Millet ve vatan sevgisi imândandır. Hizmet, millete ve vatana yapılır. En büyük ve daimî hizmet; Kur’ân hakikatlerinin insanlara ulaşmasını sağlamak değil mi? Öyle ise, millet ve vatan mukaddes değerlerdendir.
Herbir insanın birbiri içinde açılan daireler gibi, “vazife cetveli” vardır. İnsanın, başta kendisine karşı, sonra âilesine, sonra akrabalarına, sonra mahallesine, sonra şehir ahâlisine, sonra vatan ve en nihayet yaşadığı dünya dairesinde insanlara karşı vazifeleri vardır.
Eğer ülke, harici bir düşmanın silâhlı saldırısına hedef olursa, “silâhlı cihad” birinci plânda önem kazanıyor gibi görülürse de; bu cihad; gerçekten cihad-ı mânevî ile takviye edilirse yerini, hedefini bulur. Ki, İslâm’da harice karşı silâhlı cihadın karşılığında, “şehidlik, gazilik” payeleri verilmiştir. Bu da mânevî cihadın, esas, temel, asıl olduğunu gösterir. Vatan ve millet, dahili tehlikelere mâruz kaldığında, nasıl bir cihad-ı mânevî ile muhafaza ve müdafaya koşması gerektiğini gördük. Harici tehlikelere maruz kaldığında da, malıyla, canıyla müdafaa etmek mecburiyetindedir. “Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.” 1
Bütün gücünü “cihad-ı mânevî”ye ayıran Bediüzzaman, gerektiğinde umûmî ve silâhlı cihad için “fetvâ” vermiştir. Fakat, “silâhlı cihad” daima hariçteki tecavüzler ve dış düşmanlar için olduğunu özellikle vurgular:
İngiliz işgali sırasında neşrettiği Hutuvât-ı Sitte adlı broşürle büyük hizmet etmiş ve işgal kuvvetlerinin plânlarını bozmuştur. Kezâ, işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu’daki kuvâ-yı milliye hareketini ‘isyan’ olarak vasıflandıran Şeyhülislâm fetvåsına karşı, mukàbil bir fetvâ vererek millî kurtuluş hareketinin meşrûiyetini ilân etmiştir.
Yeri gelmişken tekrar üzerinde duralım: “En aslah yol musalahadır” diyerek, harici silâhlı mücâdeleyi de arzu etmemiş, daima sulh yolunu tercih etmiştir.
Tecavüz etmeyen düşman veya ecnebilere karşı, yine “maddî” kılınç değil, İslâmın parlak “bürhan, delil kılıncının” kullanılmasını tavsiye eder:
“Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.”2
Dipnotlar: 1- Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, s. 52. 2- Age.