Bildiğiniz hikâyedir, ama tekrar hatırlayalım.
Alman Kralı II. Frederick ile Değirmenci Sans-Souici arasında 1750 yılında geçer. Postdam Ormanlarında gezerken burayı beğenen Kral değirmenin de içinde olduğu araziye bir saray yaptırmak ister. Değirmenci satma teklifini kabul etmeyince Frederick “Ben kralım. Askerlerim var. İstersem zorla alırım. Senin kimin var” deyince,
Değirmenci: “Ben de Sans-Souici. Bu arazinin sahibiyim. Berlin’de hâkimler var. Ben de onlara güveniyorum” der. Bu cevap Kralın hoşuna gider ve “Hiçbir güç, hiçbir iktidar, kral dahi olsa adaletten üstün değildir” diyerek değirmenin altında olan tepeye sarayını yaptırır adını “Sans-Souici Sarayı” koyar ve değirmenin muhafazasını isteyerek Değirmenci ile komşu olur.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci seslenir:
- Hey Frederick ekmek yaptım göndereyim mi ?
Bu olayı ve komşuluğu unutmayan Kral der ki: “ADALET HER SABAH BANA SICAK BİR EKMEK KOKUSUYLA GELİRDİ.”
Sıcak bir ekmek kokusu… Ne güzel bir teşbih…
Ekmek deyince “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen hak, adalet, hürriyet aşığı Bedüzzaman’ı anmamak olur mu?
***
“SADECE BERLİN’DE DEĞİL ANKARA’DA DA HÂKİMLER VAR”
Bin yıl süreceği iftiharla söylenen 28 Şubat’ın soğuk günleriydi. Cumhuriyet savcısı bir arkadaş hakkında ‘odasında dini konuşmalar yaptığı ve eşinin başörtülü olması’ sebebiyle meslekten ihraç talebiyle soruşturma açılmıştı. Savunmasını birlikte hazırlamıştık.
Öncelikle hukukun temel ilkelerinden olan kanunîlik ilkesine vurgu yapmıştık.
“Kanunsuz suç ve ceza olamaz”.
İşlendiği zaman kanun tarafından açıkça suç sayılmayan bir fiil yine kanunda açıkça yazılmayan bir ceza ile cezalandırılamaz. Ceza kuralı kanunla öngörülür. Mahkeme fiilî toplum düzenine aykırı görse bile kendi yargısı uyarınca cezalandırma yoluna gidemez.
Ceza yargılamasında kıyas olmaz. Yani fiil başka bir suça benzetme yoluyla yaptırım altına alınamaz. Kıyasla yeni bir suç ve ceza oluşturulamaz, kıyasla ceza ağırlaştırılamaz, hafifletilemez.
Tereddüt olan durumlarda sanık lehine yorumlanır. Diğer bir deyişle ‘Şüpheden sanık yararlanır.’
İFTİRAYA KARŞI HENÜZ BİR ZIRH İCAT EDİLEMEMİŞTİR
Sonra ihbar ve iftiralarla suç olamayacağını vurgulamış ve iftiraya karşı henüz bir zırh icat edilmediğini, sizi sevmeyen birinin her an bir iftira atabileceğini, imzasız isimsiz ihbarlara itibar edilmemesi gerektiğini belirtmiştik.
Son olarak yukarıda yazdığım hikâyeye atıf yaparak ‘sadece Berlin’de değil Ankara’da da hâkimler olduğuna dair’ inancımızı vurgulamıştık.
Gerçi savcı arkadaş Orta Karadeniz’in şirin bir ilçesinden Doğu Anadolu’nun eksi otuzbeş dereceyi gören bir ilçesine Aralık ayında sürülmekten kurtulamamış; ancak ‘meslekten ihraç’ talebiyle açılan soruşturma ‘uyarma’ cezasıyla sonuçlanmıştı.
Her şeye rağmen Ankara’da da hâkimler olduğunu görmüş, adalet adına sevinmiştik.
Doğuda iki yıl görev yapan o arkadaşla daha sonra karşılaştığımızda nasıl olduğunu sorduğumda;
‘Beşer zulmetse de, kader adalet ediyor. Eksi 35 dereceyi gördük. Onlar beni güya yalancı cennetten, yalancı cehenneme sürdüler. Fakat dostluk ve muhabbetle sıcak bir ortam oluştu. Unutamayacağım güzel günler yaşadık. İnancımdan taviz vermedim, eğilip bükülmedim. İzzetimi muhafaza ettim. Hukuk içinde haklarımı arayıp kazandım. Kimseye küsmedim, hakkımı helâl ettim’ demişti.
“İNANDIK DEDİYSENİZ…”
Osman Yüksel Serdengeçti merhumun ifadesiyle ‘her devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış.’ Sadece Allahın rızasını esas maksat yapan dâvâ adamları müstesna.
Çevrenize bir bakın birlikte yola çıktığınız dâvâ arkadaşlarınızın kaçı savrulmuş, devrilmiş… Kınamak için söylemiyorum. Çünkü imtihan devam ediyor.
“İnsanlar ‘iman ettik’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannediyorlar? Yemin olsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihanlara uğrattık. Allah imanında sadakat gösterenlerle yalancıları böyle ayırır.” (Ankebut Sûresi 2-3. Âyetler.)