"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Garipti İslâmiyet...

Orhan Ali YILMAZ
21 Nisan 2015, Salı
“Gelmişti İslâmiyet garip, garipti giderken de…”

Garip olmak, gariplik…

Görülmedik, olmadık bir örneği ve de benzeri…

Çıkmıştı bir İnsan

Tek başına Hakk’ı arayan

Hakîkatin gizlendiği içinde o en koyu karanlıkların…

Mekânı çöl, kendisi Ümmî, herkes Ona muârız ve de düşman

Kendi kabîlesi en başta

Ve de amcası…

Bir kavim ki, putlara tapan

Bağlı son derece âdetlerine

Hem de atalarına

Bir de törelerine

Mutaassıp…

Vazgeçmez kolay kolay

Vahşi, gömecek kadar toprağa diri diri kız çocuklarını

Ve de bir o kadar acımasız, kaskatı kalpleri taşıyan…

Karşısında kos koca iki büyük devlet, iki büyük din…

Sasani ve Bizans

Hiristiyanlık ve Mecûsilik…

Ve beş büyük medeniyet

İran, Eski Mısır, Yunan, Hint ve Çin…

Tek başıyla bir insan…

Diyordu: “Ey İnsanlar!

Size en son ve en büyük elçisiyim Allah’ın ben

Görevliyim en son ve en mükemmel bir dîni tebliğle size ben…”

Ediyordu dâvet herkesi…

Büyüktü vazîfesi vazîfelisi kadar…

Emirler de şiddetli…

Geçen bir dokuz yıl işkencelerle, ambargolar, açlık ve de hicretlerle

En zor, en sıkıntılı…

Olmuş sayısı henüz 40’a yeni bâliğ inananların kendisine…

Dolmuş 13 senesi, iblâğ olmuş 200’e sayısı ancak Müslümanların…

Vazgeçmemiş, dememiş: “Bu iş zor, dinlemiyor insanlar beni, olmayacak; imkânsızlık!”

Düşünmüş belki daha ziyâde çalışmak gerektiğini…

Bırakıp kendi vazîfesini

Deyip: “Dinlesin herkes beni!”

Karışmamış vazîfesine Hakk’ın…

Düşünmemiş çokluğunu tâbi olanların

Aramış keyfiyeti, bırakmış kemiyeti…

Almış da her dâveti

Başkanlığı devletin, mal-mülk, servet

En güzelleri kadınların…

Denilmiş: “Vazgeç…”

Etmemiş itibar, demiş de hem de: “Güneşi bir elime, verseniz de ayı diğer elime, vazgeçmem bu dâvâdan ben…”

Emir almış hicrete o sevgili yurdundan

Gönderilmiş sürgüne…

Giderken, yolda

Dönüp bakarken son bir defa o sevgili şehrine

Demiş de ağlayarak: “Sevgili Ey Mekkem!

Kim bilir Rabbim beni

Yine döndürür sana geri

Hem de en güzel bir şekilde…”

Kaybetmemiş ümîdini

Düşmemiş hiç ye’se…

Medîne…

Bir Şehr-i Mübârekin…

Ensâr ve de Muhâcirîn…

Tesisi bir büyük kardeşliğin…

Haslet-i îsâr

Boşayabilecek

Düşünebilecek kadar boşamayı

Birden çok hanımını kendinin…

“…(O kimseler ki)

Oldukları hâlde daha muhtaç kendileri

Ederler onları kendi nefislerine tercih …” 

Mazharı o hitâbın…

Gerçekleşmesi yıllar sonra o kuvvetli ümîdin…

Geri dönüş Mekke’ye…

Fetihle hem de…

Görüş evini yeniden, yurdunu hem de…

“Yaşatan ümitmiş insanı, öldüren de ye’s…”

İslâmiyet…

Fert fert, içten içe, kalpten kalbe…

Kulaktan kulağa, dilden dile…

Akan bir nehir gibi dilden yine gönüle…

Hutbesi bir Vedâ’nın…

Dinleyenleri var yaklaşık 120.000 kişi…

“Ey insanlar!

Bırakıyorum iki emânet size

Şaşırmazsınız yapıştıkça onlara sımsıkı kesinlikle

Düşmezsiniz dalâlete…

Kitâbullah ve de benim Sünnetim…”

Diyordu O Peygamber-i Zîşân Efendimiz…

Çok yakın, fazla değil

30 yıl gibi kısa bir süre içinde

Fethetmiş İran, Bizans ve Mısır

Hatta Hindistan’ın bir kısmı…

Dayanmış kapılarına Çin’in…

“Kök söktürmüş” dünyanın en büyük, en köklü düveline…

Etmiş de yerle bir…

Az bir zaman önce “çöl bedevileri” ismine lâyık

Yeni bir dînin o “azıcık” mensupları…

“Vardır nice az topluluk ki

İzniyle gelirler Allah’ın gâlip, sayıca nice çok topluluklara…” 

Mazharı o esrârın…

İnşâsı birden bire en yükseği medeniyetin…

***

Vardı birisi…

Haykırıyordu tek başına: “Sönmez ve söndürülmez ebedî bir güneş olduğunu edeceğim ispat

Hem de göstereceğim bütün dünyaya Kur’ân’ın ben…”

Karar verildiği hengâmda söndürülmesine Kur’ân’ın …

Hem de en büyük, en güçlü, en yetkili ve de etkili ağızlardan…

Düşmüyordu ümitsizliğe

O ümidin tükendiği en ümitsiz anlarda…

Başkalarının: “Âhir Zaman’dır zaman!

Azaldı da ulemâ; korkarız ki sönecek yakında dinimiz de…” dedikleri hengâmda…

Diyordu: “Olunuz ümitvâr!

Olacaktır şu istikbal inkılâbı içinde en müthiş gür sadâ sadâsı İslâm’ın!”

Bırakılmamış o da rahat…

Gönderilmiş sürgüne…

Yolu yok, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağda…

İdi “Yarım Ümmî” o da…

Dağlarda, başlarında ağaçların

Derelerde…

Yazıyordu en zor şartlarda eserlerini…

Takiplerde, hatta tayyârelerle…

Zehirlenmeler ve de içinde muhbirlerin…

Geçiriyordu hatta kâtiplerden biri içinden: “Şaşıyorum bu hâline Üstâd’ın!

Yazıyor, yazdırıyor başında bu dağın

Bu kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde bu kadar ciddî ve ilmî eserleri…

Okuyacak kim bunları, dinleyecek kim, anlayacak kim!” diye…

O Zât da: “Etme merak! Parlayacak O Nurlar!”

Diyordu en büyük bir ümitle…

Yapılmıştı ona da her türlüsü teklîfin…

Âzâlık Diyânet’te, Umûmi Vâizliği şarkın

Tahsîs-i köşk ve de maaş, vekilliği milletin…

Denmişti hem de: “Gel çalış bizimle!”

Demişti o da: “O çalışmaz sizinle; ama karışmaz size de…”

Karışmamıştı

Karıştırmamıştı işlerine…

Artmıştı sıkıntıları, sıkıldıkları…

“Sevmediği ve ona dost olmadığı idi tek suçu da

Diğerleri ise bahaneydi sadece…”

Öyle ya!

“İşlemişti bir insanı sevmemek

Ve de ona dost olmamak gibi büyük bir cürmü…

Değildi mümkün affı elbet!..”

Gösterilmişti herkese “öcü”…

Verilmemişti bile fırsat ifâde etmeye kendisini…

Zannedilmişti O “skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası…”

Etmişti halbuki O, tahsil, gençliğinde

Kimya, fizik, coğrafya, matematik, astronomi, felsefe, mantık…

Tamamını ulûm-u müspetenin…

Halletmiş bu konularda en derin meseleleri…

Hatta etmişti telif bazı eserler bile…

Tâlîkât ve de Kızıl İ’câz gibi…

6.000 küsûr sayfa eser toplam…

600.000 elyazması eser bir de…

“Bulundurmamıştı yanında Kur’ân’dan başka kitap yazarken eserlerini…

Etmişti hepsini istihrâc Kur’ân’dan, hem de istinbât…”

Bugün ise çevrilmiş eserleri elliden fazla dünya diline…

Konu olmuş tezlere kürsülerinde üniversitelerin…

Düzenlenir olmuş hakkında milletlerarası sempozyumlar…

Orjinal metninden sonra Kur’ân’ın

Elde etmiş en fazla basılan, satılan

Ve de okunan “İslâmî Eserler” unvânını…

Evet: “İslâmiyet geldi garip, gariptir giderken de…”

Buyuruyordu O Kâinât Fahri Efendimiz…

Okunma Sayısı: 1752
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdurrahman

    22.4.2015 15:39:17

    Gözünün biri asr-ı saadete, diğeri de asr-ı âhire bakmış; sonra da gördüğünü yazmış. Cümlelerin üslûbu "kuralsızlıktan" değil, "Lemaat'tan" yansıdığından ne nesre, ne de şiire benzemiyor elbette. Yalnız başlığı "NÛR-U KUR'AN HEP GARİPKEN PARLAR" şeklinde olsaydı, hem yazının muhtevasına ve maksadına, hem de konuyla ilgili hadis-i şerifin lafzına ve maksadına daha muvafık olurdu. Ellerinize sağlık Muhterem Hocam!

  • nahittopaloğlu

    21.4.2015 10:46:03

    Aziz kardeşim, Şaşırıp da bir cümle olsun "kurallı/düz" cümle kurmuşsunuz arada. Gözünüzden mi kaçtı(!) Bâki selamlar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı