Lübbü bulmayan kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan hayâlâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.
Zâhirperestleri aldatan bir sebep, kıssanın hisse ile münasebeti ve mukaddemenin maksud ile zihinde mukareneti vücud-u haricîde olan mukarenetle iltibas olunmasıdır. Bu noktaya dikkat et, sonra muhtaç olacaksın.
Hem de ihtilâlâtı tevlid eden, ihtilâfatı ika eden, hurâfâtı icad eden, mübalâğatı intâc eden esbabın birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsün ve azamet ve ulviyete adem-i kanaattir. Hâşâ, zevk-i fâsidesiyle istihfaf-ı nizam etmektir. Hâlbuki, akıl ve hikmet nazarlarında her biri kudretin en bâhir mu’cizelerinden olan hakaik-ı âlemde olan hüsn-ü intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmet ile nakşolmuş ki, bütün hayalperestlerin ve mübalâğacıların hülyalarından geçmiş olan harikulâde hüsün ve kemale nisbet olunsa, o harikulâde hayaller gayet âdî ve o âdâtullah gayet harikulâde bir hüsün ve haşmet gösterecektir. Fakat, cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalâğacıların gözlerini kapatmıştır.
Böyle gözleri açmak içindir: Me’lûf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder.
Evet, gözleri açan, yalnız nücum-u Kur’âniyedir. Öyle nücum-u sâkıbedirler ki, cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def’ ettikleri gibi; âyât-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zâhirperestliğin perdesini parça parça ederek, ukùlü, âfâk ve enfüsün hakaikına tevcih edip irşad etmişlerdir.
Devamı için bkz: Muhakemat, s. 59
LÛGATÇE:
adem-i kanaat: Kanaat etmemek.
hayâlât: Hayaller.
kışır: Kabuk.
lübb: Öz.
mizansız: Ölçüsüz.
mukarenet: Yakınlık.
sırat-ı müstakim: İstikametli, dosdoğru yol.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
İnsan her haliyle Allah’ın isimlerine bir ilânname
Hatime
Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem, hadsiz nukuş-u esmasını göstermek için, insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.
Ve o makine-i insaniyede yüzer alet var. Her birinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esma-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve afiyet ve lezaiz gibi nâfi’ emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musîbetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyic ve muharrik arızalar ile, o makinenin diğer çarhlarını harekete getirir, tehyîc eder. Mahiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki her bir azanın lisanıyla bir iltica, bir istimdad vaziyeti verir. Güya insan o arızalar ile, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukadderat-ı hayatını yazar, esma-i İlâhiyeye bir ilânname yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhaniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını ifa eder.
Lem’alar, İkinci Lem’a, s. 26
LÛGATÇE:
âlâm: Elemler, kederler.
âlem-i asgar: Küçük bir âlem.
çarh: Çark.
insan-ı ekber: Büyük bir insan.
müheyyic: Heyecana getiren.
nâfi’: Faydalı.
nukuş-u esma: Allah’ın isimlerinin nakışları.
tehyîc etmek: Heyecana getirmek.