"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Özgürlüğün İslâmî Yolu

Ahmet BATTAL
11 Temmuz 2015, Cumartesi
Bu günlerde elimizde Mustafa Akyol’un “Özgürlüğün İslâmî Yolu” isimli kitabı var.

Bizim için geç kalmış bir okuma. Kitabı size de tavsiye ederiz. Zira kitap Bediüzzaman’ı iyi tanıyan ve doğru anlama gayreti içinde olan bir entelektüelin–galiba–zirve eseri.

Yazarın dinî alana dair bir iddiası yok. (Esasen tevazu herkese yakışan güzel bir hal). 

Ama yazar iyi bir araştırmacı. Hem Batılı kaynakları ve hem de “biz”e ait olanları iyi okumuş, okuyor. Bu sebeple kitapta çok değerli tesbitler ve özlü tahliller var. 

Daha da önemlisi, kitabın aslı İngilizce ve yazar genel olarak hayatında yaptığı gibi, bu kitabında da İslâm’ın hürriyet anlayışını Batılılara doğru anlatma gayreti içinde. Yabancıların bakış açısını da iyi bilen biri olarak bu gayreti önemli ve değerli.

Bu sebeple tebrike lâyık bir çalışma. Elbette eleştirilecek yönler de bulunabilir. Bunu yazar da istiyor. 

Kitap vesilesiyle dikkatimizi çeken bir hususu paylaşmak istiyoruz: 

Adına sonradan Cahiliye toplumu denilen İslâm öncesi Arap toplumu, o çağın genel özelliğine de uygun olarak ferdin değil aşiretin ve kabilenin önemli olduğu bir topluluk idi. Ferdin hakları denilen haklar tanınmıyor, bilinmiyordu. Ölenin mirası aşirete kalıyordu, suçlunun cezası aşirete veriliyordu v.b.

İslâm bu kolektif düzenden ferdin haklarının önem taşıdığı yeni bir düzene geçmeyi hedefledi. Bunu peyderpey yaptı. Ferdin insan olmaktan kaynaklanan haklarını geliştirdi. Suçun ve cezanın şahsîliği ilkesini yerleştirdi.

Batı ise İslâmla tanışmamanın ve İslâm’a ayak diremenin de etkisiyle uzun yüzyıllar boyunca ferdin insan haklarını geliştirmeyi düşünmedi. Ancak Batıda Aydınlanma Çağı bu gidişi değiştirdi. 

Aynı dönemde İslâm dünyası ise, çığırını Kur’ân’ın açtığı adalet yolundaki ilerleyişinde taklit denilen karanlıkta ve patinaj içinde idi. 

Böylece İslâm dünyası ferdin insan haklarını tanıma ve geliştirme ve meşrû ve doğru bireyselleşme konusunda Batının da gerisine düştü. Bu yüzden bu gün bu açığı kapatmaya çalışan her gayret kıymetli. 

Bu okuma vesilesiyle Bediüzzaman’ın Münâzarât’taki (s. 55) şu cümlesini de andık ve daha iyi anladık: 

“Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şen’i odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.”

Bu cümledeki hürriyet-i umumî bu günkü tasnifte kamu özgürlükleri ya da kolektif özgürlüklerdir. Batıda ferdin bireysel hak ve hürriyetlerini geliştirmeye yardımcı özgürlükler olarak kabul edilen bu tür hürriyetlere Bediüzzaman da yüz yıl önce “ferdî hürriyetlerin toplamıdır” diyerek benzer bir görev yüklemiş. 

Daha da önemlisi Bediüzzaman yukarıdaki ikinci cümle ile devletin ferdi kendi kendisinden koruma görevini de tarif etmiş. Aynen yeni Batı’nın yapmaya çalıştığı gibi…

Okudukça anlıyoruz. 

Okunma Sayısı: 3956
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı