"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanları uykudan uyandıran hürriyet

M. Ali KAYA
06 Aralık 2016, Salı
NAMIK KEMAL’İN RÜYASI

Toprak olmayınca zelîl olduğunuzu anlayamayacak mısınız? Rüzgâr toprağınızı berhava edinceye (havaya savuruncaya) kadar hiç bir suretle ulviyet bulamayacak mısınız?

“Sübhan’  Allahi’l-Azîm! Meğer ne kadar mel’ûf-ı hakaret (hakaret alışkanlığına), ne derecelerde esir-i âdet olmuşsunuz!

“Mertlik, levendlik, şecaat (yiğitlik), hamiyet, fezâil (faziletler), mürüvvet (iyilikseverlik), istihkâr-ı müşkilât (hor görünme), istikbâr-ı deniyyât (kötülüklerin büyüklükleri), cür’et-i teşebbüs, ihtiyâr-ı mehâlik (tehlikelerin seçilmesi) ile serfirâz-ı akvam (kavimlerin en üstünü) addolunan milletsiz misiniz? Ne kâzib (yalancı) şöhretler, ne mânâsız dağdağalar!..”

Söz buralara vâsıl olup da, millet-i âli-şânımın (şanı yüce milletimin) unvân-ı iftiharı lisan-ı tezyif (alçaltma) ile yad olunmağa başlayınca, ma’şûkasından (sevgilisinden) akaid-i mukaddesesi (kudsî kaideler) aleyhinde makalât işitmiş bir sevda-zede (sevdalı) gibi gönlümde iki cihetle dağ üstüne dağ açılmağa başladı.

Kendimi bulunduğum vakfe-i tahayyürden (hayret makamından, duruşundan) alarak mukabele azmiyle timsâlin durduğu tarafa im’ân-ı nazar eyledim (inceden inceye araştırdım): Gördüm ki, hürriyetin sağ canibinde birçok vecîh (yön) ve mükellef zatlar var. Birazı sinn-i meşîbe (ihtiyarlık yaşı) varmış; mûlarından (kıllarından) haytü’ş-şuâ’-ı zekâvet (zekanın kıvılcımları) gibi, kuvve-i tecârib (tecrübe hissi) ile revnak (parlaklık) bulmuş  bir nûr-ı sefîd (beyaz ışık) iltimâ’ ediyor (ışıldıyor). Bir çoğu nevbahar-ı şebâb (gençlik pınarı) içinde henüz taze hayat zuhuru (ortaya çıkması) ile taravetyâb olmağa (tazelenmeye) başlamış çehrelerinden, hün-ı cuşân-ı hamiyet (hamiyetin coşkulu kanı) gibi, hararet-i hissiyat (hislerin sıcaklığı) ile galeyan etmiş (coşmuş) bir reng-i civân-merdî gülfeşân (yiğit benzeri gül saça) oluyor. Cümlesinin dimâğ-ı idrâki (beyinlerinin anlayışı) in’itâf-ı hurşid-i ma’rifetle (marifet güneşinin artmasıyla) mehtâb gibi sâf ve latif bir nur içinde parlayıp duruyor, kâffesinin (hepsinin) kalb-i hassası iltihâb-ı nâire-i hamiyetle (hamiyet ateşinin sıcaklığııyla) zemin gibi koca bir âleme ancak güncâyiş-pezîr (sığınak) olacak bir hararet isti’âb eyliyor (içine alıyor).

Hepsi benden bin kat ziyade bir hâhiş ile (kuvvetli arzuyla) cevâba hazıkalb-i hassarlanmış. Hürriyet ise o dilrübâ (gönül alan) gözlerini bir meyl-i müşfikane (şefkatlice yönelme) ve tarz-ı âşıkane (aşıkçasına) ile o fırka-ı sâhib-vekâra (ağırbaşlılık sahibi topluluğa) atfederek bir lutf-ı garîb ile nazar ederdi ki, bulunduğu edâ-yı dilnişini (gönülde yer eden bir tavırla) kayb ettirmek havfıyla (korkusuyla) kimseler feth-i kelâma kıyamazlardı, nihayet yine hürriyet söze âgâz ederek (başlayarak):

“Ey vatanın murâd-ı müşahhası (belirgin muradı), milletin hâmi-yi necatı (kurtuluşunun hamisi), hamiyyetin sermâye-i hayatı (hayat sermayesi), insaniyyetin ümid-i istikbâli (gelecek ümidi), sevâbıkın bürhân-ı kemâli (geçmişinin mükemmel delili), halin (şimdinin) mükâfât-ı her melali (sıkıntısının mükafatı), âtinin ‘geleceğin) rehnü-mâ-yı izz ü ikbâli (izzet ve ikbalinin yol göstereni) olan meslek-perverân-i hamiyyet (hamiyet mesleği)!

“Demin kâzib (yalancı) dediğim şöhret onlara izafetledir (kıyasladır). Ecdadınızı her türlü fezâil-i insâniyyede (insanî faziletlerde), vatanınızı her nev’i bedâyi-i tabiiyyede (tabiî güzelliklerde) mümtaz eden (değerli) Mutâ-ı hakikînin (Hakiki boyun eğilen, itaat edilenin, yani Allah) nâm-ı feyyazına (Feyyaz-bolluk ve bereket veren-ismine) yemin ederim ki on, on iki sene içinde gâh zincir-i esaret dedikleri ejder-i helâhil-feşânın (zehir saçan ejderhanın) dendân-ı tasallutundan (tasallut dişlerinden), gâh hükm-i galibâne ismiyle yâd eyledikleri peleng-i akürun (azgın panterin) dehân-ı tagallübünden (güçlü ağzından) kuvve-i bazû-yı himmetle (himmet bileğinin gücü) igtinâm ettiğiniz (talan ettiğiniz) rızk-ı kerîm-i terakkî (yükselmenin bol rızkı) sizin de nâmınızı veliy-yü’l-ihsân-ı insaniyet olan (insanlığa bağışta bulunan) mürebbiyân-ı akvamın (kavimlerin terbiye edicisi) unvan-ı iftihârıyle beraber ahlâfın (kendisinden sonra gelenlerin) lisan-ı tahmîdinde (şükür lisanında) ilelebed mustakır edecektir (yerleşecektir).

“İmârına çalıştığınız şehristan-ı temeddün (medenileşme şehri) daha tesisine yeni başlanmış olmak cihetiyle şimdilik kabristan gibi mahûf (korkunç tehlikeli), taş toprak gibi muhakkar (kararlı) görünüyor. Fakat bilmez değilsiniz ki, istikbalde nasıl bir firdevs-âbâd-ı saadet (mutluluk beldesi) olacaktır!

“Maziyi düşünüp de şerm etmeyiniz (utanmayınız), hâle (şimdiye) nigâh edip (bakıp) de fütur (usanç) getirmeyiniz ki, zamanın âti için besleyip geldiği füyüzâtın (feyizlerin, inayetlerin) tarîk-i azmini (geniş yolunu) açmakta ve tesrî’-i vusulünü (ulaşımın hız kazanamını) aramakta hakk-ı takaddüm (öncelik hakkı) sizindir. Ef’âlinizle (yaptıklarınızla) ne kadar iftihar etseniz neden lâyık olmasın ki, yalnız nâmınız değil, fikriniz de ilelebed beka bulacak, ilelebed büyüyecek, ilelebed rühü’l-vakt (zamanın ruhu) hükmünü bularak vücüd-ı cem’iyete (topluma) hayat-bahş olacak (hayat verecek).

“Gerek galibiyet ve gerek mağlûbiyet halinde yine neticesi böyle bir tevfîk-ı azîm (büyük bir başarı) olan maksad-ı mukaddesin (kudsî gayelerin) hizmetinden büyük dünyada ne devlet, ne saadet tasavvur olunabilir?

“Küçük bir âlem vüs’atinde (hızında), âli bir cennet kadrinde olan vatan sizinle mubâhât eder (övünür) iken, siz vatana olan hizmetinizle neden iftihar etmeyeceksiniz? Gayret, gayret ki Şark ve Garb terakkiyâtınıza nazar-ı hayretle bakıyor, cihân-ı medeniyet mîzân-ı itidalini (orta yolunu) rezânet-i ikbâlinizden (şöhret vakarınızdan) bekliyor, marifet kaleminize, namus-i millet kılıcınıza, himmet fikrinize, hamiyet kalbinize sığındı.

“Bârika-ı efkârınıza (fikirlerinizin pırıltısına) karşı, cehalet, infilâk-ı sabaha (sabahın doğuşuna) tesadüf etmiş şebpere (yarasa) gibi ser-gerdân-ı hayret (hayretten başı dönen) olarak etrafa çarpınmaktan, pençe-i himmetiniz altında ta’addî-yi sayyâd (avcının zulmü) elinde kalmış gürg-i ceriha-dâr (yaralı kurt) gibi bir müstekreh (iğrenç) harhara-i me’yûsiyetle (ümitsizlik hırıltısıyla) dendân-ı kine (kin dişlerini) göstermekten başka birşeye muktedir olamıyor. Galebe, râyet-i azminizi (büyük bayrağınızı) takib için bir işaretinize bakıyor. Tevfik-i ezelî, âgüş-ı telâkisini (buluşmak için kucağını) açmış, teveccühünüzü bekliyor.

“İleri! İleri! Ey millet-i âlî-himmet (himmeti yüce millet) ki darü’s-selâm-ı saadet (saadet diyarı), şu güzeranı (geçici) birkaç gün ihtiyar-ı meşakka (sıkıntının seçilmesine) mütevakkıf (bağlı) olan muzîk-ı ıztırabın (ıstırabın sıkıntısı) hemen o tarafındadır.

“Ben ne tarif edeyim? Ektiğiniz tohm-ı feyyâz-ı hamiyetin (hamiyetin bol tohumları) hafâhâne-i istikbâlde (geleceğin gizliliğinde) perveriş-yâb olan (beslenen) semere-i kemâlâtı (olgunluk meyveleri) işte gözünüzün önünde duruyor” dedi.

Hayal sür’atle yine geldiği tarafa çekilerek, bir kere silkindi, sarıldığı buluttan sıyrıldı, vücûdunu ateşî kırmızı bir nûrânî libas (elbise) ile setr eyledi (örttü), büründüğü sehâb-ı lâtif (latif bulut) ise elinde yine o renge mail (istekli) bir alem şekline tahavvül etti (değişti) ki ortası milletin tâli’-i ikbâl (geleceğinin kısmatinden) ve seyf-i celâlinden (öfkenin kılıncından) nişan olan necm ü hilâl ile tezyîn olunmuş (süslenmiş) ve kenarına gümüş tellerle “Yed-i hürriyetindir râyet-i ikbâl-ı Osmanî / Bi-hamdillah erişti devr-i istikbâl-i Osmanî” (Osmanlının şanlı bayrağı hürriyet elidir, Allah’a şükürler olsun ki Osmanlının gelecek devirleri buna erişti) beyti nakşedilmişti. Hayatperverlikte nefha-ı ruhu (ruhun üflenmesini) andıran nesimin (rüzgârın) hafif hubûbuyla (okşamasıyla) râyet (bayrak) temevvüc ettikçe (dalgalandıkça), güya ki havanın tazyiki küre-i zemini (yeryüzünü) tastîh ile (bastırarak) inhidâbını (kamburunu) izâle ederek, piş-i nazarda (gözönünde) şehirleriyle, sahralariyle, nehirleriyle, deryalarıyle, bir kişver-i bîhemtâ (benzersiz ülke) azamet-nümûn (büyüklüğüyle örnek) olmağa başladı.

Dikkatle baktım: Meğer o kişver(ülke)—ki bir hârika-i mahsûsa (özel bir harika) ile avâlim-i ulviyyeden (ulvi alemlerden) nümûne-i umrân (bayındırlık örneği) olmak için hâke (toprağa) sevk olunmuş bir devlet-serâ-yı rûhânî (ruhani bir devlet toprağı) zannolunurdu—sermaye-i vücûdumuz bir kabza hâkden (topraktan alınmış) ibaret olan vatan-ı mukaddes imiş. Şu kadar var ki içinde masnû’ât-ı beşeriyyeden (insanlığın sanat eserlerinin) maddî ve manevî mevcûd bildiğimiz âsârın (eserlerin) binde biri kalmamış. Yerlerine hayalât-ı şâirânenin (şairane hayallerin) en galeyânlı (coşkun) zamanlarında âlem-i tasavvura (tasavur alemine) bile güç hutur eder (akla gelir) nice bedâ-yî’ kaim (eski güzellikler) olmuş. Vaz’-ı hendesesinden (şekillerinden) ma’da (başka) hiç bir alâmetten o yerlerin içinde müte’ayyiş olduğumuz (yiyip içtiğimiz) mülk olduğunu idrâk mümkün değildir.

Vatanın bu umrân-ı feyzâfeyzini (feyzle dolu denizini) görünce sükkânı (oturanları), hayat-ı ebediyye ile mübeşşer (müjdelenmiş) bir âlem-i imkâna (kâinata) vusul bulmuş kadar şevk ve meserretle (sevinçle) o canibe (yöne) şitâb eyledim (aceleyle koştum), takarrüb ettiğim (yaklaştığım) sırada hava karardı.

Fakat mülkün her ciheti o derece tenvîr olundu (aydınlandı) ki şehirlerinde, yollarında, sahralarında lem’a-nisâr olan (ışık saçar) nurânî meskenlere baktıkça mekmen-i kudretten (kudret meskeninden) binlerce mehtabı, yüzbinlerce kehkeşanı, milyonlarca yıldızı cami bir âlem-i diğer peyda olmuş kıyâs ettim.

Refte refte (gide gide) yine sabah oldu, ben de o zemîn-i ümrana vusul buldum: Gördüm ki her merhalede, bir güne nisbet, bir kıt’adan ma’mûr, bir âlemden servetli şehirler, her saat başında şimdiki şehirlerden büyük, kişverlerden (ülkelerden) mahfuz karyeler (köyler), her sokakta bildiğimiz saraylardan ziynetli, kalelerden metin haneler bulunuyor.

Demiryolları, âdi caddeler, nehirler, cedveller, damar kadar kesrette ve birbirine girift bir halde etrafa yayılmış, vesâit-i hayatı her cihete cereyan-ı dem (zaman akışı) sür’atiyle îsâl ediyor (ulaştırıyor), mâhi (balık) gibi ka’r-ı deryada (denizin dibinde) yüzer, tâir (uşan) gibi evc-i havada (yüksekte) uçar vesâit-i intikâl (ulaştım racı) peyda olmuş. Ebnâ-yı beşer (insanoğlu) ecsâm-ı sulbe (katı cisimler) gibi mâyi’ât (su gibi akan) ve ebhireyi (buharları) de pâymâl-ı tagallüb (zorbaların ayaklarının altına alıyor) eyliyor.

Ümmetin cevâhir-i tabiat (doğal kaynaklar) alel-umûm (genel olarak) pîşgâh-ı istifâdesine (ön istifadesine), serâir-i hikmet (hikmetinin sırları) bütün bütün kütübhâne-i intifâ’ına (Faydanın kütüphanesine) dökülmüş! İçlerinde en bedbaht addolunan bir fakir zamanımızın en muktedir padişahlarından ziyade lezzet ve refahla yaşıyor.

En zekâsız sayılan bir şakirdin mahfûzâtı (ezberledikleri) bugün en mütemeddin (medenileşmiş) bir payitahtın (padişahın) en zengin kütübhânelerine sermaye-i iftihar olan sunûf-ı kemâlâta (olgunluk mertebelerine) mukabil geliyor!

Hakimiyet-i ümmet—ki insanı istiklâl-i ef’âlinde (fiilerindeki bağımsızlık) bir dereceye kadar maddîyâtın kavânîn-ı tabi’iyyesine (tabiî kanunlarına) bile ittibâ’dan (bağlılık) serâzâd (başıboş) eden irâdât-ı ihtiyariyye (seçme gücü) mütemmimatındandır (tamalayandandır)—mukteziyâtını (gerekeni) kamilen fi’ile (mükemmel olarak meydana) getirmiş. Herkesi kendi âleminde cihangirlere gıbta-resân (gıbta verici) olacak bir saltanat-ı hassa ile mensûb olduğu cemiyetde kâffe-i evâmir-i ma’külesini (alka uygun emirlerinin hepsi) infaz eylediği için hey’et-i medeniyye her cüz’ü bir padişahtan terekküb etmiş (oluşmuş) bir vücût gibi görünüyor.

Okunma Sayısı: 2074
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı