Sekinet mevsiminin bizi teskin edeceğini bekliyorduk. İsyan halindeki ruh dünyamızın hiç olmazsa şu mevsimde kısmen sükûnete ulaşacağını umuyorduk.
Ramazan-ı Şerif’in teşrifiyle şu dehşetli dağınıklık ve kesretten bir nebze kurtulabileceğimizi düşünüyorduk. Müslümanların ekran tiryakiliğinden bir süre için de olsa uzaklaşabileceğini, sosyal medya kanalıyla kafalarımıza boca edilen müzahrefat bilgi sağanağının duracağını ve halkın önünde yürümesi gereken temsilci ve idarecilerimizin bu manaya yardımcı olabileceklerini boşu boşuna mı bekledik?
Halbuki önceki zamanlarda Kur’ân mevsiminde bakışlar Kur’ân’a kilitleniyordu. Zihin o dünya ve ahiret haritasının yollarını keşfetmekle meşguldü. Farkına varamadığımız yüzlerce duygumuz, nüzulünün sene-i devriyesi cihetiyle Kur’ân’ın yansımalarına ayna olmaya çalışıyordu. Fakat şu mevsimde, Hıristiyan Avrupa’nın noele teveccühü kadar da olsa İstanbul’un, Ankara ve İzmir’in sokakları Ramazan-ı Şerif’e müteveccih olamıyorlar. Bu ise bizi derin endişelere ve kaygılara düşürüyor.
Magazinleşen dinî hayat…
Birşeylerin ruhu kaçıyor… Öz akıntısına mı uğruyor değerlerimiz... Kalıplardan ve klişelerden ibaret kalıyor insanlar ve söyledikleri… Hayatlarının esas kahramanları gitmiş, yerlerine tiyatrocu ve oyuncular mı gelmiş? Konuşmalar, hareketler, gülüşmeler, jest ve mimikler; yalnızca sosyal hayata bakan yönleriyle değil, mahremiyeti ilgilendiren davranış ve sözlerimizde de… İnsanî değerlerimizin; ekranların, sosyal medyanın ve gazete manşetlerinin kirli ayakları altında çiğnendiğinin farkında değil miyiz?
Önceleri toplumun seviye kaybettiği konuşulurdu. Yollarımızı bugün magazin çukurları tutmuş. Düşünen, üreten ve insanî kökleriyle irtibatını sağlayan zihinlerde de çoraklaşma… Ve insanlar çoğunlukla “taşıyıcı” olmuşlar. Kimlerce üretildiğine, doğru olup olmadığına, haram ve helâlliğine bakmadan binlerce başkasına ait magazin bilgilerin hamallarıyla konuştukça ümidimiz azalıyor ve üzülüyoruz. Ramazan-ı Şerifin bu yanlış gidişata “dur” demesini bekliyorken, şu yazıyı kaleme alıyoruz. Henüz vakit geçmedi diyerek… Belki de beklediklerimiz son on günlerde gelecek diye şu satırları yazıyoruz. İnsanlar hayatın dehşetli labirentlerinden çıkıp, Kur’ân’ın muhteşem burçlarına tırmanacaklar, diye bekliyoruz.
Ramazan-ı Şerif hürriyete çağırıyor…
Ahir zamanın en dehşetli bir hastalığı da hakikatten kopmakmış. Sanal âlem kelimesi bu hastalığımızı güzel tarif ediyor. 24 saatlik günlük hayatımızın bütün karelerini gözden geçirdiğimizde boşa giden zamanlarımızın ne kadar fazla olduğunu irkilerek görüyoruz. Çocuklar gibi çizgi filmleri seyrediyoruz. Dindarı veya dünyalısı… Değişmiyor… İdeallerimiz, zevklerimiz, beklentilerimiz ve zamanımızın çoğunu alan meşguliyetlerimizin, Kaf Dağındaki Anka Kuşu olduğunun farkında değiliz. 24 saatlik günlük ömrümüzde ne bedenimize, ne ailemize, ne milletimize, ne dünyamıza faydalı olabilecek fazla birşey yapamıyoruz. Düşmanlarımızın bizi teknoloji harikası aletlerle uzak diyarlara kaçırıp tutsak ettiklerinin farkında olabilseydik, iki rekâtlık teravih aralarında bile ibtila makinalarına takılmazdı gözlerimiz. Doğrusu reel hayatı en dehşetli biçimde kaçıran milletlerin başında bizim geldiğimizi istatistikler söylüyor.
Doğrudur. Müslümanların acı ve elemlerini paylaşacağız. Taiz ve San’a’daki kardeş kavgasını bitirecek imkânımız, ittihad-ı İslâmın böğrüne saplanacak Kürt koridorunu durduduracak yaptırımımız, Mısır’daki kardeşlerimizi cuntanın zulmünden kurtaracak kuvvetimiz ve Nijerya’daki masumları Boko-Haram Troçkistlerinden kurtaracak çaremiz olmadığına göre… Ve bütün bu felâketlerin durmasını arzu ettiğimize göre… Önce fert olarak sanal diktasından hürriyetimizi Ramazan-ı Şerifi vesile kılarak kazanmamız gerekiyor. Hipnozla bizi mahkûm ettikleri oyuncaklardan ve o oyuncakların bizi uğrattığı hezeyanlardan kurtulup mü’min fert olarak hürriyetimize kavuşmamız hayatî önem kazandı bu günlerde…
Vakti kaçırmadan duaya kilitlenmek
Zamanların en dehşetlisi ahir zaman… Bizi tevhidden, ahirete hazırlanmaktan, kulluktan ve insan olarak kendimizi bulmaktan alıkoymak üzere mevcut hayat, dünyamızı kevgire çevirmiş. Sirkte dünyası garipliklerle çalınmış çocuklardan daha dehşetli bir dağınıklık ve teşettüt içindeyiz… Ve ahir zaman şerirleri, nefis ve şeytanın yardımlarıyla bizi bu halimizde tutmak için binlerce enstitü çalıştırıyorlar. Fırıldak ve hokkabazlıklar çevriyorlar.
İşte bu dehşetli zamanın, dünya ve ahiret hayatımıza kastetmeye çalışan çarklarını Ramazan-ı Şerif ile durdurabileceğimize inanıyoruz. Bize ait olmayan sirk, dolap ve labirentlerden Kur’ân gecelerinin kâinatı ışıtan aydınlığından istifade ile kurtulacağımıza inandığımızdan şu satırları yazıyoruz.
Çok basit… Kur’ân’ın hayatımıza akseden en küçük ışıltısını takip ederek… Nurun çoğaldığı yöne doğru yürüyerek… Her şeyin dizgini elinde ve her türlü ihtiyaçlarımızı giderecek hazinelerin anahtarı yanında olan, her şeyin Yaratıcısının dergâhına koşarak yöneleceğiz…
Bu günler olağanüstü günlerdir. Ona giden yollardaki tuzakların kaldırıldığı, yılan ve canavarların şeytanlarla birlikte hapsedildiği günler ve gecelerdir. Hayatımızı en güzel şekilde değiştirecek tılsımların fısıldandığı dergâha kaçmak için fazla zamanımız kalmadı.
O zaman… O zaman arzu ettiğimiz global kötülükler inşallah azalacak. Müslüman kardeşlerimizin feryat ve iniltileri bitecek. Bizi sevindirecek tebessüm ve güzel haberlerle karşılaşacağız. Fert dünyamızda başaramadıklarımızın kolaylıkla çözüm yoluna girdiğini göreceğiz. Gizli bir elin, menfîlikleri dünyamızdan çıkardığını görerek yaşayacağız.
Zor değil… Hiç olmazsa şu son günlerde kilitlenebiliriz duâya… Bütün sevdiklerimizi bu iklime dâvet ederken puslu dünyalarımızın Kur’ân güneşiyle ne denli berraklaştığını yaşayarak müşahede edeceğiz inşaallah…