Yıllardır AB’ye blöf yapan İngiltere’nin, bir kaza-i İlahi olarak Brexit referandumuna kurban gitmesi; hem Amerika’da hem birliğin içinde ve hem de entelektüel İngiliz halkı nezdinde şok etkisi yapmış görünüyor.
Çok yönlü ve boyutlu yapılabilicek bir değerlendirmeyi, inşallah gelecek yazılara bırakarak, yalnızca aktüel hadiseleri çerçevesiyle tahlile çalışalım, bugün…
Fransa-Almanya demir-çelik birliği olarak 1952’de, savaşın yaralarını sarmak ve düşmanlığı sonlandırmak üzere kurulan bu işbirliğine, İngilizler 1960’lı yıllarda mükerreren müracaat ettikleri halde, hep Fransa’nın vetosuyla karşılaşmışlar. De Gaulle’nin İngiltere’yi bugünkü oyunları ve sicilindeki emperyale düşkünlüğünden dolayı, güvenilir bulmamış, diyor tarihçiler. Bu hususta derin araştırmaları bulunan Dr. Elene Bismark’ın çalışmaları meraklıların dikkatlerini çekiyor. 1973’de birliğe kabul edilen İngiltere’nin, önceleri yalnızca ekonomik bir ortaklık olan AET’de daima sıkıntıya sebep olduğu herkesin bildiği bir vakıa. Bir eli, komünizm ve ahlaksızlığı yetiştiren global grupların avucunda, diğeri ise bir barış projesi olan AB’nin avucunda olarak bugüne gelen İngiltere’nin daima “deve kuşu” mantığıyla ilişkilerini devam ettirdiğini biliyoruz.
Dünyada fitne çıkarmasının, fukara milletleri sömürebilmesinin, savaşlarda baş rol oynamasının ve neoliberallerin global oyunlarında organizatörlüğün yollarını kapatmayacak şartlarla birliğe üye olması; hem AB’yi ve hem de dünya barışını sıkıntıya sokmuştu: Birlikte adeta pozitif ayrımcılığın getirilerini yaşayarak bugüne gelmişti. Rizikoya girmeyen siyasi yaklaşımıyla ne para birliğine ve ne de Chengen vizesine dahil olmamıştı. İngiltere’nin dünya finansörlerinin ve ekonomi sihirbazlarının koşu alanına döndüğünü gizlemek isteyenler, Londra’ya “finans cenneti” ismini takmışlardı. AB ülkeleri dünya krizleriyle sarsılırken, İngiltere birlikte çalıştığı köpek balığı ve çekirgelerle dünyanın parasını kendisine çekiyordu. AB ülkelerinin mali piyasaları şeffaflaştıracak tedbirlere başvurması, Londra üzerinden dünyayı sömüren banka ve fon sahiplerini çok ciddi biçimde tedirgin etmişti. Almanya’daki PEGİDA ve AfD hareketlerinin fonlarca desteklenmesine benzer bir metotla hipnotize edilmiş Büyükbiritanya avamı, nihayet Cameron’un trenini raydan çıkarmış oldu. Neoliberallerce ihanete uğrayan Londra, şimdiden dört milyona varan dilekçe ile referandumun tekrarlanmasını istiyor. Aptal ve sorumsuz hareketiyle suçlanan başbakan da, üç ay zarfında odasını ve eşyalarını toplayacakmış…
Siyasi analizciler, liberal Cameron’un AB karşıtlarını susturmak için bu referandumu yaptırdığını söylüyorlar. Brexit azıcık da AKP’nin Irak savaşı öncesinde meclise sevk ettiği 1 Mart tezkeresi halini andırıyor. Ne AKP meclisten hayır çıkacağını düşünüyordu, ne de Cameron İngiliz seçmeninin yüzde 51.9 nisbetinde ayrılmayı isteyeceklerini bekliyordu. İngiltere Londra’dan ibaret değildi. Yüzde 60 gibi kahir ekseriyeti ayrılmaya hayır diyen Londra merkezine karşın, birleşik krallığın geri kalan yerlerinde AB karşıtları çok derin çalışmalarda bulunmuşlar.
BU NOKTAYA NASIL GELİNDİ?
Global bir dünya ihtilali olan 11 Eylülü hesaba katmadan yapılacak tahlillerin eksikliğini artık herkes konuşuyor. Neocon ve neoliberallere yakın AB’li siyasetçilerin (Blair, Berlusconi, Rassmussen, Sarkozy ve Merkel gibi) onbeş seneye yakındır yaptıkları çalışmaların meyveleri, her ülkede farklı renklerde ortaya çıktı. Ekonomik krizler (Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz gibi), Almanya’da siyasetin paramparça oluşu, Fransa’da kanlı hadiseler ve İngiltere’de de bu felaket şeklinde tezahür ediyor.
Birleşik Krallığın faturası her halükârda farklı ve ağır olacak. Balkanlar’da, Körfez’de, Yemen’de ve Afganistan’da savaş lehinde oynadığı önemli rollerin karşılığını elbette görecektir. İngilizlerin aldatmaya, unutmaya, yeni gündemlerle öne çıkmaya ve hatta kendisini zulme uğrayan mağdur ve mazlumlara sevdirmeye yönelik siyaseti dünyaya çok şeyi unuttursa da; hakikat, hukuk ve tarih unutmuyor. Durup dururken basiretsizleşerek Birlikten ayrılıp-ayrılmama referandumunu gündeme getirenler, Arap baharı çerçevesinde birçok milli devletleri haritadan silmeyi projelendiren politikacılar olduğunu asla unutmamamız gerekiyor. Bu arada Merkel’in Soros ile birlikte AB içinde oynadıkları “mülteci” tiyatrosunu da ilave edelim. Zira iğfali hızlandıran önemli bir noktadır.
BİRLEŞİK KRALLIK DAĞILIR MI?
İngiltere İkinci Dünya Savaşı’nın galibi iken şanlı imparatorluktan adaya çekilmek zorunda kalmıştı. Gelenek, siyaset, bilim ve bilhassa diğer Avrupa ülkelerinden zarar gören Yahudilerin yardımıyla, sanal da olsa Avustralya’dan Kanada’ya kadar kendisine bir arka bahçe kurmuştu. Teorik olarak kendisiyle olan ülkelere karşı AB kartını kullanan Londra, tespihin ipini Brexitle kırmış oldu, bize göre. Artık politikacıları da AB’yi günah keçisi yapıp kendilerini onunla müdafaaya imkân bulamayacaklar. İngilizlerin kontrolündeki coğrafyalarda sanal fon ve banka merkezleri kurarak Amerika, Asya ve AB’yi sömürenlerin sığındıkları bir ada olmaktan da çıkacak, İngiltere. Artık Wikileaks Sızıntıları altında İslam dünyasının fitne pimini çeken Julia Assange, Kongo’nun Londra bürosunda siyasi sığınmacı olarak yaşamayacak. Yani hem köpek balıklarını ve hem de çekirgeleri Çinlilerin taarruzundan kurtaracak ihtişamlı büyük Britanya artık yok…
11 Eylülü Amerika ile birlikte oynayan İngiltere’nin Almanya düşmanlığı da artarak devam edecek gibi. Zira Boris’in takımı, AB’yi Hitler Almanya’sına benzeterek bilgisiz insanları iğfal etmiş. Onun AB karşıtlığının; agresif ateist damarlardan beslenen PEGİDA, AfD, Wilders ve Le Pen gibi diğer politik hareketlerden yankı bulması, elit İngiliz tabakasını yer yer ümitsizliğe de düşürüyor gibi. AB karşıtlarının ortak cephe çalışmalarını da ayrıca yazalım, inşallah.