Dünkü yazımızda Dr. Gökhan Güneş’in “hukukihaber.net”te yayınladığı darbe yargılamaları ile ilgili yazıyı özetledik ve şu cümlelerle bitirdik:
“Bu durumda, yazara göre sonuç olarak ‘FETÖ/PDY’nin bir ‘silâhlı örgüt’ olarak kabulü mümkün değil. Darbe teşebbüsünde bulunanların TCK’nın 316. maddesi kapsamında ‘suç için anlaşma’ kapsamında değerlendirilmesi gerekirdi. Ama bu yapılmadı.”
Yazar yazısında ayrıca Balyoz Dâvâsı ile 15 Temmuz yargılamalarını da mukayese ediyor ve özetle şunları söylüyor:
“1. Öncelikle, 2003 yılında “Balyoz Planı” hazırlayarak darbeye teşebbüs ettiği iddia edilen askerler “silâhlı örgüt” kapsamında yargılanmamış, darbe için “gizli ittifak” kapsamında değerlendirilmişler. Aynen tüm eski darbe teşebbüsleri gibi. İttifaka dahil olanların oluşturduğu yapı da “silâhlı örgüt” olarak kabul edilmemiş.
2. Balyoz harekât planına göre darbeye katılması düşünülen subay ve astsubay sayısı yaklaşık 3500 kişi.
Bu kişilerden darbe yapılacağını bilen ve bunu isteyen, yani ittifaka dahil olduğu düşünülen 365 kişi hakkında dâvâ açılmış ve 237’si hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş. AYM’nin hak ihlâli kararı üzerine yeniden yapılan yargılama neticesinde ise sanıkların hepsi beraat etmiş.
3. Balyoz dâvâsında kendisine darbe planında görev verilmeyenler ittifaka dahil kabul edilmemişler.
Yine, bu seminere, seminerde darbe planının konuşulacağını “bilerek katılanlar” ile “bilmeden katılanlar” ayrı tutulmuş.
Aynı şekilde, kendisine görev verildiği ve bu görevi yerine getirdiği halde bu görevin darbe için verildiğini bildiği tesbit edilemeyenler beraat etmiş.
4. Aslında 15 Temmuz’dan sonraki dâvâlar ile Balyoz ve diğer ihtilâl girişimleri arasındaki en önemli fark şu:
Her ihtilâl girişiminde bir harekât planı olur. Zira asker, plansız ve programsız hareket etmez. (12 Eylül 1980’de Bayrak Harekât Planı ve 2003 deki Balyoz Güvenlik Harekât Planı bunun en güzel örneği). Ancak 15 Temmuz’a ilişkin bu güne kadar bir harekât planı elde edilmiş ve açıklanmış değil.
5. Bir de 15 Temmuz sonrası yargılamalarda, darbe planlamasını yaptığı ve 37 kişiden oluştuğu iddia edilen Yurtta Sulh Konseyi üyelerinin ve darbe teşebbüsünden haberdar olup fiilen suç işleyen diğer kişilerin bu eylemleri dolayısıyla TCK’nın 309 veya 312. maddesinden cezalandırılmaları gerekirdi. Ama Balyoz’dan farklı olarak burada böyle olmamış.
Darbe gecesi hiçbir vahim eyleme ya da suça katılmış olmayan askerî öğrencilere ve erlere bile darbe teşebbüsünden haberdar oldukları ispat edilmeksizin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verilmiş durumda. 15 Temmuz 2020 tarihi itibariyle dört binden fazla askere hapis cezası verilmiş ve binden fazlasının da yargılaması devam ediyor.
6. Balyoz dâvâsında darbe seminerine katılsalar bile seminerin asıl amacını bilmeyen kişilere dâvâ bile açılmamıştı.
Bu durumda, darbe teşebbüsünden haberdar olmayıp, tatbikat ya da terör saldırısı var denilerek birliklerine çağrılan ve sadece emri yerine getiren kişilere 15 Temmuz sonrası çok ağır cezalar verilmesinin mantıken ve hukuken hiçbir izahı yok.
Kısaca, Balyoz’da yapılmış olan araştırma ve incelemelerin hiçbirisi yapılmadan, şeklî suç mantığıyla ve toptancı bir anlayışla, suçun mane- vî unsuru ve bilhassa TCK’daki “hata hükümleri” hiç değerlendirilmeden beraat etmesi gereken kişiler cezalandırılmış ve daha da önemlisi TCK’nın 316. maddesinden cezalandırılması gereken kişilere suçun vasıflandırması yanlış yapılarak çok ağır cezalar verilmiş durumda.”
Hani bu yargılamalar adaleti sağlayacaktı!
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin üyeleri bu sesi duyuyor mu?