Normal şartlar altında gerekmez, ama bu günlerde gerektiğini düşünerek bir ön açıklama ile başlayalım: Bu yazıda maksadımız elbette suçu ve suçluyu övmek ya da savunmak değildir.
Bilhassa terör ve darbe suçu gibi vahim suçlarla ve suçlularıyla fikren dahi hiçbir yakınlığımız yoktur ve olamaz. Darbe mağduru gazi ve şehitlerin manevî makamına gıpta ediyor, haklarını biliyoruz.
Maksadımız bir hukukçu olarak gündeme ışık tutmak ve ilgili herkesin sağlıklı düşünmesini sağlamaktır.
Terör örgütüne üye olmak da, yardım ve yataklık etmek de ağır bir suçtur. Aynı şekilde terör örgütünün üyesi olmamakla birlikte örgütün suç niteliğindeki eylemlerini övmek ve örgütü desteklemek de suçtur.
Ancak bütün bu suçlar için “kast” denilen önemli bir şart vardır.
Hukuk Fakültelerinde ikinci sınıftaki Ceza Hukuku Genel Hükümler dersinde öğretilir: Kast yoksa suç yoktur.
Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri şöyle:
“Kast” başlıklı m. 21/1’e göre “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.”
(Bazı küçük suçlarda taksir de yeterlidir, ama terör suçları için kusurlu eylemin cezalandırılmasından söz edilemez.).
Asıl konuya tam uymaz, ama bir örnek olarak PKK için düşünecek olursak, durum şöyledir:
PKK’nın işlediği ve inkâr etmediği ya da bizzat üstlendiği suçlar bu örgütü terör örgütü yapmaya yeter. Örgüt yöneticilerinin “maksadımız terör değil” demeleri bir mana ifade etmez. Örgütün yöntemi “terör eylemi yapmak” olunca, örgütün hedefi “kendisine göre haklı” da olsa bunun hukuk ve devlet nazarında olumlu bir sonucu yoktur.
Dolayısıyla bir PKK üyesi için “ben bu örgütü suç örgütü olarak görmüyorum” demek, bir savunma ve korunma yöntemi değildir ve olamaz, üye olan ya da destekleyen, sonucuna katlanır.
PKK üyesinin cezalandırılması için kasten üye olması, yani yukarıdaki tarife göre “suç örgütü olan PKK’ya üye olduğunu bilmesi” yeterlidir.
Kast zorunluluğuna dair bu kurallar, bir dinî cemaat olarak bilinmekte iken darbecilikle suçlanan yapının (üst/tavan, orta ve alt/taban olarak ifade edilen) bütün basamaklarındaki mensuplarının suçlanabilmesi için de geçerlidir:
Diğer ifadeyle, önümüzdeki dâvâlarda, savcılar, bir dinî cemaatin darbeye teşebbüs eden bir terör örgütüne dönüştüğünü ispat edebilecek olsalar dahi, bu ispat, o cemaatin bütün mensuplarının cezalandırılmasını sağlamaları için hiçbir şekilde yeterli değildir.
Bir bankaya para yatırmak, çocuğunu bir okulda okutmak, bir gazeteye abone olmak gibi eylemler örgüt üyeliğinden değil, ancak, olsa olsa, cemaat mensubiyetinden kaynaklanabilir ve cemaate mensubiyeti gösterir. Diğer ifadeyle bu eylemlerin hiçbiri “birileri suç işlesin diye” yapılmaz ve dolayısıyla tek tek bakıldığında bu eylemler suç değildir.
Savcılar ise, bu fiillerin örgüt üyeliğini gösterdiğini ve suç delili olduğunu iddia ediyorlar. Ama unutulmamalıdır ki savcının iddia etmesi yeterli değildir.
Bu delillerin her birinin, bu kişinin bir sosyal gruba çeşitli basamaklarda ve seviyelerdeki “mensubiyeti”nden fazlasını ve bilhassa, var sayılan suç örgütüne üyelik kastını gösterdiğini de savcının ispat etmesi gerekir.
Yani kendisini “ben bir terör örgütüne üye olmayı istemiş değilim, ben bu yapıyı suç işlesin diye desteklemedim, ben bu yapının suç örgütü olduğunu görmedim, zaten bu yapı içinde tanıdığım kişiler de suç işlediklerini reddediyorlar, ben bu yapıyı bir sivil toplum örgütü ya da bir dinî cemaat olarak gördüm, bu yüzden sempati duydum ya da üye oldum” diyerek savunan kişiler için; banka hesabı, abonelik, siyasî yakınlık gibi bağlılık delilleri bir mensubiyet’in varlığını ispata yardımcı olabilirse de suçun manevî unsurunun delili olamaz.
Suçun manevî unsuru olarak bulunması (ispat edilmesi) ayrıca şart olan kast da yine savcı tarafından ayrıca ispat edilmelidir. Bunun için ise kendisine örgüt üyeliği suçu isnat edilen kişinin bu örgütün “suç örgütü/terör örgütü” olduğunu bile bile üye olduğu ya da üye olmayı sürdürdüğü ispat edilmeli.
Üstelik bu bilme halinin ispatı ise, varsayımla yapılamaz. Zira beraat-i zimmet asıldır: Suçsuzluk asıldır. Borçsuzluk asıldır. İyiniyet asıldır. Aksini iddia eden, delilleriyle ispat etmelidir.
O halde örgüt üyeliği suçunun manevî unsurunun mevcut olmadığı savunmasının ve varsayımının aksini iddia eden savcıların, terör ya da darbe örgütünün varlığını ispat etmekten başka, cemaate değil örgüte üye olduğunu iddia ettikleri kişilerin kastını, yani örgüt üyeliği bilincinin varlığını da uygun ve yeterli delillerle ispat etmeleri gerekir.
Özetle:
Başkalarınca hakkında menfî hüküm verilmiş olan kişilere hüsnüzanla bakanlara başka bazılarının suizanla bakmasına itiraz edemeyebiliriz. “Bu da bir kanaattir” der geçeriz.
Ama hâkimin de bu suizanna dayanarak hüküm bina etmesini istemeye kimsenin hakkı yoktur.
Mahkeme niyete/iradeye, fiile ve bunları gösteren delile bakmalıdır. Aksi halde kararı ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden döner ya da Ahiret Mahkemesinden...