"Gerçekten" haber verir 02 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

O göklerin ve yerin ve ikisi arasında ne varsa hepsinin Rabbidir. O'na ibadet et, O'na ibadette sabret. O'nun isimleriyle adlandırılabilecek başka birisini bilir misin?

Meryem Sûresi: 65

02.11.2008


Kanaat ve iktisat, rızkınızı temin eder

Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder.

Üçüncü Desîse-i Şeytaniye

Tamah yüzünden çoklarını avlıyorlar.

Kur’ân-ı Hakîmin âyât ve beyyinâtından istifaza ettiğimiz kat'î bürhanlarla çok risâlelerde ispat etmişiz ki, meşrû rızık, iktidar ve ihtiyarın derecesine göre değil, belki acz ve iftikarın nispetinde geliyor. Bu hakikati gösteren hadsiz işaretler, emâreler, deliller vardır. Ezcümle:

Bir nev'î zîhayat ve rızka muhtaç olan eşcar yerinde durup, onların rızıkları onlara koşup geliyor. Hayvânat, hırsla rızıklarının peşinde koştuklarından, ağaçlar gibi mükemmel beslenmiyorlar.

Hem hayvânat nev'înden balıkların en aptal, iktidarsız ve kum içinde bulunduğu hâlde mükemmel beslenmesi ve umumiyetle semiz olarak görünmesi, maymun ve tilki gibi zekî ve muktedir hayvânat sû-i maişetinden alîz ve zayıf olması gösteriyor ki, vasıta-ı rızık iktidar değil, iftikardır.

Hem, insanî olsun, hayvanî olsun, bütün yavruların hüsn-ü maişeti ve süt gibi hazine-i rahmetin en lâtif bir hediyesi, umulmadık bir tarzda onlara zaaf ve aczlerine şefkaten ihsan edilmesi; ve vahşî canavarların dıyk-ı maişetleri dahi gösteriyor ki, vesile-i rızk-ı helâl acz ve iftikardır, zekâ ve iktidar değildir.

Hem dünyada, milletler içinde şiddet-i hırsla meşhur olan Yahudi milletinden daha ziyade rızık peşinde koşan olmuyor. Halbuki zillet ve sefalet içinde en ziyade sû-i maişete onlar maruz oluyorlar. Onların zenginleri dahi süflî yaşıyorlar. Zaten ribâ gibi gayr-ı meşrû yollarla kazandıkları mal, rızk-ı helâl değil ki meselemizi cerh etsin.

Hem çok ediplerin ve çok ulemanın fakr-ı hâli ve çok aptalların servet ve gınâsı dahi gösteriyor ki, celb-i rızkın medarı zekâ ve iktidar değildir, belki acz ve iftikardır, tevekkülvâri bir teslimdir ve lisan-ı kal ve lisan-ı hâl ve lisan-ı fiil ile bir duâdır.

İşte bu hakikati ilân eden “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zâriyat Sûresi, 51:58.) âyeti, bu dâvâmıza o kadar kavî ve metin bir bürhandır ki, bütün nebâtat ve hayvânat ve etfal lisanıyla okunuyor. Ve rızık isteyen her taife, şu âyeti lisan-ı hâl ile okuyor.

Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenâb-ı Haktır. O hem Rahîm, hem Kerîmdir. Onun rahmetini itham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir sûrette, gayr-ı meşrû bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir!

Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahâlı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır.

Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalâletin münafıkları, sizi, insaniyetin şu zayıf damarı olan tamah yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşünüp, bu fakir kardeşinizi numune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşrû para, sizden, ona mukabil bin kat fazla fiyat isteyecek. Hem her saati size ebedî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur’âniyeye sed çekebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki, her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.

Mektûbât, 29. Mektub, 6. Risâle Olan 6. Kısım

Lügatçe:

tamah: Aşırı arzu, hırs, açgözlülük.

beyyinât: Açık deliller, bürhanlar.

iftikar: Fakirliğini bilmek, alçakgönüllülük.

eşcar: Ağaçlar.

hüsn-ü maişet: İyi ve güzel geçinme.

dıyk-ı maişet: Geçim darlığı.

ribâ: Faiz.

etfal: Çocuklar.

02.11.2008


“En sevgili”den gelen, en uzun mektup

Beş yaşlarında gözüken küçük çocuk, etrafında kendi kendine sessizce bir şeyler okuyan büyüklerine sırayla göz gezdirdi.

Sonra, bir an durgunlaştı ve âniden boşalıp:

“Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

Büyükleri, şefkatle onu teskine çalıştılar.

Aslında ne kendisinin ne de büyüklerinin, bu mevzuda bir hatasından veya ihmalinden bahsedilemezdi. Genellikle çocuklar okuma-yazmayı, altı yaşını bitirdikten sonra kaydoldukları ilköğretim okulunun birinci sınıfındayken öğrenirlerdi. Okula gidememiş erkekler askerdeyken, kadınlar ise okuma-yazma kurslarında okur-yazar hâle gelirlerdi. Fakat yine de o küçük çocuğun “Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırarak ağlaması, insana tesir ediyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Bir köy ilkokulu öğretmeni, talebelerini okumaya ve yazmaya alıştırmak için; “Bulduğunuz her yazıyı okuyun ve bulduğunuz her boş kâğıdı yazıyla doldurun..” tavsiyesini tekrarlarmış.

İslâmın ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilen çoktur. “Yaratan Rabb’inin adıyla (ve Rabb’in adına) oku.” (Alak Sûresi, 96/1). Bu âyette, “Neyi?” sorusunun cevabı olacak bir nesne bulunmadığından, O’nun rızasına uygun olan bütün okumaları da içine almaktadır. Bulduğu her yazılı kâğıdı okumanın Allah’ın (c.c.) “Oku!” emrine dâhil olduğunu söyleyebilmek, mümkün değildir. Ancak, bu tavsiyenin okuma-yazmaya karşı direnci kırmak ve köy çocuklarının bu mevzudaki atâletini gidermeye faydası olabilir.

Bütün mülk, tesir, fiil, Allah’a (cc) aittir. İnsanın elindeki ve onunla dünya hayatı boyunca imtihan olduğu tek şey, “seçmek”tir (meyelânı ile, irade-i cüz’iyyesi ile). Her şeyi okumamalıdır. Okumak, akıl midesini doldurmaktır. Mideye her şey, rastgele doldurulmaz; seçim yapmak şarttır. Çünkü, doldurulan şeylerin bazısı gıda olsa da; bazısı zehir, bazısının hazmı güç, bazısı da obezite (şişmanlık) yapıcı olabilir.

İnsanın okumaya en fazla istek duyabileceği yazılı metin; “Sevgiliden gelen mektup”tur. Okuma biliniyorsa; bu mektup, kalp atışı hızlanarak, yudum yudum içer veya teneffüs eder gibi okunur, koklanır, öpülür, muhafaza edilir. Okumasını bilmeyen bir ana, sevgili oğlunun askerden veya uzak bir yerden gönderdiği mektubunu alınca ne kadar çok sevinir; eline alır, öper, koklar, satırları üzerinde göz gezdirir ve hemen onu kendisine okuyacak birini bulup, okunanları sevgi göz yaşlarıyla dinler. Sevdiklerinden gelen mektupları bizzat kendisi okuyabilmek için okuma kursuna giden yaşlı analar da çoktur.

“Evet, mevcûdatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsân ve kemâl, Bâki-i Hâkikî’nin hüsün ve ihsân ve kemâlâtının işarâtı ve çok perdelerden geçmiş zaif gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.” (Sözler).

Düşünecek olursak, Allah’ın (cc) mâsivâsını (Kendisi haricindekileri), yine O’nun hüsün, kemâl ve ihsânının gölgelerinin gölgesi, mecâzî ve çok küçük tecellîleri olarak sevip, o muhabbet sebebi sıfatların asıllarına en yüksek derecede sahip olan Allah’ı (cc) sevmekteki ihmalkârlık ve O “Hakikî Sevgili”nin bize gönderdiği uzun mektubu olan Kur’ân’a karşı alâkasızlık; ne kadar tezat, haksızlık, vefasızlık, katı kalplilik ve yabanîlik değil midir?

Bugün Kur’ân okudunuz mu?

PROF. DR. MUSTAFA NUTKU

02.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır