Dünyanın en sakin köşesinde, barış ve huzur içinde Cuma Namazı ibadetlerini eda ederken şehit olan bu elli kişi; Nijerya’da Bokoharamca, Suriye’de IŞİD’çe veya Afganistan’da El-Kaide’ce katledilmiş olsalardı, bu kadar büyük reaksiyonla karşılaşılır mıydı?
Halbuki saydığım şu terör organizeleri de netice itibariyle “neoconlara” ait değiller mi? Bilhassa ABD’deki Troçkistlerce finanse edildikleri ve teçhiz edildikleri, tamamen açığa çıktı. Fakat, dünyaya meydan okuyan “küresel cereyan”, Norveç ve Yeni Zelanda gibi demokrasinin ileri derecede insanları barış ve emniyet içinde yaşattıkları yerlerin de emniyetli olmadığını isbat etmeye çalışıyor.
Dünya terörünü, terörün yol açtığı iç çatışmaları, ticaret savaşlarını “klâsik yaklaşımlarla” tahlile çalışanların tezleri, daha önce yanlış çıktığı gibi, günümüzde de tutmayacağından şimdiden emin olabiliriz.
Olaylara; Said Nursî’nin “ahir zaman perspektifinden” bakanlar; hem 11 Eylül New York saldırısında, hem BOP meselesinde, hem Irak ve Suriye meselelerinde, hem IŞİD‘de ve hem de küresel cereyanların yıkmak istedikleri AB meselesinde, yanılmadılar. Kur’ân ve Hadis’in deccal dediği “tahripkâr büyük cereyanın” büründüğü giysiler, boyandığı farklı renkler, dillerindeki yanıltıcı sloganlar, cinayet işledikleri coğrafyalar ve ellerindeki silâhlar Risale-i Nur gözlüğü ile hadiseleri takip edenleri hiç, ama hiç yanıltamadılar.
Yeni Zelanda katliâmı, şekil olarak önceki Norveç katliâmını tedai ettiriyor. Faillerinin “derin tarih perspektivleri”, uzunca “düşünce manifestoları”, bilhassa Avrupa ile Asya’yı karşı karşıya getirme çabaları, ırkçılıkları, özelde öne çıkan İslâm düşmanlıkları bir birine çokça benziyor. Bu caninin Erdoğan’dan bahsi de, hareketin arkasındaki “neoconlara” işaret ediyor. Zira AKP’nin genel başkanını; neoconlarca Newottoman’s projesinde Müslümanlara lider olarak sunulduğunu biliyoruz. Şayet AKP kurmayları, şu seçim öncesinde “dolaylıca” gelen yardımı kesin bir dil ile reddetmeseler ve neocon siyasetlere karşı konumlanmasalar, tarihî faturasının da ağır olacağını şimdiden söyleyelim. Günümüzde de AB’ye en büyük zararı veren ülkenin Türkiye olduğunu, salim düşünce sahipleri aralarında konuşuyorlar. Neocon ve neoliberal ittifakının Erdoğan’ı “dünya İslâm lideri” olarak lanse ettiği bir zamanda, katilin Cumhurbaşkanımızın ismini manifestosuna dahil etmesi, elbette hayra alâmet sayılmaz. Avustralyalı katilin yalnız olmadığını, hadisenin bir terör organizesi olduğunu ve ipin ucunun diğer terör organizelerinin bulunduğu Cehennemlere kadar uzandığını, bu kez gizleyemeyecekler gibi görünüyor.
ZEVZEKLERİN HIRİSTİYAN VEYA HAÇLI DÜŞMANLIKLARI...
Gönül ister ki, aklı başındaki siyasal İslâmcılarımız, hiç olmazsa şu solcular kadar akıllı davransınlar. Avrupa’da otuz milyon, Rusya’da yirmi beş milyon, Amerika’da yedi milyon ve Avustralya’da iki milyon Müslümanın yarım asırdan fazla bir zamandan bu yana barış içinde yaşadıklarını görmek istemeyenler, elbette “küresel dinsiz cereyanlara” alet olma ihtimalleri var. “İslâm terörü” sözünün neocon-neoliberal enstitülerde hazırlandığını bilmeyenlere söylememiz gerekiyor. Şayet “ahir zamanda deccaliyeti Hz. İsa (as) öldürecekse ve daha sonra İslâm’ın evrensel prensiplerine dahil olacaksa Hıristiyanlık dünyası, düşmanlara yardım kastıyla “tarihi harmanlamanın” Müslüman işi olmayacağını bilmemiz lâzım. Hem Ermeni düşmanlığını, hem Hırant Dink düşmanlığını, hem İtalyan Rahibi ve Zirve Kitabevi hadiselerini alkışlayacak kadar “akıldan yoksunlaşanların”, düşünce olarak Müslümanlıkla alâkaları şimdiden tartışılmaya başlandı. Dünya teknolojilerini ve sermayelerini gaspeden demokrasi ve hayat düşmanı neocon ve neoliberal cereyanlara karşı Müslümanlarla Hıristiyanların bilmecburiye işbirliğine gideceklerini bilenler, bu birlikteliği düşmanlığa çevirmek veya geciktirmek için çalışmaya devam edeceklerdir.
Bu vesile ile şehitlere Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, Müslümanların basiretleriyle hadiseyi doğruca tahlil etmelerini diliyoruz.