Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

Ülke birliği (2)

Aynı vatanda yaşayan, yani aralarında vatan birliği olan insanların, başka bağlar yanında sadece vatan bağı sebebiyle bile birbirlerine muhabbet etmeleri, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları mümkündür. Çünkü aynı vatan toprakları üzerinde yaşamış olmak önemli bir bağdır. O topraklarda yaşayan insanların arasında acıda, elemde, kederde, sevinçte kader birliği vardır.

VATAN BİRLİĞİ

Bediüzzaman, "Hâlıkları bir, Rezzakları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir..." diyerek sıraladığı birlik bağları arasında 'vatan'ı da saymıştır. Aynı vatanda yaşayan, yani aralarında vatan birliği olan insanların, başka bağlar yanında, sadece vatan bağı sebebiyle bile birbirlerine muhabbet etmeleri, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları mümkündür. Çünkü aynı vatan toprakları üzerinde yaşamış olmak önemli bir bağdır. O topraklarda yaşayan insanların arasında acıda, elemde, kederde, sevinçte kader birliği vardır. Aralarında alış veriş yapma, aile bağları kurma, komşuluk, işbirliği ve işbölümü içerisinde birlikte çalışma, güzel eserler vücuda getirme, ortak başarılara imza atma olgusu vardır.

Bu çalışmanın yapıldığı tarihe rastlayan bugünde, tarihe altın sayfalarla yazılmış eşsiz bir destan olan "Çanakkale Zaferi"ne atılan imzada ana dili, etnik kökeni değişik olmasına rağmen, yüz binlerce gazi ve şehit vatan evlâdının izi bulunmaktadır. Bu, milletimizin gönlünde yer eden, “Vatan sevgisi imandandır” inancının tezahürüdür. İmandaki zayıflamanın, vatan sevgisi ve vatana bağlılığı da zayıflattığı bilinen bir gerçektir.

Bediüzzaman, devletin ve milletin hayatını ve varlığını muhafaza ettiren, Kur'ân'dan gelen: “Ben ölürsem şehidim, öldürsem gaziyim” fikri olduğunu, bu fikirle devletin ordusundaki askerin ölümü gülerek karşıladığını söyler ve “Askerin ruhunda böyle ulvî fedakârlığa sebebiyet verecek başka hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikâme edilebilir ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona fedâ ettirebilir?” diye sorar. İşte askeri böyle bir fedâkârlığa götürecek manevî ruh çökertildiği takdirde, sonucun ne olabileceğini düşünmek bile, hepimizi derin endişeye sevk edecek vahim bir olgudur.

Din birliği, vatan sınırlarını da aşan geniş bir bağdır. Kurtuluş Savaşında Pakistan, Afganistan gibi dünyanın bize çok uzak yerlerinden yardımların gelmesinde bu bağ önemli rol oynamıştır. Müslüman bir ülke, bir felâkete uğradığında, dinî bağlar sebebiyle tüm dünya Müslümanları o olaydan etkilenirler ve ellerinden gelen yardımı yaparlar. Bu manevî bağları zayıflatarak milletimizi böylesine önemli bir destekten yoksun bırakmanın, kimlerin işine yarayacağını kestirmek zor olmasa gerektir. Aynı şekilde dünyanın herhangi bir yerindeki Müslüman bir ülkenin başına bir felâket geldiğinde, diğer Müslümanların ona yardımda bulunması, hem adalet ve hakkaniyete uygundur, hem de bu durum dünya barışına olumlu bir katkıdır.

Burada vatan bahsinde; yine İstiklâl Marşımızın kabulünün yıldönümüne rastlayan bu günlerde millî şairimiz Mehmet Akif ERSOY'u da rahmetle anmadan geçemeyeceğiz:

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye adlı eserinde, adalet konusunu tahlil ederken, insanın fiillerinin, kalbin ve hissin temayüllerinden çıktığını, o temayüllerin, ruhun özelliklerinden ve ihtiyaçlarından kaynaklandığını, ruhun, imanın nuru ile harekete geçtiğini, hayır ise yaptığını, şer ise kendini çekmeye çalıştığını, eğer insanın ruhunda imandan gelen manevî bir etkileşim olmazsa, millet ve vatan maslahatı gibi kavramların fazla etkili olamayacağını ve onu kötülükten alıkoyamayacağını açıklar.2 Buradan vatan ve millet yararının dikkate alınmasında imanın olumlu rolü bulunduğu, imansızlık halinde ise, bunların etkisinin sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır.

MİLLET BİRLİĞİ

Millet kelime olarak; 1- Din; inanç ve şerîat, 2- Bir din veya mezhepte bulunanların tamamı, ümmet, 3- Millet, ulus; çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında din, dil, duygu, ortak tarih, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, 4- Benzer özellikleri olan topluluk, 5- Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes, 6- Sınıf, topluluk, kategori, 7- Halk, anlamlarına gelmektedir.

"Millet" kelimesi Risâle-i Nur Külliyatında değişik yerlerde 798 defa yer aldığı ve bu kelimenin yukarıdaki anlamlara gelecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Meselâ; "millet-i İslâm", "Mısır milleti", "..her milletin lisanıyla", "..herkes, ...her millet", "…o zeki kavim.., ...o siyasî millet", "millet-i İbrahim", "millet-i küfriye", "..ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzakları, elbiseleri, cihazatları" gibi. Bu ifade şekillerinde millet kavramının; yerine göre, herkesi yani insan topluluğunu, halkı, din bağını, coğrafî özelliği ya da coğrafî yeri, etnik kökeni, dili ön plâna çıkarır şekilde, yerine göre bitkiler-hayvanlar gibi bir varlık türünü ifade edecek tarzda kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Risâle-i Nur'da; "millet" kelimesi 798, "Türk Milleti" kavramı 70, "Türk" kelimesi 161, "Türkçe" kelimesi 89, "Kürt Milleti" hiç geçmiyor, "Kürt" kelimesi 45, "Kürtçe" kelimesi 10, "Arap Milleti" 1, "Arap" kelimesi 91, "Arapça" 54 defa geçmektedir.

Risâle-i Nur'da "Türk Milleti" kavramı kullanılırken, kanaatimizce bu kavramla etnik kökeni ifade etmekten çok, vatan toprakları üzerinde yaşama ve birbirlerine din bağı ile bağlı olma özelliği ön planda tutulmaktadır. "Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla", "Türk milleti denilen şu vatan evlâdı"3 gibi ifadelerden bu husus çok açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu toplulukta hâkim unsur Türk Milletidir. Vakıa kavramda bu unsurun adı yer almıştır. Ancak bu durum başka unsurların inkârı ya da asimile edilmeleri anlamına gelmemektedir. Bediüzzaman, sayısı milyonları bulan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan Kürtlerin, Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olduğunu vurgulamaktadır.4 Irkçılık ise, bu iki vatandaş ve cihad arkadaşını birbirine düşürmektedir ki, bu durum her iki unsurun da zararına ve bu zarardan medet uman haricin yararınadır. Etnik köken, din v.s. herhangi bir ayırım yapılmaksızın kanun karşısında herkes eşit olup, eşit hak ve sorumluluklara sahiptir.

Bediüzzaman, Türk milletini etnik kökeni esas almaksızın şöyle tasnif etmektedir:

1- Ehl-i salâhat ve takvâ (dindarlar)

2- Musibetzede ve hastalar

3- İhtiyarlar

4- Çocuklar

5- Fakirler ve zayıflar

6- Gençler

Görüldüğü gibi, bu sınıflandırmada sosyolojik özellikler dikkate alınmaktadır. Bu tasnifin hemen altında, her bir sınıfın özelliğine göre, o sınıfı oluşturan insanların iyiliği, selâmeti için ihtiyacı olan şeyleri kazandırmak ve onları zarara uğratacak şeylerden sakındırmak için gerekenler, sosyal hayatın huzur ve barış içinde yürümesi bakımından da lâzım olan hususlar sıralanmaktadır. Bunlar incelendiğinde de tamamen insaniyete dayanan ve fazileti ön plana çıkaran değerler olduğu görülmektedir.5

Hucûrat Sûresinin; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık” mealindeki 13. âyetinin tefsirinde de; Allah'ın insanları taife taife, millet millet, kabile kabile yarattığını, buradaki hikmetin tanışmak ve sosyal hayatta yardımlaşmak olduğunu, yoksa aralarında husûmet ve düşmanlık olmadığını, ordunun kısımlara ayrılması örneğiyle açıklamıştır.

Milletin birliğinin sağlanmasında demokratik bir rejimin de önemli rolü vardır. Mutlâkiyet, milletin birliğinin sağlanmasına daha uygun bir rejim, demokrasi ise bazılarınca milletin dağılma sebebi gibi görülse de, bu doğru değildir.

Giriş bölümünde zikrettiğimiz sömürgeci Batının; yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin mülkî tamamiyetini kabul etmekle birlikte, kendi içinde onu manevî cephesinden vurmak planının uygulanması ile ilgili olarak şu hususlara da kısaca değinmek istiyoruz:

Manevî değerleriyle ve geçmişiyle bağı koparılacak milletin iradesizleştirilmesi, millet adına, millet için karar verip uygulayan kişi ya da kişiler eliyle olmaktadır. Bunun adına cumhuriyet ve kayıtsız şartsız millet hâkimiyeti demek mümkün müdür? Ortada milletin kendinden çıkan bir iradesi, etkisi, katılımı yoksa, sadece millet adına karar veren birkaç kişinin iradesi var ve millet belli kişilerin iradesinin yerine getirilmesinin bir aracı konumuna getirilmişse, demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlemediği açıktır. Şeffaflıktan, açıklıktan uzak, kapalı kapılar ardında işlerin döndüğü böyle bir durumda varılacak yer olsa olsa kargaşa ve kaostur. Bunun da kimlerin işine yarayacağını, nasıl bir ortamı oluşturacağını kestirmek zor olmasa gerektir. Öyleyse; geçmişinin şahsiyeti, millî ve manevî değerleriyle donanımlı her bir birey, vatanının selâmeti, milletinin yücelmesi, vatandaşlarının huzur ve saadeti için diğer vatandaşlarıyla elbirliği yaparak geleceğine sahip çıkmalıdır. Bunun yolu da bireyin hukukuna sahip çıkması, sivil toplum yapılanması ve demokrasinin kurum ve kurallarıyla işletilmesinden geçmektedir.

DİPNOTLAR:

1- Mektubat, s. 313.

2- Hutbe-i Şamiye, s. 82.

* www.risâleinurenstitusu.com adlı sitede "Arama" bölümünde yapılan sorgulamada bu sonuç çıkmaktadır.

* Bu rakamlar, www.risâleinurenstitusu.com adlı siteden "Arama" bölümünde yapılan sorgulama sonucunda bulunmuştur. Aynı bölümün makam itibariyle külli-yatın birden fazla yerinde yer almasına bağlı olarak bu rakamlar değişebilir. Ancak konu ile ilgili olarak, yine de fikir edinilmesine katkı sağlayabileceği dü-şüncesiyle alınmıştır.

3- Mektubat, s. 408.

4- Mektubat, s. 417.

5- Eğer şu milleti ciddî severseniz, onlara şefkat ederseniz, öyle bir hamiyet taşıyınız ki, onların ekserîsine şefkat sayılsın. Yoksa, ekserîsine merhametsizcesine bir tarzda, şefkate muhtaç olmayan bir kısm-ı kalîlin muvakkat, gafletkârâne hayat-ı içtimaiyelerine hizmet ise, hamiyet değildir. Çünkü, menfî unsuriyet fikriyle yapılacak hamiyetkârlığın, milletin sekizden ikisine muvakkat faydası dokunabilir; lâyık olmadıkları o hamiyetin şefkatine mazhar olurlar. O sekizden altısı ya ihtiyardır, ya hastadır, ya musibetzededir, ya çocuktur, ya çok zayıftır, ya pek ciddî olarak âhireti düşünür müttakîdirler ki, bunlar hayat-ı dünyeviyeden ziyade, müteveccih oldukları hayat-ı berzahiyeye ve uhreviyeye karşı bir nur, bir tesellî, bir şefkat isterler ve hamiyetkâr mübarek ellere muhtaçtırlar. Bunların ışıklarını söndürmeye ve tesellilerini kırmaya hangi hamiyet müsaade eder? Heyhat! Nerede millete şefkat, nerede millet yolunda fedakârlık? (Mektubat, s. 314)

15.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Bir bütünün parçalarıyız

  Ülke birliği (2)

  Ebu Katade (?-674)


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004