Lem'alar - page 905

zannetmek, ne derece akıldan uzak ve cehalet olduğunu
anlarsın. Aynen öyle de, esbaba ve tabiatlara icat isnat
edenler, muzaaf bir cehalete düşerler. Çünkü tabiatların
ve sebeplerin üstünde dahi gayet muntazam bir eser-i sa-
nat var; onlar da sair mahlûkat gibi masnudurlar. onları
öyle yapan zat, onların neticelerini dahi yapar, beraber
gösteriyor. Çekirdeği yapan, onun üstünde ağacı o yapar.
Ve ağacı yapan, onun üstünde meyveleri dahi o icat eder.
Yoksa, ayrı ayrı tabiatların, sebeplerin vücuda gelmeleri
için, yine muntazam başka tabiatları, sebepleri isteyecek-
ler. Ve hakeza, git gide, nihayetsiz, manasız, imkânsız bir
silsile-i mevhumatı mevcut kabul etmek lâzım gelir. Bu
ise, cehaletlerin en antikasıdır.
BeŞİNCİ İŞaret
Çok yerlerde kat’î delillerle ispat etmişiz ki, hâkimiye-
tin en esaslı hassası istiklâldir, infirattır. Hatta, hâkimiye-
tin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi, istiklâliyetini mu-
hafaza etmek için, gayrin müdahalesini şiddetle reddeder
ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade et-
mez. Çok padişahlar, bu redd-i müdahale haysiyetiyle
masum evlâtlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce
kesmişler. demek, hakikî hâkimiyetin en esaslı hassası ve
infikâk kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezası is-
tiklâldir, infirattır, gayrin müdahalesini reddir.
İşte bu çok esaslı hassa içindir ki, rububiyet-i mutlaka
derecesindeki hâkimiyet-i İlâhiye, gayet şiddetle şirki ve
iştiraki ve müdahale-i gayri reddettiğinden, kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan dahi gayet hararetle ve şiddetle ve pek çok
Lem’aLar | 905 |
o
Tuzuncu
l
em
a
masnu:
sanatla yapılmış.
masum:
günahsız.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek.
mevcut:
var olan.
muhafaza:
koruma.
mukteza:
gereken.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
muzaaf:
kat kat.
müdahale:
karışma.
müdahale-i gayr:
başkasının ka-
rışması.
müsaade:
izin.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
padişah:
hükümdar.
redd-i müdahale:
başkalarının
müdahalesini, karışmasını red-
detme.
rububiyet-i mutlaka:
her şeyi ku-
şatan ve emri altında bulunduran,
terbiye eden Allah’ın kayıtsız, şart-
sız terbiye ediciliği.
sair:
diğer, başka.
silsile-i mevhumat:
vücudu ve
hakikati olmayan, hayalî, farazî sil-
sile.
şiddet:
sertlik.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tabiat:
maddî âlem.
vazife:
görev.
vücut:
var olma, varlık.
zan:
sanma.
zat:
şahıs, kişi.
âciz:
zayıf, güçsüz.
antika:
tuhaf, garip, anlaşıl-
maz, acayip.
cehalet:
cahillik, ilimden yok-
sun olma.
daimî:
sürekli, devamlı.
delil:
bürhan, hüccet.
esas:
asıl.
esbap:
sebepler.
eser-i sanat:
sanat eseri.
evlât:
çocuklar.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
gayr:
başka.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikî:
gerçek.
hâkimiyet:
hâkimlik, egemen-
lik.
hâkimiyet-i İlâhîye:
Allah’ın
her şeyi idaresi ve tasarrufu.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk.
hassa:
özellik.
haysiyet:
şeref, itibar.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
infikâk:
ayrılma.
infirat:
teklik, bir oluş.
isnat:
dayandırma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istiklâl:
bağımsızlık.
istiklâliyet:
bağımsızlık.
işaret:
nişan, alâmet.
iştirak:
ortak olma.
kat’î:
kesin.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân.
lâzım:
gerekli.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
mana:
anlam.
1...,895,896,897,898,899,900,901,902,903,904 906,907,908,909,910,911,912,913,914,915,...1406
Powered by FlippingBook