Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Temmuz 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Gençlik

Müstehcenlik esarettir

Örtünmek hürriyettir. Hür ve demokrat Türkiye'nin özlemiyle yaşayan genç kız ve hanımlar, örtünmeyi hürriyette, hürriyeti de örtünmekte arıyorlar. Çünkü ancak hür bir ortamda örtünebilirler ve yine ancak örtünerek gerçek bir hürriyete kavuşabilirler. İşte bunun için Türkiye yıllardır müs-tehcenliği tartışıyor. Genç kuşaklar, "müstehcenliği normal hale getirme" stratejisiyle yapılan dejenerasyon ve tahrip faaliyetlerinden kurtarma ve koruma endişesi içerisinde sancı çekiyor. Yani bunun için yıllardır "Kadın örtünmeli mi, örtünmemeli mi?" sorusunu tartışıyoruz.

30'LU YILLARDA MÜSTEHCENLİK

Aslında, her şeye rağmen, böyle bir tartışmanın yapılıyor olması bile bir basamak. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında, tesettürü hedef alan faaliyetler dört koldan sürdürülürken, tartışmaya da imkân verilmiyordu. 30'lu yıllarda son şeklini alan bu uygulamanın ana hedef-lerinde biri tesettürün toplum hayatından tamamen silinmesiydi. Gerçi tesettür kanunla yasaklanmamıştı, ama devletin bütün eğitim kurumları ve resmi yayınları, keza bu paralelde yayın yapan yayıncıların çıkardığı dergiler tesettürün kökünü kazımayı hedef almıştı. Okullarda karma eğitim, 19 Mayıs kıyafetleri, Köy Enstitüleri, Türk Ocakları ve halkevleri, güzellik yarışmaları, bu hedefe ulaşmak için başvurulan vasıtalardan yalnızca birkaçıydı.

Farklı görüşlere ise, hayat hakkı tanınmıyordu. Nitekim, tesettürü esaret olarak vasıflandırıp ortadan kaldırmaya ve yerine müstehcenliği ikame etmeye çalışan anlayışa "Tesettür Risalesi" ile cevap veren Bediüzzaman Said Nursi, bu yüzden aylarca Eskişehir hapishanesinde tutulmuş. muhakeme edilmiş ve tek bir cümlesi bahane edilerek, kanuna değil, "kanaat-ı vicdaniye"ye dayanan haksız bir kararla "ceza"landırılmıştı.

12 EYLÜL’DEN SONRA MÜSTEHCENLİK

Esas itibarıyla 30'lu yıllarda hakim zihniyetin takipçisi olan 12 Eylül yönetimi, üniversitelerde ve resmi dairelerde uyguladığı başörtüsü yasağı ve müstehcenliği teşvik politikası ile, yine aynı temellerden vazgeçmediğini göstermişti. 12 Eylül sonrasında 19 Mayıs kıyafetlerinde yapılan kısmi revizyon ve sonradan büyük ölçüde gevşetilerek hedefinden saptırılan "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu" bir tarafa bırakılırsa, her şey müstehcenliğe revaç verir tarzda gelişmişti. "Üstsüzler ülkemize gelsin mi, gelmesin mi?" yollu sığ ve basit tartışmaların eşliğinde yürütülen "turizmi patlatma" politikaları, güzellik yarışmalarının resmen himayesi, her Allah'ın günü ayrı yerde açılan festivaller, başta gelen malzemesi müstehcenlik olan tv programları, iyice coşan müstehcen gazete ve dergiler, porno kasetleri... 12 Eylül sonrasının müstehcenlik haritasını net bir şekilde gözler önüne seriyor.

GÜZELLİK YARIŞMALARINA

CUMHURBAŞKANI HİMAYESİ

30'lu yıllarda da güzellik yarışmaları, zamanı cumhurbaşkanının özel ilgi ve himayesine mazhardı. 80'li yıllarda da benzer bir tablo ile karşı karşıya kalındı. 84 yıl önce, 1932'de Cumhuriyet gazetesinin seçtiği "Türk güzeli" Keriman Halis "Dünya güzeli" seçildiğinde, gazetenin başyazarı Yunus Nadi, Mustafa Kemal'in "Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla, elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır" gibisinden takdir ve taltiflerine mazhar olduğunu yazarken, 80'li yılların "güzel"leri, Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından bizzat kabul edilip candan iltifatlara nail olmuşlardı.

Yine 1980 sonrasında Türkiye'de tam bir müstehcen yayın "patlaması" olmuştu. Ülkemiz, Amerikalı bir feministin, "Yahudiler için yazılmış bir Nazi kitabı"na benzettiği Playboy dergisinin yayınlandığı ilk Müslüman ülke sıfatını kazandık Müstehcen gazete ve dergiler, birbiri peşi sıra yayın hayatına atıldılar.

80’Lİ YILLARDA AVRUPALI

BİR GAZETECİNİN HAYATI

2000'li yılları henüz anlatmıyoruz. Daha internet, uydu yayınları, CD'ler, yüzlerce tv kanalı piyasada yok henüz. Müstehcenliğe ait yayınlar alabildiğince etrafımızı işgal etmemişti daha. O yüzden şimdi vereceğim örneğin önemini siz takdir edin.

O zaman, yani, 80'lerde "Muzır Kanunu"nda yapılan son değişiklikle, daha önceki bütün çalışmaları boşa çıkarılan "Muzır Kurulu"nun başkanı Prof. Rüçhan Arık, Türk Kadını gazetesinde Avrupalı bir gazeteci ile yaptığı görüşmesini anlatırken neler söylemiş:

"Bana günlük gazetelerimizdeki resimlere çok şaşırdığını söyledi. 'Avrupa'nın pek çok ülkesinde günlük gazetelerde bir-iki kadın resmi vardır, ama bu denli çok olamaz. Kadını yatak kıyafetiyle gösteren bunca gazete hiç bir Avrupa ülkesinde yoktur' dedi. 'Ben evime böyle bir gazete ile gitsem eşim bana rahatsız mısın diye sorar' deyince ne söyleyeceğimi çok şaşırdım. Ben bir eğitimciyim. Öğrencilerim gelecekte Türk toplumunu oluşturan ailelerin kurucuları olacaklar. Ve maalesef, bu söze karşı söyleyecek bir şey bulamadım."

NEDEN MÜSTEHCENLİK?

Yetkili ve sorumlu mevkide bulunanlar müstehcenlik belası karşısında söyleyecek bir şey bulamazken, "müstehcenliği normal hale getirme" gayretleri o zaman vardı ve şimdide olanca hızıyla devam ediyor. Yine 80'li dönemlerden bir örnek, günümüzü nasıl şekillendirdiğine ışık tutacak. Yayın politikasını bu strateji üzerine kuran Simavi hanedanının son temsilcilerinden Erol Simavi, gazetesinde yayınlanan ropörtajında sözü buraya getirerek şöyle demişti: "Gidersin bir plaja, etrafında yüzlerce mayolu, bikinili kadın görürsün. Beş dakika sonra gözün bu manzaraya alışır."

Müstehcenlik toplumdan ne götürdü?

Peki bu hal ne gibi sonuçlar getiriyor? "Cinsel özgürlük" sloganları ve beraberinde gelen arayışlar, insanlara ne veriyor?

Bunlar daha önce de yazıldı. Ama kısaca yine de hatırlatalım. Batı bu konuda en aşırı denemeleri yaşadı. "Cinsel devrim" beraberinde getirdiği müstehcenlikle birlikte ailede ağır yaralar açtı. Basın, moda, tv, sinema, resim, fotoğraf... hep müstehcenliğe hizmet etti. Bu yollarla, insanlardaki utanma duygusunun aşındırılmasına çalışıldı. Evlilik dışı ve öncesi cinsel ilişki, homoseksüellik, lezbiyenlik gibi sapıklıklar, yaygınlaştırılmak istendi.

Özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda yaşanan bu çılgın denemeler neticesinde görüldü ki, cinsel suçlar hızla artıyor. Evlilikler sarsılıyor. Gayrimeşru beraberliklerin meyvesi olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren zor ve problemli bir hayatı karşılarında buluyorlar. Buna meydan vermemek için bulunan çare ise, katliamdan başka bir şey olmayan kürtaj oluyor. Keza, insanlar arasındaki münasebetler mekanikleşiyor. Sevgi ve ulvi hisler ortadan kalkıyor. Bunalımlar artıyor. Tüm bunlar işte günümüz hastalıklı toplumunun temel taşları oldu.

MÜSTEHCENLİK TECAVÜZ

OLAYLARINI ARTTIRIYOR

Araştırmalara göre, tecavüz olayları kadınlarda intihara varan depresyonlara yol açıyor. Psikologlar, tecavüz olayları ile müstehcen yayınlar arasındaki irtibatı açıklıyorlar. Buna göre, esas olarak erkeklere ve bilhassa gençlere yönelik müsteh-cen yayınlar, filmler, onların nazarında kadını sadece bir "cinsel nesne" durumuna düşürüyor.

CİNSEL ÖZGÜRLÜĞÜN GETİRDİĞİ ASERET

Tabii bütün bunlar "cinsel özgürlük" adına yapılanların, insana özgürlük değil kopkoyu bir esaret getirdiğini açıkça ortaya koyan sonuçlar. Nitekim sosyologlar özetle "Böyle hürriyet olmaz olsun" diyerek, bu gerçeğe işaret ediyor. Batılı feministler müstehcen yayınları "sömürü" olarak vasıflandırıp, karşı kampanyalar açıyorlar. Yapılan araştırmalar Amerikan halkının da müstehcenliğe karşı çıktığını ortaya koyuyor.

Bunlar çağdaş Batı toplumunda, müs-tehcenliğin sonunu işaretleyen gelişmelerden yalnızca bir kaçı. Artık Batı, son yıllarda ağır darbeler yiyen aileyi koruma telaşına düşmüş durumda. Keza başta AIDS olmak üzere, cinsel sapmaların yol açtığı korkunç hastalıklar da, cinsel hayatın meşru ölçüler içerisinde belli bir düzene kavuşturulması noktasında, Batı insanının ciddi bir arayışa yöneltmiş durumda. Kısaca Batı, aile düzeni içinde "iffetli" bir hayata dönme gayretine girmiş bulunuyor.

‘TÜRKİYE’DE DURUM

Peki, ya Türkiye'de durum? Evet bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sürdürülen gayretlere, propagandalara, yayınlara rağmen, Türkiye, cinsel suçlar bakımından, her türlü olumsuz şartlar hazırlanmasına ve uygulanmasına rağmen, dünya sıralamasında hayli aşağılarda. Bu, milletimizin inançlarına, ölçülerine, aile hayatına olan bağlılığının bir sonucu. Ama bu, müstehcen yayınların fütursuzca devamına göz yummayı gerektirmiyor. Batının yaşadığı acı tecrübeleri bir defa da biz yaşayıp, neden sonra tedbir cihetine gitmek hiç de akıllı olmasa gerek.

Peki çare nerede? Çare, milletin kendi kaderine sahip çıkıp, bu konuda da inançların hakim kılmasında düğümleniyor. Millet iradesi öyle bir güç ki, devleti de, tv'yi de, basını da, interneti de istediği çizgiye getirebilir. Yeter ki, bu şuurla harekete geçsin ve özgür iradesini meşru yollarla ortaya koysun.

MÜSTEHCENLİK KADININ

ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ELİNDEN ALIYOR

Aslında Batıda olup bitenler ölçüsüz ve başıboş bir hayatın "özgürlük" demek olmadığını çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Gerçekten de özgürlük, insanın her istediğini, her aklına geleni, hiç bir sınır ve kayıt tanımaksızın yapması değildir. İnsanın özgürlüğü, yaratılış kanunlarıyla sınırlı. Giyimde müstehcenlik konusu da bu genel kaidenin dışında değil. Bazı mankenlerin, "Podyumda yürürken ezildiğim, utandığım çok oluyor. Özellikle mayo defilelerinde bir an önce içeri kaçmak istiyorum. Kadın olsun erkek olsun bu tür defilelerdeki seyircilerin bakışları değişiyor. Mayodan çok bizi seyrediyorlar. Podyumdayken üzerime yüzlerce çift gözün yarasa gibi yapıştığını hissediyorum" dediklerin okuyoruz zaman zaman. Onlar müstehcenliğin meydana getirdiği esareti çok net ifadelerle dile getiriyor böylece.

CİNSEL EĞİTİM NASIL OLMALI?

Ergenlik çağı ile birlikte zirveye çıkan cinsel ihtiyaçlar, cinsel problemler, evlilik ve aile, evlilikte cinsel hayatın tatminkâr olması için uyulması gereken kurallar, hamilelik ve doğum, çocuğun bedensel ve ruhsal sağlığı, müstehcenlik ve muzır neşriyat, toplumda kadın erkek ilişkileri... Bütün bunlar insan cinsî hayatının ana başlıklarıdır. Bir tarafta cinsel hayat ayıplarla örtülü bir tabu olarak görülüyor... Öbür yanda, bütün mahremiyet sınırlarına meydan okuyan bir teşhircilik furyası yürütülüyor... Bu tezat tablosundan ortaya çıkan sonuç: cinsel hayatta tam bir anarşi hüküm sürü-yor. O halde, dinî kaynaklara ve çağdaş ilimlere dayanarak yapılacak bir cinsel eğitim ihtiyacı ihmale gelmeyecek kadar âcil olmaktadır. Cinsellik hayatımızın bir parçasıdır. Yüce Kitabımızda da şöyle buyrulmuyor mu? İnsanlar iki ayrı cins olarak, 'erkek ve dişiden' yaratılmıştır. Bir çok ayette eşler arasındaki münasebetlerin biyolojik ve psikolojik boyutlarına işaret edilmiştir. 'Şehvet' olarak adlandırılan cinsî arzu (libido, cinsel haz) kadınla erkek arasında yaratılan birbirine yakın ve beraber olma ihtiyacının biyolojik temellerinden biridir. Rum suresinin 21. ayetini dinleyelim: 'Yine O'nun delillerindendir ki, size kendi cinsinizden, kendilerine meyil ve ülfet edeceğiniz eşler yarattı. Aranızda merhamet ve sevgi koydu. Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için, ibret alınacak çok deliller vardır.' Bediüzzaman, İşârât-ül İ'caz adlı eserinde, nefis bir duygusal yorum yapıyor: 'İnsanoğlunun en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut olmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezzetlerde birbirine ortak, gam ve ke-derli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte hayrete düşen veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki, kısm-ı sani ile tabir edilen kadın kalbidir.' Madem insanlarda cinsî ihtiyaçlar, arzular yaratılmıştır. Kadın erkeğe, erkek de kadına eğilimli kılınmıştır. O halde aile hayatı ortamında bu duyguların meşru bir şekilde karşılanması, sağlıklı ve vazgeçilmez bir husustur. Helâl ölçülerdeki cinsel yakınlaşma ibadet sınırları içerisinde değerlendiriliyor. Zira cinsel ihtiyaçlar kulluk bilinci içerisinde, emredilen prensipler doğrultusunda karşılanması huzur ve mutluluğun en önemli şartlarından biridir.

Cinsel eğitim şart mı? İslam'ın emir ve yasaklarını öğrenmek, büluğ çağından itibaren aklı başında olan her Müslüman'a farz ve şart değil midir? Elbetteki bir kısım ibadetlerin sıhhati, bu bilgilerin bilinip yaşanmasına bağlıdır. Gusül abdestinin hangi hallerde zorunlu olduğunu kavramadan ibadet hayatı sağlık kazanabilir mi? Öyleyse cinsel bilgiler de doğru kaynaklardan öğrenilmelidir.

13.07.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004