“Esefa, gaye-i hayalden tenâsi (unutma) veya nisyan olmakla ezhan (zihinler) enelere dönüp etrafında gezerler. İşte gaye-i hayal, maksad-ı âli bütün vuzuhuyla meydana atılmıştır.” (Tulûat) Hakikatini ifade eden Bediüzzaman, ulvî ve kudsî gayelerden uzaklaşarak hedeflerini kaybedenlerin enaniyetlerinin kuvvetleşeceğini ve bu kuvvetleşmiş olan enaniyetlerine istinat etmekten çekinmeyeceklerini ifade etmektedir.
Azim bir dâvâyı taşıyanların zihinleri bu kutsî dâvânın getirdiği hedeflere göre şekillenmelidir. Sadece kendisini düşünen bir zihin, küllî, umumî ve kuvvetli bir dâvâyı taşıyamayacaktır. Şahsiyetçilik yaparak yalnız kendini düşünenler büyük manevî kuvveti kaybedecek hizmeti de şahsî ve cüz’î kalacaktır. Büyük bir dâvânın müntesipleri gaye-i hayallerini unutmamalı enaniyetin zihinlerini işgaline izin vermemelidirler.
Barla Lâhikasında Hulusi Ağabey bu büyük gaye-i hayali ifade etmektedir. “Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’ân’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’ân’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir” diyen Hulusi Ağabey hizmet-i imaniyede bulunmayı ”en büyük emel, en ciddî temenni ve en mukaddes niyet” olarak değerlendirmektedir.
Gaye-i hayal, maksad-ı âli bütün vuzuhuyla meydana atılmışken zihinleri enelere döndürmenin ve o enenin etrafında gezdirmenin yanlışlığı ortadadır.