Kemalizm’in üç devresini geçirdik.
Şunlardı:
Kemalizm’in birinci devresi:
Bu devrede M. Kemal kendisi bizzat hayatta idi. Ölümünden sonra da bu birinci devre 1950’ye kadar şeklen galibane sürdü. (Risaleler mânâ âleminde elbet galipti).
Demokrat Parti Kemalizm’in bu şeklî galibiyet devresini kesti. 1960 ihtilâli de Demokratları kesti.
Kemalizmin ikinci devresi:
İhtilâlcilerin yazdığı 1961 Anayasası M. Kemal’i “devrimci” olarak gösterdi. Askerî ve sivil (!) okullarda eğitim bu minval üzere devam etti.
O kadar ki 1980 ihtilâlini yapanlarca kaldırılana kadar 27 Mayıs günleri resmî bayramdı. Bayramın adı görünüşte “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” idi, ama amacı anayasanın ideolojisini teşkil eden “Devrimci Atatürk”ün korunması idi.
Bu dönemde, 1961 Anayasasından güç alan ve görünüşte anayasayı, ama aslında resmî ideolojiyi koruyan Anayasa Mahkemesi kutsandı. Bu mahkeme o dönemdeki kararları ile adeta “devrim bekçiliği” yaptı.
“Devrim” ile kastedilen, elbette bilhassa 1925’ten sonra hukukta, kültürde ve bilhassa dinin özünde yapılmaya çalışılan devrimler idi.
1960-80 arasındaki bu ikinci dönemde toplumu birleştirecek diye iddia edilen Kemalizm, aksine, cemiyeti “devrim taraftarları” ve “devrim karşıtları” diye ikiye böldü.
Bu dönemde Kemalizm Risalelerce teşhis edildi ve tabiri caizse “siyasetin Nurcuları” olan Demokratlardan sürekli darbeler yedi. Ama her seferinde adeta “küllerinden dirildi”.
Kemalizm’in üçüncü devresi:
Kemalizm’i küllerinden yeniden dirilten ve yeniden şekil verenler, bu kere 12 Eylül rejiminin sahipleri oldu.
İhtilâli yapan/yaptıran ve Anayasayı yeniden yazanlar “devrimci M. Kemal” idolünün halkta karşılık bulmadığını iyi okumuşlardı.
Önce “devrim” kelimesini yasakladılar. Kendi yaptıklarına da devrim ya da ihtilâl/inkılâp değil “harekât” dediler.
Ardından yeni bir M. Kemal icat ettiler: Milliyetçi M. Kemal.
Bu iyi bir fikirdi (!) zira milliyetçiliği halkın “bir kesiminin” elinden alıp “devletin eline” veriyordu.
Bu sebeple Anayasanın başlangıcına ve 3. maddesine “Atatürk milliyetçiliği” yerleştirildi.
Ancak bu Kemalizm de tutmadı. Üstelik milliyetçilikleri körükledi ve cemiyeti bu kere milliyetçilik biçimleri üzerinden kamplaştırdı.
Bugün geldiğimiz noktada iki milliyetçiliğin çatışmasını yaşıyoruz. Daha vahiminden ise hep beraber korkuyoruz.
Bir yandan da yeni bir dönemin içindeyiz:
Kemalizmin dördüncü devresi…
Bize göre bu devrede “kullanılan malzeme” dinin ta kendisi. Zira dinin siyasette en açık biçimiyle kullanıldığı –elbette kötüye kullanıldığı- günlerden geçiyoruz.
Bu ortamda “kullanılan” Kemalizm de hazır: Dindar M. Kemal.
Bu gün bu iddiamız pek uçuk gibi görünebilir. Zira “Kemalist dindarlar” varlar, ama hepsi abuk sabuk adamlar ve siyasette ve cemiyette karşılıkları yok.
Ama bizce bu durum şimdilik böyle…
Üç Kemalizm’den yararlananlar her kimlerse bu dördüncü devreyi de onlar icra ediyorlar.
O halde her oyun gibi bu oyunda da “yazanın kişiliğini” aramak lâzım!
Var mısınız okumaya…