Yeni “infaz yasası paketi”nin haksızlık ve hukuksuzlukları telâfi etmekten ziyade kapasitesinin kat kat üstünde dolup taşan cezaevlerindeki yoğunluğu azaltmayı hedeflediği her haliyle sırıtıyor.
Vakıa şu ki, özellikle 15 Temmuz Hâdisesi sonrası dayatılan ve kalktığı halde hâlen Anayasaya aykırı olarak uygulamaları devam eden OHAL KHK’larıyla kamu ve özel sektörden ihraç edilen, en son OHAL Komisyonua müracaatları reddedilen 91 bin 300 kişinin uğradığı mağduriyetlerin giderilmesine dair hiçbir düzenleme yapılmış değil.
Ancak en çarpıcısı, “ceza indirimi” ve “kalıcı infaz oranının yarı yarıya düşürülmesi”yle, “denetimli serbestlik süresinin uzatılması”yla, dolandırıcılık, gasp, darp, tefecilik, çete-mafya suçlarına “örtülü affa” varan ceza indirimleri getirilir ve cezâsı kesinleşip hüküm almış hükümlülerin cezaevlerinden çıkmaları sağlanırken, haklarında kesinleşmiş hüküm bulunmayan, hâlen yargılanan ya da iddianâmeleri bile hazırlanmamış, yargılanmalarına başlanmamış tutuklulara ilişkin hiçbir düzenleme olmaması…
“TERÖR TANIMI” TÂDİL EDİLMELİ
Oysa hukukçular, gözaltı ve tutuklama furyasında öncelikle aylardır - yıllardır “yargısız infaz”la, haksız kararlarla tutuklanarak temel hak ve hukuklarından mahrum edilen binlerce vatandaşın derhal tahliye edilip uğradığı mağduriyetlerinin ortadan kaldırılmasının, infaz adâletinin olmazsa olmazı olarak tutuksuz yargılanmalarının önünün açılmasının öncelikli olduğunu belirtiyorlar.
Vaziyet şu ki yüksek yargı başkanlarının ikrarıyla yargıya güven yüzde 30’lara inmiş. AKP’li Adalet eski Bakanının yakınmasıyla, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmüyle “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkim teminatına” dair “Anayasanın 138. maddesi ölmüş.” Ve hukukun siyasi iktidarın güdümünde “tâlimatla siyasallaştırıldığı” vartada Türkiye, “hukukun üstünlüğü endeksi”nde 126 ülke arasında 109. sıraya düşmüş.
Bunun içindir ki hukukçular, Terörle Mücadele Kanununun 7. maddesinin ikinci bendindeki “terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır” ibaresinin, düşünce ifâdesini “suç” sayıp cezalandırmakta istimaline dikkat çekiyorlar.
İktidardakilere en ufak bir eleştiride bulunanlara “terörist” iftirasıyla, insafsızca “terör örgütüne yardım ve yataklık” saptırmasıyla dayatılan haksızlık ve hukuksuzlukların sürdürülmesine karşı, âcilen yasadaki “terör tanımı”nın düşünceyi ifade özgürlüğü ekseninde tâdiliyle iyileştirilmesi gereğini nazara veriyorlar.
YARGI “TEPEDEN TÂLİMATLAR”DAN KURTARILMALI
Bu hususta, Bediüzzaman’ın, çağdaş hukukun, en ileri ve özgürlükçü demokrasilerin varmaya çalıştığı değerleri ihtiva eden “Asâyişi ihlâl etmemek şartıyla hiç kimse fikrinden dolayı mes’ul olmaz (sorgulanmaz); kabul etmemek, tasdik etmemek, idârece bir cünha (sorgulanacak bir kabahat), bir suç teşkil etmez. En müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idâreye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder (suçsuzluğunu ortaya koyar)” tesbitleri temel alınmalı. (Kastamonu Lâhikası, 206)
“Muhalefet, meşrû ve samimî bir muvâzene-i adâlet unsuru” olarak kabul edilip adâletin ölçüsü ve dengesi sağlanmalı. “Adâletin muktezâsı (gereği) olarak mahkemeler, her türlü hârici tesirâttan (hukuk dışı etkilerden ve baskılardan) azâde (bağımsız) olmalı.” (Tarihçe-i Hayat, 201-202, 564)
Hukukun üstünlüğü ve adâletin tesisi için, yine Bediüzzaman’ın “vatandaşların haklarını aramalarının yegâne mercii olan adâlet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz; hâkim ve mahkemenin tarafgirlik şâibesinden uzak ve gayet bîtarafane (tarafsız) bakması adâletin birinci şartıdır” çağrısıyla yargının tepeden “telkinat” ve “tâlimatlar”la “siyasallaştırılmak”tan kurtarılarak, hür ve bağımsız kılınması sağlanmalı.
Özetle, haksızlık ve hukuksuzlukları önlemek, hakkı ve hukuku hayata geçirmek için âcilen hukuka göre doğru “terör tanımı”yla düşünceyi ifâde suç olmaktan çıkarılarak hukuk dışı tutuklulukların, haksız ve hukuksuz yargılamaların sona erdirilmesi çok önemli.
Aksi halde bu “paket”ten de bir çözüm çıkmaz; yine havanda su dövülür; düşünceyi ifâdeyi cezalandıran hukuksuzluk ve haksızlıklarla alevlenen kutuplaşma ve kamplaşma fitnesiyle milletin birlik ve bütünlüğü kan kaybetmeye devam eder.