştır. Hz. Muhammed (asm) Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; ”İlim Çin’de de olsa gidip alınız” diyerek ilmin ne kadar elzem olduğunu bizlere bir kez daha göstermiştir. İşte bu ve buna benzer hadis-i şerifleri şiar edinen Müslüman âlimler ilim alanında çok zengin eserler vermişlerdir. 

Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’de de ilim ve medeniyetle ilgili birçok âyet-i kerime mevcuttur. (bakınız, Zümer Sûresi 9, Mü’min Sûresi 82, En’am Sûresi 80, 119, 143, 148, Al-i İmran Sûresi 7, 18, 19, 61, Nisa Sûresi 162, Bakara Sûresi 120, 145.)

İslâm’ın ”Altın Çağı” olarak adlandırılan 8. ve 11. yüzyıllar arasında yüzlerce İslâm Âlimi ve bilim adamı, Geometri, Cebir, Matematik, Astronomi, Felsefe, Tıp, Siyaset, Coğrafya, Sosyoloji, Psikoloji, Fizik, Kimya, Biyoloji ve diğer bilim dallarında çok önemli eserler meydana getirmişlerdir. İşte bu zengin birikim ileride Avrupa’da ortaya çıkacak olan Rönesans ve Reform hareketlerini de etkileyecek ve besleyecek, aynı zaman da günümüz Modern ve Gelişmiş Avrupa’sını oluşturacaktır.

21. yüzyıl dünyasında İslâm Kültür ve Medeniyeti varlığını korumuş, şimdiki ve gelecek olan nesilleri yetiştirmede katkıda bulunmaya devam etmektedir. Ancak, İslâm toplumunun ve ülkelerinin içerisinde bulunduğu sıkıntılı durum bu zengin medeniyet yapısına zarar vermektedir. Suriye’de ki iç karışıklıklar, Irak’ta ki mezhep ayrılıkları ve IŞİD terörü, Filistin’de ki Siyonist İsrail vahşeti ve zulmü, Mısır’da ki askerî cuntanın, sivil yönetimi devirip diktatörlüğünü kurması ve diğer birçok İslâm ülkelerindeki çatışmalar ve bölünmeler, zengin ve çok köklü olan İslâm Kültür ve Medeniyetine zarar vermektedir. Batıda ortaya çıkan İslamafobi algısı yüzyıllar boyunca Müslümanlara öteki gözüyle bakılmasına sebep olmuştur. Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman bireyler ve topluluklar ırkçı saldırılara maruz kalmış ve kalmaya devam etmektedir. İşte bu olumsuz ön yargıları yıkmak için Müslümanlar olarak bu zengin ve hoşgörü medeniyeti ve kültürüne sahip çıkıp, İslâm’ın barış, hoşgörü ve adil bir din ve medeniyet olduğunu bütün insanlığa bir kez daha sebatla anlatmamız ve ulaştırmamız çok elzemdir. Zira tebliğ etmekte bir cihad şeklidir.