"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

666 ile yeni bir dönem

M. Latif SALİHOĞLU
02 Şubat 2016, Salı
Makamı “Yedinci Şuâ” olan Âyetü’l-Kübrâ isimli risâle, 1938’de Kastamonu’da telif edildi.

Bu hacimli eser, çok ağır, çok meşakkatli şartlar altında yazıldı.

“Yarım ümmi” vaziyette olan Üstad Bediüzzaman, evi tam karakol karşısında, perde takması yasaklanmış ve yanında kimsenin kalamadığı fevkalâde sıkıntılı ve yorucu bir vaziyette iken kaleme alındı.

O senenin en mühim bir hadisesi de, M. Kemal’in ölümü idi. Yani, o şahsın ölmesi ile bu eserin meydan-ı zuhûru, aynı seneye tevâfuk etti.

Bir başka ifade ile, en müthiş rakibin dünyadan gitmesi ve en büyük bir manevî kuvvetin imdada yetişmesi, eş-zamanlı olmuştur.

Dolayısıyla, bu iki mühim hadise, bir çok yönüyle yeni bir dönemin başladığın da haber vermiş oluyor.

Vakıanın ve hakikat-i hâlin böyle olduğunu, bilâhare telif edilecek olan “Karadağın Bir Meyvesi” başlıklı lâhika mektubundaki ifadelerden daha açık bir şekilde anlayabiliyoruz.

Velhâsıl, meseleye hangi yönden bakarsak bakalım, karşımıza gayet hikmetli ve harikulâde tevâfuklu bir gelişmenin ve yeni bir dönemin tezâhürlerini görmekteyiz.

İşte, o tevâfuklardan birini de, 1938’de telif edilen ve aynı sene içinde ilk tebyizi (müsveddeyi temize çekme) yapılan Âyetü’l-Kübrâ Risâlesine dair müellif-i muhteremin şu ifadelerinden öğreniyoruz:

“Bu müsveddenin birinci tebyizi bir mübarek zât tarafından oldu. O zâtın tevafuktan haberi yokken, yazdığı nüshada, kayda lâyık şöyle lâtif ve mânidar bir tevâfuk gördük ki: O nüshanın satırları başında ‘elif’ler 666 olarak yazılmıştır. Bu hâl ise, Hazret-i İmam-ı Ali (radıyallahu anh) tarafından bu hususî risaleye verilen Âyetü’l-Kübrâ nâmının cifrî ve ebcedî makamı olan 666 adedine tam tamına muvâfakatı ve mutâbakatı ile, bu risâlenin bu nâma liyakatını gösterir.

“Hem, âyât-ı Kur’âniyenin adedi olan 6666’nın dört mertebesinden üç mertebesine tevâfuku dahi, bu risâlenin, âyâtın bir lem’âsı olduğuna bir işarettir diye telâkki ettik.” (Bkz: Yedinci Şuâ.)

Eserin gizlice basılması

Yeni bir fütûhât devresinin başlangıcını haber veren Âyetü’l-Kübrâ Risâlesi, yaklaşık dört sene gizli ve perde altında intişar etti.

1942’de ise, Kahraman Tahirî’nin gayretiyle, İstanbul’da gizlice tab’ edildi. Böylelikle,  Risâle-i Nur, hem “hizmetin medet beklediği” İstanbul âfâkına girmiş oldu, hem de matbuât lisanıyla geniş bir sahada intişara başladı.

Bundan şiddetli rahatsız olan ehl-i dünya ve ehl-i siyaset, dehşetli bir operasyon başlattı.

Evvelâ, Âyetü’l-Kübrâ Risâlesini yasaklatmak için, bu eser bilhassa muhalif ve muarız kişilere ve sırf “tenkit niyetiyle” okutturuldu.

Ne var ki, tenkit niyetiyle okuyanlar dahi “imanlarını kurtardıkları” gerekçesiyle aleyhinde rapor yazmadılar. Bu sefer, ehl-i hükümet hiddete gelip Üstad Bediüzzaman ile 120’den fazla talebesini Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevk etti.

Bu gaddarâne muamelenin gaye ve hedefi, tek kelime ile “imha” idi.

Fakat, tecelli, yine tam tersine oldu. Eli kanlı mahkûmlar, Nur’a dost ve talebe oldu. Mahkeme heyeti ise, ittifakla Üstad’ın, talebelerinin ve eserlerinin beraetine karar verdi. 

* * *

Âyetü’l-Kübrâ’nın telifi, matbuat âlemiyle intişara başlaması ve mahkemeden de beraet kazanması, adeta “Mehdiyetin Süfyaniyete galebesi” mânasını taşıyor.

İşte, bu mânaya dair bir delil de, yukarıda kısaca bahsettiğimiz “Karadağın Bir Meyvesi” başlıklı lâhika mektubunda görmekteyiz.

Nur Külliyatı içinde, ehemmiyetine binaen üç ayrı eserde yer verilen bu mektupta, tâ 1909’dan itibaren yaşanan “hasâretli, helâketli, felâketli...” hadiselere Sure-i Ve’l-asr’ın projeksiyonu ile bakılıyor.

Özetle, şu noktalar nazara veriliyor: Bu kısa sûrenin hasâretten (husrin) bahseden ilk ayeti 1909’daki Hareket Ordusunun tahribatından, İtalyan ve Balkan Harplerinden, Harb-i Umumi ve İstiklâl Harbinden ve ondan sonraki manevî/ahlâkî tahribattan, kıtlıktan ve zelzelelerden haber verip, bu silsilenin 1942-44 yıllarından itibaren sona ereceğini bildiriyor. İkinci âyet ise, “iman edenler ve salih amel işleyenler” için, artık galibiyet ve galibâne fütûhat devresinin başladığını haber veriyor.

Nitekim, öyle oldu. Ehl-i dünya, var kuvvetiyle çalıştığı halde, Nur Talebelerini imha edemedi ve Nur Risâleleri hakkında mahkemelerden yasak kararını çıkarttıramadı.

Nur Talebeleri, sayıca ve maddeten gayet az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz oldukları halde, Allah’ın inayeti ve onlardaki ihlâs ve sadâkatin kuvveti, ehl-i siyasete galebe çaldı ve “İhtiyar Hoca” gibilerini de devreye sokarak hazırlamış oldukları plânları akim bıraktı.

İşte, tarihteki bu gelişmelere benzer şekilde, bir başka hadise de yakın zamanda cereyan etti. Aynı “İhtiyar Zat”ın yolundan gidenler, bir başka plân ile Nur Risâlelerinin serbestiyetine türlü engeller koyma teşebbüsünde bulundular.

Bu “suret-i hak maskeli” manialara karşı ise, evvelden olduğu gibi yine müsbet hareketle, hukuk zemininde ve meşrûiyet içinde kalınarak, tam tamına 666 gün mücadele edildi.

Cenâb-ı Hak da, hissiyatın karıştırılmadığı, tehdit ve hakaretlere tenezzül dahi edilmediği bu kararlı ve itidalli mücadeleyi zafer ile taçlandırmış oldu.

Demek ki, her zaman için Nur Talebelerine yakışan hizmet ve mücadele tarzı budur ve böyle olmalıdır. Tâ ki, ihlâs bozulmasın, işin içine riyâkârlık girmesin, bulandırmasın.

@salihoglulatif: Trabzon’da geçen hafta sonu katıldığımız D. Karadeniz Temsilciler Toplantısına dair intibalarımızı, inşaallah yarın temas edelim.

* * *

Risâle-i Nur üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması için CB Erdoğan’a mektuplar yazan Ahmet Aytimur Ağabey, inşaallah müjdeli haberi almış ve dâr-ı bekàya öyle gitmiştir. Allah ganî ganî rahmet eylesin.

Okunma Sayısı: 5749
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Temel Muh

    2.2.2016 19:12:28

    Sn Akbas ilk yazinizi nasil olduysa ben yanlis okumusum. 24 mart Hz Üstadin vafatindan sonra yazmissiniz ben onu Hz. Isa'nin vefati seklinde yazdiginizi zu'm etmisim. Ne hikmetse... Dogru okumus olsaydim tüm yorum yazilarini yazmazdim. Belki yanlis okutturuldum! Elhamdulillahi haze min fazli rabbi.

  • Temel Muh

    2.2.2016 19:00:05

    Sn. Ahmet Akbas bey yorumunuzun ikinci kisminda filmde Deccalin asker oldugundan bahsediyorsunuz. Filhakika; Sultan II. Abdulhamid Han 29 Kanunuevvel 1320'de yani 11 Ocak 1905 de Istanbul, Harbiye'de mezun subaylarin diploma töreninde adi Mustafa Kemal olan genc subaya bakar ve söyle der: " Ya sen! Demek geldin!" genc subay Mustafa bunu anlamaz ve daha sonra bunu arastirir ama cevabini bulamaz. Veli Sultan Abdulhamid Han Islam Deccalini görmüs tanimis ve onun öldürülerek imha edilmesinin mümkün olmadigini da bilerek buna hic yeltenmemistir!

  • Temel Muh

    2.2.2016 18:01:06

    Sayin Akbas ilk yazinizdaki bir hataya deginmek istiyorum. Hz. Isa (A.S) Kur'an ve Hadislerin tasdigiyle ölmedi!!! Hz. Isa A.S, Hz. Mehdi RA ve dahi Deccal ve Islam Deccali Süfyan, top, tüfek, üc bes civiyle zehirlemelerle öldürülemezler hifzi ilahi ile ölümleri bu sebeplerden olmaz! Onlari ancak Allah 3. sahis ve olaylarla perdelemeden vasitasiz öldürür. Hz Isa A.S. ölmedi izni ilahi ile yeryüzüne iner cikar son baki inisine kadar bu fakir bir Cum'a onunla ayni safta omuz omuza Kabe'de Cum'a namazi kilmistir.

  • Ali Vefalı

    2.2.2016 17:26:54

    Bu müthiş konulara ve tevafukları, siyasal islamcıları ciğerden destekleyen nurcuyum diyenlere nasıl anlatacağız, inandıracağız? Öyle büyülenmişler ki beri tarafın görüşlerini bırakın dinlemeye, dehşetli kırıcı sözleriyle korkutmaya ve sindirmeye çalışmaktadırlar.

  • Garib Doğu

    2.2.2016 09:17:08

    İnayet-i ezeliye, Risalelerin önüne çıkarılan engelleri hukuk zemininde ve müspet hareket ve sabırla yapılan mücadeleyi zaferle neticelendirdi.Nur'un kerameti bir kere daha kendini gösterdi. Yeni Asya'nın cesur ve kararlı mücadelesini de unutmamak lazım. Seyda Ünlukul ile Saadet Kaynak hanım efendi de tarihe şerefli bir not düştüler.Bunlar da kıyamete kadar hayırla yad edileceklerdir.Hukukan bu serbestiyet kararını veren hakimlerin de hakkını teslim etmek gerektir.İnşaallah bu beraat kararları büyük hayırlara ve hizmetlere vesile ve maddi,manevi inkişafların başlangıcı olur.Rahmeti İlahiyeden bunu bekliyoruz.

  • Ahmet AKBAŞ

    2.2.2016 00:52:05

    Ayrıca the omen( deccal=anti-christ) filminde deccal olarak gösterilen kişi askeri okulda okuyordu, çok başarılıydı, gözlerinde adeta ispirtizma nevinden yöneldiği kişiye istediği her şeyi yaptırabilen çok yoğun negatif zararlı bir enerji türü vardı. filmde deccal diye gösterilen kişinin vasıflarıyla Risale-i Nurda anlatılan deccal vasıfları birbiriyle çok uyuşuyordu. filmin yapımcısı filmi, 666 sayısını anımsatmak için 06.06.06 tarihinde yani 6 haziran 2006 tarihinde gösterime sokmuştu. Ama ben size filmi izlemeyi tavsiye etmem. Çünkü lanetli film dedikleri şey bu olsa gerek. Ben şimdiye kadar dört yıl arayla iki defa izledim her ikisinde de izledikten sonra aylarca hatta yıllarca çok ağır ve ölümcül musibetler çektim. Onun için kimseye bu filmi izlemesini tavsiye etmem. Yabancı bir filmdir.

  • Ahmet AKBAŞ

    2.2.2016 00:37:33

    İlliuminati biliminde 666 sayısının şeytanı veya deccali(anti-christ) simgelediği ifade edilir. the omen (deccal) adındaki bir filmde deccal olarak gösterilen insanin kafasının üstünde tam ortada saçının altındaki derinin üstünde kabarık ve üçgen şeklinde üç tane 6 yazılıydı. Yani 666. Buda bize 666 gün süren bandrol yasağının en derinlerdeki ana kaynağının ve merkez üssünün kimler olduğunu gösterme açısından bir fikir verir diye düşünüyorum. Yani şeytan ve deccal ve bilhassa İslam deccalı olan süfyan. Birde yukarda bahsettiğim filmde Hz. İsa Aleyhisselam olarak gösterilen bebeğin doğum tarihi de 24 mart olarak gösteriliyordu. Yani Hazreti Üstadın vefatının bir gün sonrası.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı