Türkiye uzun süredir sükûnetle olayları tartışamaz ve çözüm üretemez oldu.
Bir olay karşısında fikrinizi açıkladığınızda hemen bir yaftalama ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunun biraz ötesi de kutuplaştırmak oluyor. Şu anda da böyle bir durum yaşıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk vatandaşı olmak isteyen Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık hakkının verileceğini açıklaması gündemin birinci maddesi olmayı sürdürüyor. Bu açıklamanın ardından vatandaşlık konusu hemen bir kutuplaşma meselesi yapılıverdi. “Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilsin” diyenler bir tarafta, “verilmesin” diyenler bir tarafta. Bu konuda anketler bile yapılıyor. Bunlar yapılırken Suriyeli misafirlerimizin incineceği, rencide olacağı, üzüleceği maalesef hiç hesaba katılmıyor.
*
Peki, bu tartışmanın başka bir boyutu, orta yolu yok mu? İlla “kabul edilsin ya da edilmesin” şeklinde mi tartışılması gerekli?
Türkiye’nin yerinden yurdundan kovulan ve savaştan kaçan insanlara kucak açması elbette insanî bir görevdir. Türk halkı kapılarını ve gönüllerini bu insanlara açtı. Yardımlarını esirgemiyor. Suriyelilerin olmadığı il yok. Konu tartışılırken de sağlıklı bir tartışma yürütülemiyor. Öncelikle hükümetin Suriye politikasını eleştirmek ayrı, Suriyelilerin çektiği sıkıntılardan nasıl kurtulacağını tartışmak ayrıdır. Öncelikle bu ayrım iyi yapılmalı, ancak maalesef kutuplaşmanın neticesinde bu yapılamıyor.
Beş yıldır sığınmacı konumunda olan, kamplarda kalan, büyük sıkıntı içinde yaşayan, şehirlerin sokaklarında dilenmek zorunda kalan bu insanların evlerine gitmelerini sağlamanın altyapısını oluşturmak yerine bu insanları vatandaşlığa almak ne derece doğru olacağı, bir yaftalamaya gitmeden tartışılabilmelidir.
Şu andaki tartışma, ırkçı söyleme ve Suriyeli düşmanlığına dönüşmüş durumda. İnsanların merhamet ve vicdanî duygularına engel olacak noktaya geliyor.
*
Önce şuna karar verilmeli; vatandaşlık mı, vatan mı?
Suriyelilerin ihtiyacı vatandaşlık mı, vatanlarının yeniden yaşanılabilir olmasının sağlanması mı? Elbette insanlar baba ocağına vatanına, topraklarına dönmek ister. Öncelikle yapılması gereken Suriye’de akan kanın ve vahşetin bir an önce durdurulmasına çalışılmasıdır. Çözüm yolu barışa katkı sunmaktır. Barış sağlandıktan sonra da Suriye’nin yeniden inşası ve imarının yapılmasıdır.
Bunun için Türkiye’nin, Suriye ile normal ilişkilere dönmesi gerekiyor. Başbakan Binali Yıldırım Rusya ve İsrail’den sonra Suriye ve Mısır’la ilişkilerinin düzeltileceğini açıklarken, “Suriye’de her şeyden önce Esed değişmeli. Esed değişmeden Türkiye’de bir şey değişmez. Bu işlerin bu hale gelmesinin ana sebebi Esed’dir” demesinin zamanı mıdır?
Elbette diktatör Esad gitmeli. Ama 5 yıldır Türkiye’nin dış politikası bunun üzerine kurulmasına rağmen, gitmiyor. Yanlış dış politikalarının neticesi de ortada. Rusya başta olmak üzere onu destekleyen ülkeler var. Hazır Rusya ile anlaşmaya varılmışken, diğer bölge ülkeleri ve ABD ile bunun alt yapısı oluşturulamaz mı?
*
Diğer yandan Türkiye’nin vatandaşlık için “beyaz yakalı” diye tarif edilen okumuş, mesleği olan insanları alacağını açıklaması da rencide edici ve küçük düşürücüdür. Hele hele Bakan seviyesinde “yarar gördüğümüz aileleri Türk vatandaşlığına alacağız” denilmesi çok yanlış olmuştur.
Günlerdir bu tartışma yapılırken, Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş’un, “Vatandaşlarımız rahat olsunlar. Henüz Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusunda yapılmış, tamamlanmış bir çalışma yoktur. İçişleri Bakanlığımız bu konuda çalışıyor. Çok sayıda nitelikli insan var, Türkiye’ye katkı sunabilecek insanlar var” demesi de ilginçtir. Peki, günlerdir neyi tartışıyoruz? TOKİ Başkanı bedelsiz ev verilemeyeceğini açıklarken, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin bedelsiz ev verileceğini söylemesi neyin nesi? Ümitlenen misafirlerimizin ümitlerini kırmak olmaz mı?
Diğer yandan da, “Beyaz yakalı” Suriyeli göçmenleri Avrupa’ya göndermek için AB ile anlaşma yapıp kanunlar çıkaran Türkiye’nin şimdi Suriyelileri Türk vatandaşı yapma noktasına gelmesi de ilginçtir. Kaldı ki, ortada henüz bir çalışma yokken…