Bundan önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Zübeyrî çizgi ifadesini ilk dillendirenlerin niyetleri; cemaati toplamak, Nur dairesinde felsefe metoduyla yapılmak istenen tahripkâr bid’aları durdurmak ve Nur Talebelerinin şahs-ı manevisine kuvvet vermekti.
2003-4 yıllarında bu ifade kısa zamanda Nurcuların efkâr-ı ammesinde kabul gördü. Nur Talebelerinin fıtrî tarihçelerini de seslendirdiğinden, kısa süre içinde yükselen değer haline geldi.
Bildiğiniz gibi, yükselen değerlerin, öne çıkmış markaların ve güzel hizmetlerle halk içinde temayüz etmiş insanların imtihanları şiddetli geçer. İstismarları ve kullanılmaları hep mümkündür. Bu kaide Zübeyrî çizgi için de geçerlidir düşüncesindeyiz. Bazı insanların iyi niyetle, kendilerine göre yanlışçıların karşısına Zübeyrî çizgi ile çıkmaları, bütün Nurcuların ve belki de Müslümanların malı olan bu manevî değeri, kendi şahsî menfaatleri için kullanmaları tehlikesine yol açabilir. Bu ise hem bu ibareyi kullananlara, hem Zübeyrî çizgiye ve hem de Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsine büyük zararlar getirir. Hiçbir cemaatte, hiçbir meşverette murakabe ve muhasebesi yapılmaksızın, uluorta Zübeyrî çizgiyi kendi muhaliflerine kalkan olarak kullananların, hukuk önünde de sorumlu olduklarını her akıl sahibi anlayabilir.
Zübeyrî çizgi ve Yeni Asya münasebeti
Bütün Nurcular bilirler ki, Yeni Asya; haftalık İttihad gazetesinin devamı olarak ve Üstadımızın- iki-üçü müstesna- bütün talebelerinin iştirak ettikleri bir meşveretin neticesinde, 21 Şubat 1970’te hayata gözlerini açtı. Şahs-ı manevînin ittihadına, tesanüdüne ve deccaliyet karşısındaki sebatına yardım maksadıyla çıkarılmış günlük bir lâhika idi Yeni Asya. Başka hakim cereyanların akıntılarına kapılmamak için; günlük, siyasî, içtimaî ve iktisadî hadiseleri Risale-i Nur zaviyesinden değerlendiren heyetlerin, Nur Cemaatine fedakârane bir yardımı idi. Medreseler harıl harıl Nurlarla meşgul olup, iman ve Kur’ân hizmetine talebe yetiştirirken, Yeni Asya da onları gelecek tehlikelere karşı haberdar edecek, onların hariç ve dahildeki düşmanlarına karşı gözü ve kulağı olacaktı. Yalnız Nurcuların değil, bütün ehl-i imanın yardımına koşan bir dâvâ vekili olacaktı. Zira Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin âlem-i İslâm’ı ve İttihad-ı İslâm’ı ilgilendiren pek büyük bir vazifesi vardı.
Zübeyir Ağabey buna mümasil daha yüzlerce maksat ve gayeye binaen Yeni Asya’yı meşverette desteklemişti. Ankara Cebeci’de gazetenin bir cami önünde satılmasına, yanında bulunan fedakâr bir ağabeyle yardımcı olurken de; tiraj olarak da hedefi yetmiş-seksen bindi. Geçmişin bu büyük, küllî, kucaklayıcı ve ehl-i imana ümit olucu münasebetini basit tarafgirliklerle bilmeden tahrip etmeye yönelenleri ikaz etmenin, Risale-i Nur’u okuyan herkesin vazifesi olduğuna inanıyoruz.
“ZÜBEYRî ÇİZGİ” TEKELCİ BİR TAVRA HAPSEDİLEMEZ
Bu hususu daha iyi anlayabilmek için Üstadın Divan-ı Harp’te kendisini yargılamaya çalışan mahkeme heyetine yönelttiği soruya tekrar bakmak gerekiyor: “Sekizinci sual: Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine daima dokundura dokundura zorla herkesi meşrûtiyete muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine taktığı ism-i meşrûtiyet altında olan muannid istibdada ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?” (Divan-ı Harb-i Örfi s. 48)
Bu müşahhas örnekte anlatılan çerçevede, Zübeyrî çizgi tekelci bir tavra hapsedilemez.
Aynı şekilde Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u basın-yayın diliyle tüm dünyaya duyurmaya çalışan Yeni Asya da.
Misyonu, dünyadaki dinsizliğe ve âlem-i İslamdaki nifaka, Kur’an’ın zamanımızdaki manevî tefsiri olan Risale-i Nur ile mukabele olan ahir zamanın bu muhteşem cemaati, bu tarz tekelci ve dışlayıcı yaklaşımlara karşı da çok dikkatli olmalı ve muhabbetten taviz vermeden yoluna devam etmeli.