Toplumun olduğu yerde yönetici vardır. Yöneticinin olduğu yerde devlet var demektir.
Zira devlet demek idareci demektir. İdarecinin görevi de güvenliği ve adaleti sağlamaktır. Güvenlik ve adalet siyasetle sağlanır. Bu sebeple siyaset gereklidir ve toplumun asayiş ve huzurunu temin etmeyi amaçlar.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurlar’da siyaseti müsbet ve menfî olmak üzere ikiye ayırır. Müsbet siyaset asayiş ve emniyeti, adalet ve güveni sağlayan siyasettir. Menfî siyaset ise bunun tersi olan dört nevi siyasettir.
Bunlar:
1. Siyaseti dinsizliğe alet etmek,
2. Siyaseti menfaate alet etmek,
3. Siyaseti ırkçılığa alet etmek,
4. Dini siyasete alet etmektir.
Bediüzzaman’ın “Siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınırım” dediği husus budur.
**
Müsbet siyaset demokratik siyasettir. Zira demokratlık ve Cumhuriyet “Adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” (Beyanat ve Tenvirler, 1998, s. 44; ESDE, 2012, s. 52-53.) Siyasetin amacı da budur. Adalet, siyasîlere Allah’ın en önemli emridir. Zira yöneticiden beklenen ve istenen şey adalettir. Meşveret, Allah’ın siyasîlere emridir ve “Müslümanların işi aralarında meşveret iledir.” (Şûrâ Sûresi, 42:38.) Kanunda inhisar-ı kuvvet ise kanun hakimiyetidir. Kanun hakimiyeti şahıs baskısını kaldırır, herkesi hukuk karşısında eşit yaparak adaleti sağlar. Peygamberimiz (asm) “Hukuk karşısında herkes eşittir” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 2: 433.) buyurur. Bu eşitliği ancak kanun hakimiyeti sağlar.
Bu zamanda adaleti, kanun hakimiyetini sağlayan ve meşveretle iş görme metodunu uygulayan sistem, ancak demokrasidir. Dolayısıyla demokrasinin hakimiyetini sağlayan siyaset müsbet siyasettir ve dine hizmet eder. Zira toplumda dinin hakimiyeti adaletin, meşveretin, imanın ve doğruluğun hakimiyeti şeklindedir. Siyaseti bu amaca yönlendirmek siyaseti dine hizmet ettirmektir ki Bediüzzaman bu mesleği takip etmiştir. (Hutbe-i Şamiye, 52-53.) Mü’min bir siyasetçi adalet ve meşvereti temin eden yasaları yaparken elbette bunu Allah adına ve Allah rızası hedefine göre yapacaktır. Bu durumda yönetim de İslâmî yönetim olacaktır.
**
Bediüzzaman “Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete aittir; yüzde biri siyasete mütealliktir, onu da ululemirlerimiz düşünsün” (ESDE, s. 127.) derken dinin yüzde birinin özellikle yöneticileri ilgilendiren ve Kur’ân-ı Kerîm’in yüzde birini teşkil eden içtimaî ve siyasî prensipler olduğunu ifade ediyor. Bunlar Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık 50-60 âyettir ve yüzde birini teşkil eder. Bizim Allah’ın bu emirlerini siyasî ve içtimaî hayatta uygulamadığımız için dünyada perişan bir vaziyete düştüğümüzü ifade eder.
Bunlar da “Adalet, Meşveret, Doğruluk, Hürriyet, Hukukun üstünlüğünü sağlamak, Emanet olan yönetimi ehline vermek” gibi emirler olup, yöneticilerin uyacağı ve uygulayacağı temel hukuk kurallarıdır.
Bu temel kuralları bu gün kim uyguluyor? Maalesef demokrasi ile idare edilen Batı Ülkeleri... İşte bu sebepledir ki Bediüzzaman “Asya’nın bahtını ve İslâmiyetin taliini açacak yalnız meşrûtiyet (demokrasi) ve hürriyettir.” (Beyanat ve Tenvirler, 1998, s. 55.) demektedir.
Bu durumda siyaseti dine hizmet ettirmek demokrasi ve hürriyeti hakim kılmakla mümkün olacağı için Bediüzzaman, Demokratları desteklemiş ve DP’ye oy vermiş, talebelerinin de DP’nin iktidarı için fiilen çalışmalarını istemiştir.
“Adalet, Meşveret ve Kanun Hakimiyetini” sağlayan demokrasi Batıdan da gelmiş olsa; o ki Allah’ın emirlerini sosyal ve siyasî hayata hakim kılıyor; bu durumda Batıdan gelen bu cereyan dahilde muvafık şeklini giyer ve “harici kendisine bir alet-i layeş’ur edebilir.” (Beyanat ve Tenvirler, 117.)
İşte Bediüzzaman’ın “Siyasetteki Muktesit Mesleği” ve siyasete girmeden “Siyaseti dine dost yapması” demokrasiyi ülkeye hakim kılmak için “Demokrasiyi araç olarak görmeyen” gerçek demokratlara destek olmak şeklindedir.