"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Allah’ın rahmet eserlerine bak”

Muzaffer KARAHİSAR
03 Nisan 2018, Salı
Cemreler peşpeşe düştü arzın kalbine. Ilık rüzgârların getirdiği yağmur damlacıkları müjdeledi bereketli topraklara bahar geldiğini.

Dağlarda kekik kokusu, bozkırlarda kır çiçekleri açar, alabildiğine renklerle boyanır yamaçlar… Kışın dondurucu soğukları gerilerde kalmıştır artık. Nevruz bayramın sevinciyle tabiatta her şey, başını topraktan kaldırır, kıpırdar, canlanır ve hayat bulur. Karıncalar koşuşturmaya başlar. Arılar çiçekten çiçeğe dolaşır, kuşlar yuva yapma telaşıyla konar kalkar.  

Gözümüz uzaklara daldıkça bahar manzarası, lahutî güzelliklerle ferahlatır içimizi. Ruh dünyamız sükûnete kavuşur, rahatlarız. “Evet, bütün yeryüzü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevad-ı Kerim…” Latif tabir, insanı tefekkür ummanlarına götürür, marifet pencerelerini açar. 

Bu mevsimde sonsuz zenginliğin, bereketin ve sanatın, tezyinatın muntazam güzelliklerine bakar, yaradılış mucizelerini düşünürüz. Engin ovalarda, boş sahralarda, ıssız dağlarda mahlûkatın aniden haşri andıran dirilişleri, yeşillikler üstünde çiçeklerle hoşâmedî ile karşılanması, hayat bahşedilmesi, rızıklarının hazırlanması, ihtiyaçların eksiksiz temin edilmesi… Havsalamızın alamayacağı kadar nizam ve intizamla kusursuz sistemler her daim işlemektedir.

Akıp giden zaman içinde yeni bir dünya ve hayat için lazım olan ne varsa eksiksiz, kusursuz hazırlanmış. Aklınıza gelen her şey sanatla güzelleştirilmiş, ihtimamla, hikmetle donatılmış envaı çeşit zenginlikler, renkli nimetler, düzenli faaliyetler aklın idrakine hitap ederler. Mülkün sahibini, malikini, Rabbini tarif ederler.  

Baharın ihtişamlı güzelliklerini düşünürken A. Nihat Tarlan’a babasının anlattığı hikâyeyi hatırlarım:  “Nerdesin boyacı? Bahar zamanı imiş. Dağıstan’da bir yolcu köyden köye giderken, bir dağ eteğine varmış. Bakmış, kırmızı, mavi, sarı, mor, pembe, beyaz çiçekler bu tepenin yamacını kaplamış. Hafif rüzgâr ile dalga dalga köpüren bu renk, ışık tufanı yolcuyu bir yıldırım gibi bir anda çarpmış. Neler olmuş o anda, kim bilir neler olmuş; başlamış bağırmaya:  ‘Neredesin boyacı, boyacı sen nerdesin?’ 

Renkleri öpen bu ses, vadileri dolaşmış. Köy köy duyulmuş bu ses, şehir şehir çınlamış:  “Neredesin boyacı, sen nerdesin?...”‘

Risale-i Nur’da: Kâinat kitabının sayfalarının okunmasını sağlar. Allah’ın Rahmet eserlerine dikkat çeker, tefekküre sevk eder: “Bahar mevsiminde, arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır.” Sanattan sanatkârı tanıtırken, arz meydanında ahiretin numunelerin gösteren misaller verir. 

Rûm Suresi 50. Ayeti “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” Ayetü’l Kübra’da ve Lasiyyemalar’da ve bir çok yerde izah edilir.

Hiç unutmam. Gümüşhane’den Rize’ye yaşlı bir köylüyle otobüste sohbet ederek yolculuk yapıyorduk. Sonbahar renkleri her tarafa görünüyordu. Bozkırlarda hazan mevsiminin hissiyatı hâkimdi. Kurumuş otlar, kızarmış yapraklar, sararmış anızlarla solmuş bir tabiat, kışa yönünü dönmüştü. 

Zigana geçidi tünelinden Karadeniz’e sarkınca farklı bir iklime girmişçesine alabildiğine yeşilliklerin süslediği, rengârenk çiçeklerin güzelleştirdiği yaylalar gözümüzü kamaştırdı. Karşımızdaki manzara ile baharı yeniden yakalamışçasına içimize sevinç ve sürur doldu. 

O güzellikleri işaret ederek yol arkadaşıma Allah’ın Rahmet eserlerini anlatmaya başladım. Otlar, çiçekler, ağaçların Rabbimizin güzel isimlerinin yeryüzünde tecellileridir. Böyle izaha başlarken, o hemen lafa giriyordu. “He valla bu otları, yeşillikleri bizim davarlar yese gürbüz olur, bol süt verirler, ikiz kuzular…” Konuşma bu minval üzerine epey devam edip gidiyordu. Birkaç defa teşebbüs ettimse de mesleğinin muhabbetiyle hemhal olmuş bir insanın nükteli, latifeli anlatımını tebessümle dinledim...

Baharın ilk günleriydi. Huzurevinde Iğdırlı bir yaşlı, memleket hasretinin burnunda tüttüğü bir zamanda olacak ki, içini çekerek, “Bizim oralardaki yaylalarda çiçekler açmıştır, şimdi. Cemreler düşünce çıkardık oralara… ” sözü üzerine çay ısmarlayıp memleketinin yaylalarını anlattırmıştım. Bütün iştiyakıyla, gözünü uzaklarda bir noktaya sabitleyerek anlattı uzun, uzun…  

Medeniyetin, bolluğun, zenginliğin ve suni refahın esaretinden hayalen de olsa şarkî Anadolu’nun şirin yaylalarına gitti. Acı soğan kuru yavan yedeği ekmeğin tadını hatırladı. Koyunlarını otlattı, kuzularını sevdi. Karabaş’ın kurtlarla maceralarını! Gönül dünyasında yaşattığı özlemleri, heyecanları anlattı, anlattı… 

Söz dönüp dolaşıp çocuklarına gelince masumlaştı, sesi kısıldı, kasavetlendi, hüzün çöktü simasına… Gizemli bir sükûnetin kahredici çaresizliğine daldı. Sustu…

Okunma Sayısı: 2203
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı