Enflasyonun en büyük fenalıklarından biri de, piyasaların kontrolden çıkmasıdır.
Denetimin zayıflamasıdır. Fiyatların başını alıp yürümesidir. Herkesin elindeki malı tutturabildiği fiyata satmasıdır. Güvensizliğin meydan almasıdır.
Aynı güvensizlik sebebiyle, yatırımcı sermayenin çekingen davranması; korku belâsıyla rahat yatırım yapamamasıdır. Yatırımın yetersiz kalması sebebiyle de, işsizlik kâbusunun giderek ağırlaşmasıdır.
*
Evet, uzun süredir zaten güvensiz durumdaki piyasalar, ne yazık ki giderek daha da güvensiz bir hale geldi. Bu acıklı hali kendimiz yakînen gördük ve görüyoruz. İsteyen herkes bizim gibi bir yol izleyip, aynı acı gerçeği doğrudan kendisi de müşahade edebilir.
Herhangi bir şeyi satın almak lazım geldiği zaman çarşı-pazara gidip şöyle bir fiyat araştırması yapıyoruz. Öncelikli prensibimiz “kaliteyi ucuza” almaktır. Bu ölçüden hareketle, yaklaşık yarım saat-bir saat içinde üç-beş noktadaki fiyatları öğrenip ona göre kararımızı veriyoruz. Bu sûretle de, çoğu kez isabet kaydediyoruz.
*
Hani, belki inanmayanlar olabilir; ama, bir acı gerçek şudur ki: Yiyecekten giyeceklere, âlet-edevâttan ev eşyasına, bahçe malzemesinden çatı malzemesine kadar, ihtiyaç listesinde her ne varsa, aynı çarşıda dahi fiyatları farklı farklı çıkıyor. Hem de, bir kısmın farkı fâhiş derecede oluyor.
Hiç abartısız söylüyorum: Aralarında ancak 300-500 metrelik mesafenin bulunduğu bazı dükkân, tezgâh ve mağazalara baktığımızda, aynı mal, aynı kalite, hatta aynı markadan olan ürünler arasında yüzde 50-60, hatta yüzde 90’a varan oranlarda fiyat farkının bulunduğuna defalarca şahit olduk.
Bu da gösteriyor ki, hakikaten piyasalarda güven ve istikrar kalmamış. İstisnalar hariç, hemen herkes tutturabildiği fiyattan satıyor. Dahası, aynı malı farklı müşterilere bile farklı fiyattan satanlara rastlamak mümkün. Meselâ, aynı adam, 50 tl’ye aldığı aynı malı bir müşteriye 80 tl’den satarken, ikinci müşteriye 70’ten, üçüncü müşteriye 60’tan satıyor; paraya sıkıştığında 55’ten de satabiliyor.
*
Bu noktada durup “Zincir marketlerde durum öyle değil” diyenler olabilir. Ona müşahhas şöyle bir misâl verelim: Aynı markanın tıpatıp aynı kalitede ve aynı gramajda olan bir zeytin paketinin fiyatını bizzat kendim araştırdım. Birbirine yakın mesafedeki üç ayrı zincir marketin şubelerine gittim. Aynı zeytin paketinin fiyatlarına baktığımda, küsûratları saymazsak şunu gördüm: Bir markette 45 tl civarından olan aynı paketin ikinci marketteki fiyatı 50 tl, üçüncü marketteki fiyatı ise 55 tl civarında olduğunu tesbit ettim.
Nihayet, hiçbirinden almayarak, mustakil bir markete gidip aynı ürünü 45 tl’nin de altında olan bir fiyattan satın aldım. Mesele bu kadar basit; tablo bu derece fecî.
*
İnsanın maddî imkânı elverişli olsa bile, bir malın kendisine fahiş fiyattan satıldığını öğrendiğinde, ister istemez zoruna gider ve bundan rahatsız olur. Bu sebeple, piyasa ciddiyetini sağlamak için, hem iyice araştırma yapmalı, hem de sünnet olan pazarlık adetini ihmal etmemeli.
Velhasıl, insanlarda “zevk-i selim” inkişâf etmiş. Satın aldığı eşyanın, yahut almış olduğu hizmetin iyi ve güzel olmasını ister; aynı şekilde, bunun hem estetik, hem kalite itibariyle uygun ve hoşa gitmesini arzu eder.
Bu da ancak, iyi bir denetimin yanı sıra “serbest rekabet”in sağlanmasıyla mümkün. Ki, devletin en mühim vazifelerinden biri de budur: Kalite kontrol denetimi ve serbest rekabet imkânı.
Buna mukabil, denetimi zorlaştırıp tarafgir hale getiren ve serbest rekabet imkânını ortadan kaldıran devletin bizzat kendisi olunca, artık orada “tuz kokmuş” ve normal ölçülerin hemen tamamı anormal bir hale gelmiş demektir. Tıpkı, bir süredir piyasalarda yaşanan fecâtte görüldüğü gibi.