Kendi tarihini bilmeyen ve ders olarak yaşamayanlar; hayatlarında istikbal için bir hedefi plânlayamaz ve tutturamazlar…
Tarih aynadır… İnsan aynaya bakmadan evvel nasıl hazırlanırsa öyle görünür… Siz doğru tarihi, doğru yerlerden ve doğru yazanlardan öğrenmezseniz size öğretirler… Soytarı kılıklı boynunda Fransız kravatı, başında Fas fesi, ayağında İngiliz iskarpini, sırtında İtalyan esvaplarıyla ağız dolusu yalanlar, çarpıtmalar ve ısmarlama noksan tarihi bilgilerle sizleri “kafalarındaki ve ısmarlanan, sipariş verilen, dikte ettirilen ve vazifeli oldukları…” birkaç odaktan ve kaynaktan beslenen fikirleri “tarihi bilgi” diye kabul ettirmeye zorlarlar, ilânını ve reklâmını yaparak kabul ettirmeye çalışmak için her türlü “emirlerindeki organlarla” yayınları yaparlar…
Kendilerince tarihi çarpıtanlar için kullanılan “sütü bozuk, şerefsiz, adi, haysiyetsiz” gibi kullanılan tabiratlarına ve hitaplarına maruz kalırlar…
Ağzında ve bardağında müskiratlarla tarih anlatanlar… Özellikle de İslâm tarihi ve Osmanlı tarihinden dem vuranlar; eğer durmadan büyük bir gayretle ve hususî anlatımlarla, özel zamanlarda birilerini ve bazı kurumları kötüleyerek, aşağılayarak, cahil ve bilgisiz göstererek tarihi anlatma gayreti içerisinde iseler; biliniz ki kendilerine ısmarlanmış olan “yalan tarihin” sıkıntılarını dile getiriyorlardır…
Tarih en şiddetli bir tecrübe aracıdır… Hatayı affetmediği gibi yalanı da affetmez… İllaki bir gün yalanınızı, yanlış ve hatanızı misliyle ve şiddetle yüzünüze vurur sizi rezil-rüsvay eder…
Kamuoyunun ve millet evlâdının vicdanında paylaşılamayan hiçbir delil tarihi bir delil değildir… Olsa olsa sizin “ısmarlama tarih” için uydurduğunuz hayaller ve sayıklamalardır…
Unutmayalım ki “Hakikî vukuatı kaydeden tarih hakikate en doğru şahittir…” Gerçekten olmuş hadiseleri ancak herkesin ve otoritelerin kabul ettiği deliller anlatabilir ve tarihin gerçek şahitleri olabilir… “kanaatimcelerin ve bencelerin tahminlerin…” gerçek tarihi olayların aktarımında ve anlatımında yeri yoktur...