“Hem lâtif, hem güzel, zarif bir hâdiseyi söyleyeceğim: Bu memlekette Risâle-i Nur’a erkeklerden ziyade fedakârane yapışan ihtiyâre hanımlar ve ihtiyâre hükmünde masume genç hanımlar, eski zaman sırmalı ve yaldızlı gelinlik cihazatının içinde kıymetdar parçaları Risale-i Nur’un eczalarının cildleri üstüne çekip, bütün risaleler altun yaldız ile cildlemiş gibi bir tarza girdi.
Risale-i Nur’un manen güzelliğine ve Hüsrev ve Tahirî ve Ali’lerin ve Hasan Âtıf ve Âsım gibi kardeşlerimizin yaldızlı yazılarının cemâline, cildi üstünde de şirin bir güzellik daha ilâve ettiler. Hâfız Ali’nin mektubunda yazdığı Ümmühan ve Şâhide değerinde, burada Risale-i Nur’a bütün kuvvetiyle çalışan çok hemşirelerimiz var. Meselâ Âsiye, Sâniye, Ulviye, Lütfiye, Aliye gibi Risale-i Nur’un şakirdleri, oradaki hemşirelerine ve kardeşlerine selâm ve dua ediyorlar.” (Kastamonu Lahikası, s. 153)
Yukardaki satırları okuyunca içim ferahladı.
Annem Esma Ünal vefat ettiğinde yukarıya bir paragrafını iktibas ettiğim Kastamonu Lahikası’nı takip ediyordu. Her nefis gibi o da birkaç gün önce Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Annemin Risale-i Nurlarla ilgili hatıralarının birkaçını tarihe bir not düşsün diye paylaşmak istedim.
Annemi dedem okula göndermemiş. Camiye de göndermemiş. Çocukken okuma yazmayı da Kur’an okumayı da öğrenememiş. 4 çocuk büyüttükten sonra 81’li yıllarda TRT’de yayınlanan “TV Okulu” Programından okuma yazmayı; yine o yıllarda mahallemizdeki camiye giderek de Kur’an okumayı öğrenmiş.
Annem hiç okul yüzü görmemiş olmasına rağmen ihtiyare olduktan sonra Risale-i Nurları okumaya başlamış. Şahsi okumalarında bir paragrafı saatlerce üzerinde durarak ve düşünerek tetkik eder ve “Bu eserler ahireti kazanma ya da kaybetme davasını netice veriyor. Müdakkikane okunmalı” derdi.
Son okuduğu Kastamonu Lahikası’nda nerede kaldığını bilmek için sayfanın kenarını bükmemişti. Kaldığı yere karton bir kâğıt koymuştu. “Lahikalar da Kur’an tefsiri, sayfasını bükmek hürmetsizlik olur” derdi.
“Derslere vaktinde gidelim, geç kalmayalım. Bir tek cümlenin bile kaçırılması o derse hürmetsizlik olur ve istifadem için engel teşkil eder. Geç kalırsam Risale-i Nur beni gayri ciddi görür ve sırlarını açmaz” derdi. Derse vaktinde gitmek için çırpınırdı.
Baş başa yapılan dersleri dinlerken avına kilitlenen ve kanatlarını açmış bir şahin gibi o hakikati avlamak için gözünü bile kırpmaz pürdikkat o dersi dinler, sanki başka bir aleme geçerdi.
Seccadesinin üzerinde ya Kur’an okurdu ya da Risale-i Nur’dan bir eser olurdu elinde… Hiçbir iddiası olmayan ve hatta ömrü boyunca umuma açık bir dersanede -kekeleyerek okuyabildiği için- bir tek defa dahi ders yapmamış bir pir-i fani idi.
“Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz’-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun, gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir.” (Sözler, s. 230)
Dersini lisan-ı hali ile yaşayarak ders veren bir ihtiyare idi. Ümmî olmasına rağmen Risale-i Nur’ları anlamak ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebesi olmak için bir ömür boyu gözyaşı döktü… Dualar etti.
“Said Nur ve Talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırtısı, nutku, alayişi, nümayişi yoktur. Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir davaya vermişlerin şuurlu, imanlı, inançlı kalabalığıdır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 632) cümlesinde geçen “Bilinmezlerden” biriydi…
“Bilinmez” olarak yaşamayı ve ölmeyi başarabilen ihtiyâre bir hanımdı.
Taziye için arayan Cuma ağabeyin “Herkes âlim olabilir, ama ârif olamaz. Esma teyze Üstad Hazretlerinin manevi dersine iştirak etmek için dünyadan göç etmiştir inşallah” duasına âmin diyoruz.
Yine taziye için arayan Safter kardeşin “Esma Teyze kabirde Münker-Nekir meleklerine ’Ben ümmîyim. Benim vekilim elimdeki Kastamonu Lahikası’dır, Risale-i Nur’dur. Suallerinize o cevap versin’ demiştir ve inşallah Risale-i Nur kabirde onun vekili olmuştur” duasına da âmin diyoruz.
Cenab-ı Hak cümlemize imanla kabre girmeyi nasip eylesin inşallah.