Metin Külünk gibi bir medyatik AKP’li ile Diyanet İşleri Başkanı arasında “…öcülük” damgası üzerinden ciddi bir hukuk ve adalet kavgası başlayacakmış gibi bir görüntü muhalif medyaya yansıdı.
Bazılarını bir heyecan sardı. Ümitlenenler bile oldu.
Başlık işte onlara: Lastik patlamadı, hava da kaçırmıyor. Sadece azıcık gerildi ve ayar yapmak için supaptan hava çıkarıyorlar.
Yoksa Rize-i Mukaddesenin Mübarek Güneysu Kasabasının 1960 doğumlu kıdemli “Selametçisi” Metin Külünk’ü bu iktidar döneminde kimse feda etmez.
Nereden anladık: Muktedirlerin medyası ve “AKP Devleti”nin medyası ve ajansları haberi “görmedi” yani görmezden geldi. Demek ya işi ciddiye almadılar ya da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından kendilerine “bekle gör” haberi geldi.
Olayı hatırlayalım: AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Metin Külünk, dolaylı biçimde, Ali Erbaş’ı FETÖ’cüleri ve PKK’lıları desteklemekle itham etti:
“Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olarak çalıştığı dönemde hakkında FETÖ iddiası bulunan personele kol kanat gererek, bu personelin hamisi gibi davranan birisinin DİB Başkan Yardımcısı ve Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti olarak çalışmasını sağlamanızın gerekçeleri nelerdir?”
Tam bir mühendislik harikası olan bu kıvrak cümlede üç ayrı kişiden söz ediliyor gibi, peki özne kim? Belirsiz.
Zaten devamında “Her şey delillere dayanıyor” dedikten sonra, “cumhuriyet savcısının benimle temasa geçmesini bekliyorum” diyen Külünk, aslında “ben cüz’i iradenin savcısına gitmem, gelebiliyorsa o Rize’ye gelsin” deyip küllî iradenin kale kapısını adres göstermiş oluyor.
İşte bu yüzden olayda “korkacak” ya da “sevinecek” bir durum yok.
Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı X hesabından konuyla ilgili bir paylaşım yaptı:
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve yöneticileriyle ilgili iftiralarda ve gerçeği yansıtmayan iddialarda bulunan Metin Külünk hakkında gerekli hukuki süreç başlatılmıştır.”
Bu haber ciddiye alınabilir gibi ama aslında bunda da esaslı bir şey yok. Konu unutulunca mübarek beldelerden gelen bir e-savcı e-imzalı bir e-belge düzenleyip işi kapatır gider.
İşin şaka kısmı bir yana, “yürek yemiş gibi” yapan bir siyasetçi ile “sarayın en hatırlısı” makamında oturup “dik duruyormuş” görüntüsü veren bir bürokratın “kayıkçı kavgası”yla karşı karşıya olabiliriz.
Bu sebeple şimdilik işi çok da ciddiye almayalım.
Ama yarın öbür gün Diyanet İşleri Başkanı, “Ben önüne gelen siyasetçinin şamar vuracağı alelade bir bürokrat değilim” deyip gerçek bir açıklama yaparsa o zaman işler değişir.
Mesela ne derse?
-“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı parti siyasetlerinin üzerinde ve dışındadır. Biz dinin ve dinle bağ kurmak isteyen herkesin hizmetkârıyız. Partiler ve iktidarlar gider ama biz hep kalırız. Bilhassa siyasi konularla ilgili olarak suç, ceza ve sabıka gibi dünyevî kavramlar da bizi ancak sınırlı şekilde bağlar” derse…
-“İktidardaki siyasî partinin mensubu ve liderinin kankası olmak bizim için de ve eminiz ki adaletin hizmetinde olanlar için de hiçbir şey ifade etmez. Biz hizmetimizin başındayız, kendimizden eminiz ve işimize bakıyoruz” derse…
-“Yedi seneden sonra hâlâ …öcü ve …öcü destekçisi arayanlar ve bulduğu delilleri savcıya ulaştırmak yerine oturduğu yerden ‘savcı ayağıma gelsin’ diyerek ona buna çamur atanlar adalete de dine de zarar verir. Herkesi daha dikkatli olmaya davet ediyoruz” derse…
Belki de der. Belli mi olur…