Ramazan sevinci...
Ufkun pembe kızıllığında gündüzü ötelere gönderirken, gözlerimde kalan yegâne hissiyat ümid oluyor. Güneşin yarın yine doğacağına olan ihtiyacımı kuvvetlendiriyor, recânın hayatımızdan nasıl da ayrı düşünülmeyeceğini öğretiyor.
Ne kadar muhtacız recânın baş döndürücü rüzgârına. Rabbimizin affını, mağfiretini, selâmını ummaya, beklemeye, ümid etmeye ne kadar muhtacız. Her bir günah kalbimizde siyah bir nokta, ruhumuzda tekessür, gözümüzde yaş olarak bize dönerken, keşke demeye, pişmanlıklarımızı görüp bize emn-ü emanını gösterecek Rabbimizden ümid etmeye ne kadar da muntazırız!
Günahlarımızın hacâleti boynumuzu büküyor. Rabbimizin huzurunda kemerbeste-i ubudiyet içerisinde beklerken, recânın serinletici coşkusu olmasa, huzura girer miydik? El açıp gözyaşı döker miydik? Rabbim yaptım, affet der miydik, diyebilir miydik? Zaaflarına yenilen, nefsine esir düşen, rahatlığın sıcak koynundan çıkıp cehde, gayrete yapışamayan ruhlarımızın, O’nun yüzüne bakmaya cesareti olur muydu?
Ramazan her türlü fırsatı ellerimize bırakırken, recânın kapılarını açıyor ardına dek. Ümid etmenin engin halini, ruhî dinginliğini ikram ediyor. Ümidin benliğimize dolduğunda neler yaptırabileceğini, ümidin gözlerine bakmayan bir şuurun nelerden mahrum kalabileceğini ihsas ettiren en güzel sır Ramazan.
Her sadaka verişte, her oruca niyet edişte, sahura kalkışta, tebessüm edişte, öfkeyi yutuşta çaldığımız her kapı ümidin kapısıdır. Her amelimizin neticesini Sen’den bekliyorum Rabbim demenin cisimleşmiş halidir ümid. Kasem ederim ki, Ramazan’da ümidin, recânın kapısında eğleşmeyen hiçbir gönül, Ramazan’dan hakkıyla istifade ettiğini söyleyemez ve bekleyemez.
Recâya, var oluşa, yeniden dolmaya, taşmaya, ümidi bulmaya merhaba!