"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Emek ve ittihad (3)

Caner KUTLU
25 Mayıs 2017, Perşembe
Şerif Mardin “Said Nursî Olayı”nı araştırmaya başladığı dönemde içinde bulunduğu “sosyalist” ortamı anlatırken;

“İnsanların davranışlarını anlamada pozitivizmin faydalı olduğuna inanıyorduk. Bilhassa Marksist arkadaşlarımızın en önemli boşluklarından biri, Marx’ın din hakkında söylediklerini hiçbir zaman ciddiye almamış olmalarından doğuyordu. Marx’ın, Türkiye’deki Marksistlerin düşündüklerinin çok ötesinde, çok daha incelikli, ampirik bulgulara dayalı yaklaşımları var din konusunda. Öte yandan Marx Weber’in genel iktisadî yorumlarını kabul edenler arasında, onun aynı zamanda bir din sosyoloğu olduğunu unutanlar vardı.

“Sonuç olarak, ‘Siz en önemli olanları unutuyorsunuz’ şeklinde bir ifade de bulunabiliyordum. Onlar da, ‘Unuttuk; ama bunlar da önemli değil,’ diye cevap veriyorlardı. 

“Halbuki en önemlisi olduğuna hiç şüphe yoktu, çünkü pozitivizm meselesinin başında şöyle bir çıkış noktası var: ‘Din ortadan kalkıyor. Fransa Devrimi Katolikliği yıktı, yerine bir şey koymak gerekiyor...’” 

Mardin’in gördüğü tehlike bugün Batı’da felsefenin bitme noktasına gelmesi ile (durumun yeni farkına varılması ile demeli) evrenselliğin reddi durumunu kaçınılmaz olarak ortaya çıkardı. Buna kimileri “dünyanın sonu” da diyebilir.

Bu aşamada sosyalist düşüncenin evrenselliği “birleştirmekten” ziyade “bölen” olduğu noktasına getiren bir hüküm alanından bahsetmek gerekiyor. Post-Marksist düşünür Etienne Balibar son kitabı “Des Universels” (Evrenseller) üzerine konuşurken buradaki sıkıntılarını da dile getiriyor. Ona göre: “Bugün gözlemlediğimiz de, dinî evrenselcilerin bitmek bilmeyen bir bunalıma gark olmaları... Bu sırada insan hakları temelli evrenselcilik de derin bir bunalıma girmiş durumda. Bunalımı henüz son bulmamış bir evrenselcilik ile bunalımı yeni başlamış bir evrenselciliğin karşı karşıya kaldığı bu durum, çarpışmanın şiddetini açıklıyor...

“Burada Batı’nın, ama aynı zamanda Doğu’nun da büyük bir değişmez değeri var: Şedit ve dışlayıcı olan bizatihi evrenselcilik değildir, evrenselcilikle topluluğun bileşimidir. Aslında bundan kaçınılamadığına göre, onu medenîleştirmenin yolunu bulmak gerekir. Benim gözümde temel siyasî görev bu” diyor Balibar.

Problem Batı’nın yüzyıllardır kaçıp durduğu İslâm gerçeği ile tekrar burun buruna gelmesi olarak karşılanmalı. Bunun için Balibar’ın Libération’a yazdığı bir yazıda şu cümle vardı: “Yazgımız Müslümanların elinde”. 

Ona göre bunun anlamı şu değildi: “Müslümanlar, ya acil olarak modernleşirsiniz ya da mahvolursunuz, biz de sizinle beraber!” Bunun anlamı, şayet direniş bizatihi İslâm’dan gelmezse, şeylerin geri döndürülmez biçimde vahimleşeceğiydi.

“Bunun üzerine bazı kimseler üzerime üşüşüyorlar ve bana: ‘Sen hangi gezegende yaşıyorsun? Halk sınıflarını vahşi kapitalizmden koruma imkânı sağlayan tek çerçeve ulusal kimliktir!’ diyorlar. Yanıldıklarını sanıyorum, ama elbette bunu kanıtlamak gerek. 

“Bunu bir namus meselesi yapıyorum: Ne toplumsal eleştiriden, ne de enternasyonalizmden vazgeçmek istiyorum.

“Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-i Teymiye ve İbnü’l-Kayyimi’l-Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri...” (Tarihçe-i Hayat)  ile çok yanlış başlayan bir dil ve kâinata ve insana bakışın (ve elbette Kur’ân yorumunun!) ürettiği direniş, Batı’da da söylendiği gibi, aslında “sosyalist” bir dil olan anarşistliğin toplumsal şiddet ve terörü “İslâmîleşmesi” kapılarını açmaya çalışıyor. (Yoksa-haşa- İslâm’ın terörleşmesi değil!) Çünkü yeni terör dalgası da bir devletler ya da dinler çatışması değil, sınıflar çatışmasıdır. Zenginler ve fakirler arasındaki derinleşmenin artık tahammül sınırlarının çoktan dışına çıkmış olmasıdır. Buna karşı bir bakış ve duruş ile “doğru hareket” arayışından başka bir şey yoktur. İslâm tek çıkış olarak ortadadır ve bu sebeple bütün çözüm beklenti ve arayışları burada toplanmaktadır.

Bu aşamada (İbni Teymiyye karşısında temel bir yaklaşım olarak) bir başka dâhi olarak Bediüzzaman’ın eserlerindeki sadece bir örnekle, mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî kavramlaştırması bile yeni bir ufuk açacak, kurumuş zihinlere evrensel düşüncenin yeniden ve doğru biçimde inşasında tek başına temel işlevi görebilecektir. Evet, bazı kavramlar hayatın her noktasında insanın olduğu her yerde değişimi gerçekleştirebilir. İşte kainâta, hayata, insana, topluma... mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî yaklaşımları ile bakmak da (Bediüzzaman’ın dört kelimesi mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî, nazar, niyet) modern düşüncenin araçlarından antropoloji ve sosyoloji gibi birikimleri de yeniden ele alacak ve dönüştürecek büyük bir zihin değişiminin tetikleyicileri olabilir. Bunun toplum ve sınıflar ilişkilerindeki yansımalarını daha çok “Müsbet hareket” prensipleri olarak tanıyor ve bunun içinde yorumluyoruz. “Medeniyet çatışması” (Medeniyetler çatışması değil, ya da yukarıda da geçtiği gibi “Medenîleşme çatışması” olabilir durumun adı)  bu şekilde sükûn bulabilir, önce “insan”dan başlayarak  “sulh-u umumî” tesis edilebilir.

Wallerstein’ın “belâlı bir dönem” diye tanımladığı içinde bulunduğumuz “mevcut dünya sistemi ölürken yerine temelden farklı bir başka sistemin geçmeye çalıştığı” dönem.. İşte bu dönem Risalelerin ışığında ortaya çıkacak “yeni kelime ve kavramlar” ile tanımlanması son derece mümkündür.   Yine bir örnek, Cihan Aktaş bir yazısında “hakikat sonrası” bu durumu şu şekilde aktarıyordu; 

“Belâlı dönem”in bir başka özelliği bu: Siyasetin söz labirentleri bütün söylemleri kuşatıyor, farkı görünmez kılıyor. İmge yığınlarına boğuyor bu kuşatma bizi, kültür ve san’at alanında tüketici sıfatına mahkûm ediyor.”

Son günlerin popüler kitabı, Homo Deus’ta denildiği gibi; sosyalistler için san’at politik olmak durumundadır. Buna göre; insan da duygular da devletler ve sınıflar çatışmalarından başka bir şey değildir. Bediüzzaman’ın “siyasetten sığınması” yeni bir yol açıyor fikir ve san’at alanına da... 

Ayrıca Üstad yeni dönemin bu alanda sloganı olabilecek mecraı da açıyor: Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. (Muhakemat) Yani fikrin ve hissiyatın kaynağını aldığı yeni dönem siyasetinden tamamen farklı bir “olay ufku”nu keşfedebiliriz.

 

Okunma Sayısı: 2523
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı