"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kat’iyyen karşılıksız bir şey kabul etmem

Rifat OKYAY
20 Nisan 2018, Cuma
Bir hazan mevsiminde dört mekân dört su - 21

Bana üç tane sarı altın verdi. “Bunlar Harb-i Umumîden kaldı. Uzun yıllar saklıyordum. Bunları yanına al, bozdurursun, bana lazım olanları bunlarla alırsın” dedi. Ben de durumumun iyi olduğunu ihtiyaçlarını benim karşılayabileceğimi söyleyince: “Kat’iyyen karşılıksız bir şey kabul etmem” dedi.  

“Evet lillâhilhamd, hem vefat eden Van Medresesi’ni Isparta Medresesi’yle ihyâ edip, oradaki ahbapları dahi, daha çok, daha kıymettar talebeler ve ahbaplarla mânen ihyâ etti. Hem bildirdi ki, dünya boş, hâli olmadığını ve harap olmuş bir memleket suretini yanlış tasavvur ettiğimi, belki Mâlik-i Hakikî hikmetinin iktizasıyla, sun-î insanların levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağacın bir kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. İman noktasında, ahbapsızlıktan gelen elîmane bir hüzün değil, belki başka bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen lezizâne bir hüzün veren bir taze- lenmektir.”  Van Kalesi, Horhor Medresesi, Horhor Suyu ve vefat eden Van vilayetiyle alâkalı bir çok hatıradan bir kısmını hem Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî, hem de talebelerinin ve yakınlarının ağzından, yazılanlardan, anlatılanlardan aktarmaya çalıştık. Horhor Suyu bu hatıraları tekrar tekrar zikir ve teşbih eden sesiyle her ziyaret edene anlatmaya, fısıldamaya, hatırlatmaya devam ediyor, edecek inşallah!..

ÇAYCI EMİN AĞABEYİN EVİNDE

Bir haftalık Van ve civarı ziyaretlerimizde Ahmet Yaprak Ağabeyle bizlere, yoldaşlık yapan ve hatıralar nakleden Halil Öngel Ağabeyimizin son günde bizlere bir süprizi oldu. Rahmetli kayınpederi Çaycı Emin Ağabeyimizin evine gittik ve çocuklarını ziyaret ettik. 

Evine ziyarete gittiğimiz rahmetli Emin Ağabey hakkında kısa bilgi vermek isterim. Üstad Hazretleri’nin Emin Bey olarak değiştirdiği asıl adı Yemen’dir. Van’ın hürmet edilen aşiret ağalarındandır. Kendisi de diğer mazlûm ve masum nüfuzlu Van’lılar gibi sürgün edilerek Kastamonu’ya gönderilmiştir.

Kastamonu’da Nasrullah Camii’nin şadırvanında bir çay ocağı kurarak çaycılık yapmaya başlamıştır. İşte bu çaycılık işiyle meşgul olurken 1936 yılında Nasrullah Camii şadırvanında Bediüzzaman’la tanışır. Bundan sonraki olanları damadı Halil Öngel Ağabeyden dinleyelim:

OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMI HEYBETİ

“Rahmetli kayınpederimizden dinlediğimiz bir kısım hatıralar şunlardır: ‘1936 senesiydi. Kastamonu’da Nasrullah Camii şadırvanına ilk defa gördüğüm yaşlı bir insan gelmiştir. Bir bekçinin doldurduğu testinin başında nezaret ediyordu. Kıyafeti bir hocayı andırıyordu. Sarıklı, cüppeli, Kastamonu’da bir Osmanlı Şeyhülislâmı heybetiyle fütursuz dolaşıyordu, hem de böyle dehşetli yıllarda… Elimde olmadan ihtiyarsız olarak kalktım, yanına yaklaşarak selâm verdim. ‘Sen nerelisin kurban’ diye sordum. Bediüzzaman, ‘Beni takip ediyorlar, bana yaklaşma, sana zararım dokunur’ diye cevap verdi. İşte bu hasbilik, bu samimiyet, gönlümü tutuşturmaya yetmişti. Nasıl tekrar görüşebilirim diye çırpınıp duruyordum. Kendisini sordum, soruşturdum. Çarşı Polis Karakolu’nda kalıyormuş. Ara sıra bir bekçi ve polisle birlikte Kastamonu Kalesi’ne çıkıyormuş. Bir gün bir polis gelip beni çağırdı. Polisle birlikte Kale’ye çıktık. Kendileri oradaydı. Polise dedi, ‘Kardeşim bu benim hemşehrimdir. Sen bir iki dakika bizden ayrıl, ben onunla konuşacağım.’

Polis yanımızdan ayrılınca, durumunu acı acı anlattı. Sıhhatinin iyi olmadığını, birkaç defa zehirlediklerini söyledi. Evet Üstad’la ilk karşılaşmamız ve konuşmamız böyle olmuştu. Şeker, çay gibi ufak tefek alacaklarını biri vasıtayla kendisine ulaştırmamı bildirdi. ‘Benim yanıma kimseyi bırakmıyorlar. Ben komisere söyleyeceğim, yatağımı birisine satacağım. Yalnız arada bir vasıta olsun ki, ara sıra sen gel, birşeyler lâzım oldukça, hem onu alırsın, hem de bu yatak meselesini hallederiz’ dedi. Bana üç tane sarı altın verdi. ‘Bunlar Harb-i Umumî’den kaldı. Uzun yıllar saklıyordum. Bunları yanına al, bozdurursun, bana lâzım olanları bunlarla alırsın’ dedi. Ben de durumumun iyi olduğunu, ihtiyaçlarını benim karşılayabileceğimi söyleyince, ‘Kat’iyyen, karşılıksız bir şey kabul etmem’ dedi.          

YATAĞINI SATIN ALDIM

Altınları alarak birisini çarşıda bozdurdum. Ertesi gün komiser beni çağırdı. ‘Bu Hoca Efendi yatağını satmak istiyor, sen bunun yatağını alır mısın?’ dedi. Ben de alacağımı söyleyince, ‘Sen bununla nereden tanışıyorsun?’ dedi. Ben de ‘Hemşehrimdir, tanışırız’ dedim. Yatağı alacağımı söyleyince, karakolun üst katına, kaldığı yere çıktık. Yatağa baktım. Yirmi beş lira kıymet biçtik. Yatağı tekrar kendisine kiraya verdim. Ne kadar yatarsa, o kadar para verecekti. Bu vasıtayla, her gün yatağın kirasını almak için karakola gidip geliyordum. İhtiyaçlarını böylece temin ediyordum. Nuri isminde bir komiser vardı. Zaman zaman Üstad’a eziyet ediyor, üç günde bir gelip odasını arayıp tarıyordu. Bir gün bu komiser çok şiddetli hasta olmuş, kafası, kulağı ağrımış. Ne yapsalar ağrı ve ıztırap dinmemiş. Sonra komiserin kayınpederi, ‘Sen Bediüzzaman’a eziyet ediyordun, bu sebepten bu hastalık başına geldi’ demiş. Bunun üzerine adam gelip Üstad’dan özür dilemiş ve iyileşmesi, şifa bulması için duâ etmesini rica etmiş. Sonra komiser beni çağırarak dedi ki: ‘Bundan sonra sen Hoca Efendi’nin hizmetini göreceksin, kimse sana karışmayacak. Sen istediğin zaman gelip, yanına çıkabilirsin…’

DİKKAT ET, BİR DAHA BANA İLİŞME!

Ben rahatlıkla Üstad’ın yanına gidip geliyordum. Başka kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Havalar iyi olduğu günlerde, beraber dağlara giderdik. Akşamları kitapları tashih ederdi. Her gün ikindiden sonra  kapısını kilitlerdi. Kastamonu’nun kışı şiddetli geçerdi. Bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi olurdu. Küçük bir sobası vardı. Odayı pek iyi ısıtmıyordu. Bekçi ile bir mangal ve bir de tahta kürsü aldırmış, yorganı kürsünün üzerine atarak, içindeki mangalla bu şekilde ısınıyordu. Komiser bir müddet sonra yine rahatsız etmeye başlamıştı. Bir gün odasını ararken, adam elini yorganın altına, kürsünün içine sokmuş. Adamın eli ateş dolu mangalın içine girmiş. Eli yanan komiser mahçup ol-muş. Üstad kendisine demiş ki: ‘Senin ismin Hâfız Nuri’dir. Risale-i Nur’un ismi de Nur’ dur. Bu sana tokattır. Dikkat et bir daha bana ilişme!...’

Bu komiser Nuri’nin başına çok musîbet ve hastalık geldi. Kendisini tedavi için Ankara’ya götürüyorlardı, fakat doktorlar bir türlü teşhis koyamıyordu. Kastamonu’ya dönünce hastalık yine aynı şiddetiyle başlıyordu. Ankara’ya kaç defa gitti geldi, ama sonuç alamadı. Nihayet annesi ve ailesi kendisine, ‘Sen Bediüzzaman’a çok eziyet ettin, onun bedduâsına uğradın. Onunla helâlleşmen, ondan özür dilemen lâzım. Bir daha onun kitaplarına, derslerine karışma’ diye kendisini ikaz ediyorlar.  Ailece gelip Üstad’dan özür dilediler, onu affetmesini, ona hakkını helâl etmesini istediler. Üstad onlara, ‘Ben bir şey yapmadım. O Kur’ân’ın tokadını yedi…’ dedi. Haşir Risalesini onlara verdi. Hâfız Nuri’nin kitabı okumasını söyledi. Bu olaydan birkaç gün sonra adam öldü.”

DİZİ: RİFAT OKYAY

[email protected]

-DEVAMI YARIN-

Okunma Sayısı: 2947
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı