"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman menfî harekete izin vermedi

Atilla YILMAZ
08 Mayıs 2015, Cuma
Said Nursî Hazretleri kendisine ve talebelerine yapılan her türlü hakaret, hapis, falaka, işkence ve zulümlere sabır ve metanetle tahammül ediyor; asayişi ihlâl edecek hiçbir harekete tevessül etmiyordu. Talebelerini şiddetten ve mukabele-i bilmisilden ısrarla uzak tutuyor; hiçbir menfî harekete müsaade etmiyordu.

Ortadoğu coğrafyasında İslâmî kıpırdanışlar, din adına devlete yönelişler başladığı devrelerde, Türkiye’de de Kur’ân endeksli bir hareket sessiz sedasız yayılıyordu.

Fert fert, insanların imanlarını kurtarma ve muhafaza etme hareketiydi bu. Sünnet-i Seniyyeyi yeniden ihya etme hareketiydi.

Toplumdaki dinî yozlaşmayı, İslâmî dejenerasyonu, kaybolmaya yüz tutan imanı yeniden kişinin hayatına hâkim kılma hareketiydi bu.

Said Nursî’nin sürgün yediği Anadolu’nun ücra bir kasabasında başlattığı bu iman ve Kur’ân hareketi; bulunduğu beldeyi etkisi altına alıyor, sonra yakın civardaki köylere yayılıyor,  ilçelere, illere sirayet ediyordu.

O zamanlar Anadolu’da okunması ve öğretilmesi yasaklanan Kur’ân’a rağmen, yasaklanan ezana rağmen, yasaklanan dinî tedrisata rağmen, istibdata, zorbalığa, cebberrutluğa rağmen Said Nursî’nin başlattığı fertlerin imanını kurtarma hareketi, bir türlü önlenemiyor; kendisinin ve tabilerinin yolları hep hapishanelere, karakollara çıkıyordu.

Ona ve hareketine “siyasî” bir cereyanmış gibi bakan ve onu yargılayanlara karşı Said Nursî: “Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok… Siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız vaktimi ve hayatımı hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim’’ 17 diyecekti.

Bediüzzaman; yaşadığı ve mücadele verdiği dönem içerisinde en çok; “Dernek kuruyor, cemiyet teşekkül ettiriyor, siyasetle iştigal ediyor, devletin temel nizamlarını dinî kurallara göre değiştirmek istiyor” suçlamaları ile itham edilmiştir.

O, bütün bu suçlamalara karşı, hep müdafaa vaziyeti takınmış, hiçbir zaman saldırgan bir davranış ve tutum sergilememiştir.

Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki İslâmî hareketler devleti öncelerken, Said Nursî bunun tam tersine ferdi önceliyordu.

Kendisine ve talebelerine yapılan her türlü hakaret, hapis, falaka, işkence ve zulümlere sabır ve metanetle tahammül ediyor; asayişi ihlâl edecek hiçbir harekete tevessül etmiyordu.

Ona ve talebelerine, karakol ve hapishanelerde en gaddarâne zulümler yapılırken bile, talebelerini şiddetten ve mukabele-i bilmisilden ısrarla uzak tutuyor; hiçbir menfî harekete müsaade etmiyordu.

Afyon Hapishanesinde mahkûmlara ders verirken hapishane idaresine ve gardiyanlara hakaret değil, hürmet ve saygı göstermelerini tembihliyor, asayişi ihlâl edecek tavırlardan uzak durmalarını ders veriyordu:

“Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar,

“…görüyorsunuz ki, bir bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için, dışarıdan gelen bütün eşyanız ve yemek ve ekmeğinizi ve çorbanızı karıştırıyorlar. Size sadâkatle hizmet eden gardiyanlar, çok zahmet çekiyorlar. Hem siz, beraber teneffüse çıkmıyorsunuz; güya canavar ve vahşi gibi birbirinize saldıracaksınız.

“İşte şimdi, sizin gibi fıtrî kahramanlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar, bu zamanda, manevî büyük bir kahramanlık ile heyete deyiniz ki:

“Değil elimize bıçak, belki mavzer ve rovolver de verilse, hem emir de verilse, biz, bu biçare ve bizim gibi musîbetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız.”18 

Onun cihadı, manevî idi. Maddî cihadın devri kapanmıştı. Artık bu zamanda imana ve Kur’ân’a hizmet manevî olarak yapılacaktı. Kılıçlar kınına konmuş, silahlı cihadın devri bitmişti.

Bediüzzaman’ın, Ortadoğu-Arap coğrafyasındaki İslâmî hareketlerden ayrılan en belirgin özelliği bu idi. Zulüm ne kadar şiddetli olursa olsun sabırla tahammül edilecek ve menfî hiçbir harekete  girişilmeyecekti.

“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir.”19 diyecek ve sözlerini şöyle sürdürecekti:

“Otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.”20

Bediüzzaman talebelerine bu sözlerle vasiyetini bildiriyordu. Bu bir vasiyetti ve kendisi hayatta iken hiçbir talebesi hiçbir menfî harekete karışmamıştı. Vefatından sonra da vasiyeti gereği olarak ve Bediüzzaman’ın ıstılahı mucibince hiçbir talebesi hiçbir menfî harekete karışmayacaktı.

Kendisine ve talebelerine yapılan bunca zulümlere rağmen maddî bir kalkışımda bulunmayan Said Nursî, ülke içerisinde; dahilde kılıçla, silâhla maddî olarak cihadın bu zamanda hükmünün olmadığını, bunu Kur’ân’dan ders aldığını söylüyor ve diyor ki:

“Kur’ân’dan ders almışım.

“Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dahildeki hareket, müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakiki talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı manevîyedeki fark pek azimdir.”21 

Said Nursî’nin, uzun  ve çileli hapishane, mahkûmiyet sürgün akıl dışı zorba muamelelere karşı verdiği iman ve Kur’ân mücadelesinde üç tane önceliği vardı. 

Bunlar: Manevî cihad, müsbet hareket ve ferdin ıslâhını hedef alan bir hizmet metodunu esas almasıdır.

Kendisini haksız yere yargılayan, hakaret eden, iftiralarda bulunan savcılara, siyasetçilere değil maddî bir mukabelede bulunmak, bedduâ bile etmezdi. Kendisine ve talebelerine eziyet edenlere karşı, maddî bir mukabelede bulunmamaları yönünde talebelerini sürekli uyarırdı.

Kardeşlerim diye başlayan mektuplarında “Müdde-i umuminin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, bedduâ dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahili asayişe bütün  kuvvetimizle yardım etmektir.’’22 diyordu.

Said Nursî’nin kendisi ve talebelerine karşı zulmeden siyasetçi ve yöneticilere karşı maddî mukabelede bulunmamasının gerekçeleri, İman ve Kur’ân hizmetinin bu zamandaki yapılış tarzının, metodunun manevî olarak yapılması lüzumundan dolayıdır.

Yoksa onların azlığından ve acizliğinden ve kuvvetsizliğinden dolayı değildir.

Dipnotlar:

17- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s. 406.
18- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 138.
19- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ, s. 455.
20- Age. s. 455.
21- Age. s. 456.
22- Age. Lâh. s. 455.

Okunma Sayısı: 2678
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı