Yukardaki başlığın altında Risale-i Nur’a taalluk eden meseleler hem uzun, hem geniş izaha muhtaç ve hem de bir asra dağılacak kronolojik bir haritayı gerektirdiğinden, elbetteki bir kitabı dolduracak boyuttadır. Biz, yalnızca kalın çizgileri ve çerçeve olacak esasların üzerinde durmaya çalışacağız.
Siyasal İslâmın Avrupa düşmanlığını burada sorgulamaya gerek var mı? Emperyalist sömürgeci ve zalim bir Avrupa’nın geride bıraktığı mirastan sonra avamın Avrupa düşmanlığını anlamak mümkün... Fakat zamanı en doğru okuduğu; yaşadıkları, yazdıkları ve başarılarıyla ispat eden Bedîüzzaman’ın “ahir zaman atlasını” esas aldığımızda; kıt’a ve kültür olarak Avrupa’nın ve semavî din olarak Hıristiyanlığı bu zamanın vazgeçilmez temel unsurları olduğunu okuyoruz. Hz. Adem’den (as) kıyamete kadar gelmiş ve gelecek küresel en tahripkâr harekete karşı, Müslümanların hakikî İsevîlerle ittifak kurmalarını, Efendimiz (asm) emrediyor. Ahirzaman ve hâdiselerine Bedîüzzaman’ın baktığı Kur’ânî ve Nebevî adeseden bakamayan Siyasal İslâm’ın geleneksel Avrupa düşmanlığı önce İslâmiyete ve sonra da kendilerine zarar verdiğine zaman zaman şahit olduk ve oluyoruz. Ölçüsüz Avrupa yaklaşımları onları bazen Avrupa düşmanlığına bazen de Avrupa’ya teslimiyete götürmüş. Yani doğru olan vasat pek görülmüyor.
Evvelâ şu hakikatin yalnızca kalın birkaç çizgisini arz edelim. Siyasal İslâm günümüzün Asr-ı Saadete giden nuranî hatlarını göremiyor. Avrupa´dan çıktığını zannettiği demokrasinin temel ve mahiyetini bilemediğinden fevkalâde yanlışça “taklide” kalkışıyor. Demokrasiyi; sosyalizm, liberalizm, kapitalizm ve materyalizm hamûlesi zannediyor. Asr-ı Saadeti doğru hilâfeti, yani İslâm demokrasisini günümüze bağlayabilseydi, demokrasinin öz ve mana itibariyle İslâm’ın ve Kur’ân’ın has malı olduğunu görecekti. Avrupa’nın Endülüs, Sicilya ve Şam-ı Şerif üzerinden bizden aldığı “hürriyet ve demokrasi” düne kadar küfür rejimi deyip itiraz etmezdi. Bugün Sultan II. Abdülhamid’i siyasetlerine çıkış noktası kabul eden bir kısım Siyasal İslâmcı, o dönemdeki yoldaşlarının; Kanun-u Esasi’yi kabul ettiğinden aynı Sultan´ı tekfir ettiklerini unutmamalıdırlar.
Bir taraftan “doğru İslâmiyeti” içindeki İslâm demokrasisine, diğer taraftan AB’nin esas aldığı insaniyet demokrasisinin esas mânâlarına yönelmek şartıyla, bugünkü siyasetçilerimiz hem Avrupa’yı ve hem de İslâm’daki doğru hürriyet ve yönetim biçimini öğrenebilir. Mahiyeti meçhul kişilere göre şekillenen ve metodolojisi yazılmamış bir Siyasal İslâm ideolojisi; slogan, yanlış propoganda ve tarafgirliklerle, ancak Müslümanlara zarar veriyor ve verdi de.
SİYASAL İSLÂM İLİMDEN KAÇIYOR...
İslâma ters bir metot... Yani avama cehaletle inerek, Müslümanları ilim, tefekkür ve teşebbüsten mahrum bırakmak... Avrupa’nın ne dününe ve ne de bugününe dair bir çalışma yapmadan globalleşen dünyada halkı Avrupa düşmanlığı ile yanına çekmenin evvelâ kime zarar verdiğini hepimiz biliyoruz. Avrupa medeniyetinin İslâm kökleri üzerinde yükseldiğini gazete ve kitap diliyle haykıran yüzbinlerce Batılı’yı yok farz ettiğimiz gibi, bugünkü İslâm Cografyasında, Batı’nın bizden 10 misli fazla yapılandığını ve maddeten karşı gelecek gücümüzün olmadığını da cehaletinden dolayı nazarlardan kaçırıyor, bazı siyasal İslâmcılar. Şu politik felsefelerinin üstadları olan geçmişteki mütefekkirleri zihinlerinde Bedîüzzamanla barıştıramayan bu insanlar, Risâle-i Nur´daki Avrupa tanım ve telakîlerine rağmen yanlışta ısrar ediyorlar. Bedîüzzaman’ın Kur’ânî ve Nebevî dersini mâna âleminde bilhassa İmam-ı Ali (ra) aldığını kabul etmeyen ve bu noktada Vehhabîliğe kaçan siyasal İslâmın, günümüz Avrupa’sını doğru okuyup öğrenmesi hayli zor... Evvelâ ahir zamanın hâdiselerine kuşku ile bakıyorlar. Bu zamanı tasvir eden hadis-i şeriflere “zayıf veya mevzu!” deyip geçmek istiyorlar. Hz. İsa (as) nuzûlünü de bir vechiyle inkâr ediyorlar. Avrupa’nın 20. Yüzyıldaki ayrışmasını bilmediklerinden tasaffi sürecine giren Hıristiyanlık Âlemini de incelemiyorlar. Bu kadar tembellik, bilgisizlik, yüzeysellik ve önyargı ile Avrupa’ya bakanlardan nasıl bir Avrupa anlayışının doğacağını hepimiz biliyoruz. Bedîüzzaman’ın I. ve II. Avrupa tanımları, tevhide yaklaşan bir kısım Nasara ve Avrupa’sız bir dünya barış projesinin olamayacağı hususları elbette havada kalıyor. Sovyetlerin komünizm adına ülkemizi işgale hazırlandığı II. Dünya Savaşından sonra, Amerika’nın I. Avrupa adına Türkiye’yi evvelâ BM’lerde ve sonra NATO’da korumaya aldığını, ülke Müslümanlarının Kemalizm cenderesinden kurtulmasına vesile olan çok partili dönemi başlattığını, siyasal İslâm maalesef düşünemiyor. Düne kadar Cevat Rifat ve Necip Fazıl’ların üslûplarıyla Demokrat Partiye hücûm eden siyasal İslâm, 12 Eylül münafıklarından aldıkları dersle bu süreçte meseleyi Menderes ile başlatıyor. Demirel’in Menderes’in devamı olduğunu bile bile atlayıp, kendilerinden olan Özal ve Erbakan’ı kareye yerleştiriyorlar.
HUSÛMET İLE TESLİMİYET, ARASINDAKİ AVRUPA...
Avrupa Siyasal İslâmın ajandasında çoklukla bir propaganda unsuru olarak durur. II. Dünya Savaşına gelen süreçteki emperyalist Avrupa resmiyle Siyasal İslâm, halka Avrupa düşmanlığı yaparak rey toplamaya çalışır. Bu husus yalnız Türkiye için değil; İran, Arap Âlemi ve Hint Âlemi için de geçerlidir. Bu hususun bizdeki müşahhas örneği merhum Erbakan’dır. 1969’dan öldüğü saate kadar, basına yaptığı açıklamalar bu resmi en bariz şekilde gösterir. Gençliğimizde ismi Ortak Pazar veya AET olan AB’ye karşı takındığı hasmane tavırları ve nutukları dinleyerek büyüyen bugünkü şakirtlerin kafasındaki kalıpların değiştiğine inanmak hayli zordur. Bir takiyye eseri olarak AB Bakanlığını kurdurup, bu proje altında yüzde 65 olan halkın AB ilgisini yüzde 30’lara indirmeyi doğru okumak gerekiyor. Neocon’ların Beyaz Saray’daki mektebinde yetişmiş birisini de AB Bakanı yapmak... Fevkalâde ince bir düşünce değil mi?
Siyasal İslâm; AB’yi bir demokrasi ve barış projesi olarak görmediği gibi, sebeb-i vücudu olan Türkiye şartlarının kaybolmasından da fevkalâde endişelidir. Bu endişe bir yönüyle Rahşan Ecevit’in; AB’ye girersek İslâmiyet elden gider, endişesi kadar derindir.
AB´ye karşı olan Siyasal İslâm’ın maalesef II. Avrupa ile ittifaklar kurarak iktidarlara geldiğini çokça örnekleyebiliriz. II. Avrupa’nın İslâm Âlemindeki temsilcisi Kemalizmle demokrasiye karşı zaman zaman ittifaklar kurduğu; hem MSP, hem ANAP ve hem de AKP döneminde daha sıcak, müşahhasça yaşadık. Yeteri kadar delil ve misalleri var... Dışarda en son Neocon’larla Tahrir’deki ittifakı da maalesef son örnek oldu. Tarih içindeki misallerini “Siyasal İslâm ve ihtilâller” bölümünde vermiştik. Avama veya müntesiplerine Batı, Amerika, Avrupa ve Siyonizm karşıtı resimler dağıtırken, bilhassa pratikte Yahudî sermaye ile hulus birliğini de kimsecikler inkâr edemez. Fiillerini, beyanları bu mevzuda daima tekzip ettiğini de bu vesile ile belirtmiş olalım. Siyasal İslâmın Avrupa münasebetlerindeki teslimiyeti, zaman zaman Kemalistlere teslimiyetini de tedai ettirebilir. Tek parti dönemini, M. Kemal ve icraatını tasvib eden, örnek olan politikaların yanı sıra, Kemalist devrimlere dokunmayan bir Siyasal İslâm hakkında söylediklerimiz, yalnızca meseleyi tarif yönüyledir. Bu bilgilerden farklı mânâlar çıkarmaya çalışanlar, Nurculara haksızlık etmiş olurlar.