"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Brüksel ve Şangay arasında (2)

Ahmet ŞAMİL
23 Ekim 2022, Pazar
Bir önceki yazımızda Türkiye’nin gidip geldiği iki eksen olan Avrupa Birliği ve Şangay Beşlisini karşılaştırmış ve neden AB’nin doğru taraf olduğunu ortaya koymuştuk.

Geçtiğimiz günlerde bizim bu tespitimizi doğrulayan bir gelişme yaşandı.

BM insan hakları konseyinde, Çin’in Xinjang’daki (Sincan) Uygurlara ve diğer Müslümanlara karşı insan hakları ihlalleri iddiasıyla ilgili bir tartışma düzenlemek için hazırlanan önerge oy çokluğuyla reddedildi. Bu, Çin’in insan hakları sicilini Konseyde gündeme getirmek için yapılan ilk girişimdi. Girişimin başarısızlığı BM ve organlarının işlevselliğine olan güvene darbe olduğu gibi oylamada Pakistan, Katar, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Özbekistan ve Kazakistan gibi Müslüman ülkelerin de Çin’in tarafına geçip ret oyu kullanması dikkat çekti. (Malezya ve Libya ise çekimser oy kullandı.)

Önergeyi getiren ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere yer alırken, Almanya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Litvanya, Japonya, Polonya, Karadağ, Çekya, Somali (aralarında tek Müslüman devlet), Güney Kore, Honduras ve Paraguay önergeyi destekledi.

Annesi bir kampta ölen ve iki kardeşi hâlâ kayıp olan Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, “Bu bir felaket. Bu gerçekten hayal kırıklığı meydana getiriyor. Asla pes etmeyeceğiz ama Müslüman ülkelerin tepkisinden gerçekten hayal kırıklığına uğradık” dedi.

8 milyona yakın insanın kamplarda “tekrar eğitim aldıkları”nı, ailelerinden koparıldığını ve daha birçok insan onuruna aykırı muameleye maruz kaldığını Çin bile kısmen kabul ediyor. Çin’e göre bu insanlar gönüllü olarak ailelerini geride bırakıp bu kamplara katılıyor ve bu ve benzeri kamp aktivitelerinde insan onuruna aykırı bir durum yok, elbette inanırsanız.

Peki, neden Müslüman ülkeler buna göz yumuyor? Göz yummak bir yana, bir feryat, bir tepki olmadığı gibi bu konunun tartışılmasına bile engel oluyorlar. Zaten Çin’in de iddia ettiği gibi hak ihlalleri yoksa bunun araştırılmasında da bir problem olmasa gerek.

Hepimizin bildiği gerçek şu ki bu Müslüman devletlerin bir kısmı ekonomik ve siyasi bağımsızlıklarını Çin’e rehin vermiş durumdalar. Zaten bahsi geçen devletler ya krallıkla yönetiliyor ya da sözde demokrasiler. Kendi otokrat yönetimlerinin ömrünü uzatmak karşısında 8 milyon Müslümanın kamplarda yaşıyor olup olmaması onlar için bir mesele değil. Ayrıca, yarın öbür gün kendi ülkelerinde gerçekleşen insan hakları ihlallerinin de bu şekilde tartışılmasını istemedikleri için böyle bir önergeyi desteklemek de istemezler elbette.

Peki, çoğunluğu “gayri müslim” ve Avrupa devleti olan diğerlerinin derdi ne? Neden Çin gibi büyük bir ekonomik güçle aralarını açma pahasına böyle bir pozisyon almışlar? Bunu yapabilmek için öncelikle ekonomik bağımsızlıklarını ellerine almış olmalılar ki bir kısmı öyle, bir kısmı da halihazırda Çin’e çok bel bağlamamış durumda. (Polonya, Finlandiya, Litvanya gibi ufak ekonomilerin de arkasında AB ekonomisi var elbette). Bunun yanı sıra, dertleri, en azından birçoğunun derdi, sık sık dile getirdikleri evrensel insan hakları değerlerinin Çin tarafından bu kadar umarsızca ve zalimce ihlal edilmesine karşı bir tepki oluşturmak ve en azından Çin’in uluslararası saygınlığına ve güvenilirliğine zarar verip mağdurların durumu için bir diyalog oluşturmak.

Batı’nın müspet gibi görünen her hareketine müfritane bir şüphecilik besleyenler çok elbette. Ayrıca ne zaman uluslararası hukuk ve insan hakları hukukundan bahsedilse ortaya çıkıp “İnsan hakları hukuku falan, siyasi emeller için kullanılan, içi boş, karşılığı olmayan şeylerdir azizim” veya “Yahu bu Batılı devletlerin derdi başka. Senin benim haklarımı korumak değil, siyasi olarak X veya Y devletini zayıflatmak istiyorlar canım” gibi sözler sarf edenler olacaktır. Hadi diyelim ki bunlar haklı ve her dedikleri doğru. O zaman bari bize şunun cevabını versinler: Nedir bu Müslüman devletlerin derdi?

Günümüzde İslâm coğrafyası tarihte hiç görülmediği kadar birbirinden kopuk bir durumda. Dünyada Müslümanlara yapılan sistematik zulümlere, bugün, halen yetersiz olmakla birlikte, en güçlü tepki Batılı devletlerden ve yine Batı merkezli sivil toplum örgütlerinden geliyor. Kuruluş değerleri olarak insan haklarını, demokrasiyi, hürriyeti, adaleti ve hakkaniyeti merkezine koyan AB, hatasıyla doğrusuyla bu yolda yürümeye çalışırken, Müslüman devletler ve onlara öncülük iddiasındaki Türkiye hangi çizgide yürüyor?

AB’nin, demokrasisi derinleşmiş ve böylece İslam’ı doğru temsil kabiliyetini kazanmış bir Türkiye’ye ve bizim de demokrasiyi derinleştirmek için AB’ye ihtiyacımız var. Altılı Masanın üyelerinin de Türkiye’nin entelektüellerinin de bu ikili ihtiyacı görmesini dileriz.

Okunma Sayısı: 812
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Türeli

    23.10.2022 09:21:50

    Türkiye bu önergede oy kullanmadı mı!?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı