"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir Ayasofya serencamı

NESİBE ERSOYLU
29 Mayıs 2014, Perşembe
Hayatımızda çok önemli bir değeri ve yeri olan Ayasofya’nın geçmişine baktığımız zaman çok farklı bilgilerle karşı karşıya kaldığımızı görürüz.
Bu konu hakkında yazılmış bir çok eserden bir kaçını karıştırdığımızda Ayasofya’nın yapımının bile bir çok efsanenin konusu olduğunu okuyoruz. Meselâ, 9. yüzyıla ait Bizans yazmasında tarihî bilgilerin aksine Ayasofya’nın adeta ilâhî bir mimarı sayılan Ignations tarafından yapıldığını, inşaatı bir meleğin yönettiği anlatılır. Bizans’ın geç dönemlerinde Ayasofya’nın İstanbul’un kurucusu olan Konstantinos’a atfedilmesi, Ayasofya’yı meleklerin koruduğu ve onun yok olmasının dünyanın sonu olacağı gibi ifadeler Ayasofya efsanelerinde yerini almaktadır. Aynı inanışa göre, Ayasofya’nın koruyucu meleği hâlâ Ayasofya içinde bulunuyor.
Dikkat çekici olan şudur ki, Ayasofya’nın yapımında İran ve diğer doğu ülkelerini gezen bir Bizans mimarı ve ilim adamlarının etkisi olduğu gibi Kostantin’in annesi Helana’nın da rolü vardır. Kudüs’e gidip oradaki kutsal mabedleri hayranlıkla seyreden Helana, döndüğünde İstanbul’da muhteşem bir kilise yaptırmak istiyor. Bu şekilde Ayasofya inşa edilmeye başlanıyor.
Başlangıçta durum böyle iken peki Ayasofya İslâm âlemine nasıl kazandırılmıştır? Fatih’in hayali ve hedefi, bin yıldır Müslümanların hasretini duyduğu İstanbul’u alıp Ayasofya’yı ibadete açmaktı. Çünkü Ayasofya’nın temsil rolünün büyük olduğuna inanıyordu. Bunu 1955’te Munich’te toplanan Byzantinistler Kongresi’nin açılış konuşmasındaki bir anekdotta görüyoruz. Alman Kardinal “Hagia Sofia’nın (Ayasofya) kubbesinde Bizans’ın yıldızı parlamaktadır. Ve ebediyen parlayacaktır” dediği zaman salonda dakikalarca süren bir alkış kopmuş. Demek Ayasofya onlar için Hıristiyanlık âleminin sembolü. İşte Fatih Ayasofya’yı İslâm âlemine hediye etmekle, Hıristiyan dininin sembolü olmaktan çıkartıp Hz. Peygamber’in (asm) müjdelediği fethin sembolü, cihadın sembolü, İslâm’ın sembolü haline getirmiştir. Bu noktada Ayasofya’nın temsil ettiği mana çok hakikatlidir.
Fatih İstanbul’u fethedince ilk işi Ayasofya’ya gitmek ve burada namaz kılmak olmuştur. Buradaki taşları sökmek isteyen askerlere kızmış ve derhal onları oradan çıkarıp hiçbir mozaiğin ellenmemesini ve üzerinin kireçle kaplanmasını emretmiştir.
Gelgelelim Batı’nın gözü daima Ayasofya’nın üzerinde olmuş, Balkan Harbinde, 1. Dünya Harbinde sürekli Ayasofya’yı düşünüp oraya çan takma hayalleri kurmuşlardır. Bizim askerlerimiz ise bunca kanı Ayasofya’ya çan takılmaması için akıtmışlardır. Ama günün birinde Ayasofya müze olacak denilse hiç inanabilirler miydi? Kim buna cüret edebilirdi? Ama bu zalimce iş yapıldı. Maarif Vekâletinin 14.11.1934 tarihli tezkeresinde “…eşsiz bir mimarlık san’at abidesi olan Ayasofya Camii’nin tarihî vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün ‘şark âlemini sevindireceği’ ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi…” ifadeleri geçmektedir. Ve Ayasofya müze haline getirildi.
Aslında ufak çaplı bir araştırma yaptığımızda Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden çok, cami halinden çıkarılıp İslâm mukaddesatının yıkılmaya çalışıldığını anlayabiliriz. Fatih’in Ayasofya’nın içindeki figürleri kireçle kaplattırmasında gösterdiği hassasiyeti Cumhuriyet devrindeki bu icraatlarda göremiyoruz. Yakın Tarih Ansiklopedileri’ne baktığımızda, sabah ezanında kamyon kamyon ıslak ekmeklerin getirilip İslâm nişanı olan duvarlardaki Arapça ibarelerin ekmekler üzerlerine yapıştırılıp boyası alınmak suretiyle yok edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Ayrıca “Allah”, “Muhammed (asm)” yazan hat levhalarının yerinden söktürülüp çıkartıldığı, fakat kapıdan geçirilemeyince mecburen tekrar yerine asıldığından bahsedilmektedir.
İşte bu kadar işkenceye maruz kalan Ayasofya’yı müzeye çevirmekle Hıristiyanlık âlemine vermiş olmadılar, fakat yapılanlardan anlaşıldığı üzere İslâm dünyasına ait olmaktan çıkardılar.
İşte şimdi iş bize; günümüz gençlerine düşmektedir. Duâlarımızı Ayasofya üzerinden eksik etmemeli, İslâm âlemine kazandırmak için fetih ruhunu yüreklerimizde canlandırmalıyız. Ancak bu şekilde Ayasofya’nın İslâm âlemine duhulü gerçekleşecektir.
Necip Fazıl’ın da dediği gibi:
“Ayasofya açılacak… Hem de öylesine açılacak ki kaybedilen bütün mânâlar zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!…
Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzeninde ele geçecek…
Ayasofya’yı artık önüne geçilmez bu sel açacak…
Bekleyin gençler! Biraz daha rahmet yağsın…
Sel yakındır…”
Okunma Sayısı: 1826
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı