"Gerçekten" haber verir 06 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

ARAYIŞLAR DİYARI

Etrafta hiç kıpırtı yok. Sanki koca bir uykuda kâinat. Gece, onca yalnız kalmışa eşlik ediyor.

Yıldızlar artık kayamayacak kadar yorguna benziyor. Siyaha bürünen sokaklar, sabahı bekliyor, seni bekliyor. Sokak lambaları bile suspus olmuş, zoraki parlıyor, karanlıklar içinde. Uyanıyorum aniden. Uykumun neden bölündüğünü anlayamadan gökyüzüne bakıyorum. Aklım nerede, ne ile meşgul farkında değilim. Bir zamanlar yaşadıklarım gözlerimin önüne geliyor, belli belirsiz. Unutulmaz anılarım geliyor. Bir yalnızlık hissediyorum yüreğimde. Günlerin ne kadar çabuk geçtiğini fark ediyorum. Oysa dün gibi aklımda yıllar öncesi yaşananlar, yaşadıklarım. Zamana sitem ediyorum. Beni duymasa da, beni anlamasa da öfkemi alıyorum ondan. Her geçen günün getirdiklerinin yanı sıra götürdüklerini görüyorum. Bütün ayrılıklar üzüyordu beni. Sanki her ayrılık, ebedî bir yalnızlık demekti. Neden ki diye düşünsem de ayrılıklara bir cevap veremiyordum. Zaman ne de acımasız diyorum içimden, ne kadar da hırçın. Hiç düşünmeden alıp götürüyor sevdiklerimi. Nereye götürüyor, neden götürüyor. Bunu bile sorgulayamıyorum çoğu kez. Çoğu kez kabullenmekten başka çare göremiyorum. Yapabildiğim tek şey, her ayrılışta “Allah’a emanet ol” diyebilmek. Yarınlara bakıyorum da dünya bir zalim gibi beliriyor gözlerimin önüne. Daha nice ayrılıklar, nice yalnızlıklar uyarıyor beni. Bu duygularla, bu karmaşalarla ruhum sızlıyor. Bir çıkış arıyorum kendime. Hayatıma bir anlam vermeye çalışıyorum.

Madem her kavuşma yeni bir ayrılığı beraberinde getiriyor. Madem asılsız bir kelime kavuşma. Madem sahte zamanlarla, anılarla dolu hayat… Neden çırpınıyoruz ki, neden bir şeylerin peşinde ömrümüzü tüketiyoruz. Neden?

Karanlığın bilinmezliği cevapsız bırakıyor beni. Bir ışık arıyorum. Bir çıkış arıyorum. Bir anlam arıyorum kendime. Bir anlam arıyorum hayatıma. “Bir” olanı arıyorum. Gerçek olanı, ebedi olanı arıyorum. Sıkıldım hayatın sahte suratından. Sıkıldım sahte sevdalardan… Karanlığın güneşi beklediği gibi, Mecnun’un Leyla’yı aradığı gibi, tohumun suya olan aşkı gibi güneşimi, Leyla’mı, suyumu arıyorum gecenin karanlığında.

Böyle bir gecede buluyorum kendimi, böyle bir gecede buluyorum Rabbimi. Böyle bir gecede buluyorum seni. Böyle bir zamanda diriliyor ruhum. Ölümün dirilişini görüyorum. Ölümün kavuşmasını görüyorum. Fani ayrılıklara inat baki kavuşmaları görüyorum. Sahte sevdalara inat gerçek sevdayı görüyorum. Böyle bir gecede buluyorum kendimi, böyle bir gecede buluyorum seni…

Güneşin gündüzü getirdiğini fark ediyorum. Etrafı aydınlattığını görüyorum. Güneş doğmadan önce doğmuştum dünyaya. Güneşten önce görmüştüm aydınlığını. Yalnızlığının, garipliğinin, öksüzlüğünün sahteliğini görmüştüm. Gündüzdeki güneşimin, gecelerde Ay olduğunu görmüştüm. Asıl Leyla’mı görmüştüm. Yârimi görüyordum. Resulümü görüyordum. Yalnızlığımın yalnızlığını görüyordum. Anlıyordum seninle hayatı, anlıyorum seninle kâinatı…

Sözüm, sana; sevdana, yârimedir!

Yüreğimdedir adın, sevdana yanarım

Binlerce yaşanmaz hayat

Dirilmez ölüm vardır,

Sahte suratlara inat, sevdana yanarım

Sonsuzluğa, bitmemiş biteceğe,

Sessizce geçen geceye

Ahdim, sözüm; yakarışım sanadır

Yolum yolundur Ey Resul

Yalnızlık ellerindir, sen benim

Sevdan gerçek Sevda’dır

Yâr’e giden yol senindir

Yolum yolundur Ey Resul…

Vuslattır bütün ayrılıklar

Zamanın sesi vuslattır

Zalim, zaman mıdır?

Yoksa zalim ben mi?

Vuslattır bütün ayrılıklar

Vuslattır sende…

Aydınlanmış sokaklar, aydınlanan ben gibi. Karışmış sokaklar karışan yüreğim gibi. Arayışlar sarmış etrafı, benim seni aradığım gibi… Ayrılığın güzelliğini gördüm, acılı ayrılıklarda… Arayışlar diyarında… Gecenin karanlığında, aydınlandı yüreğim; aydınlandı. anla…

OSMAN KANAT

06.12.2008


Kışın gelmesi

HAVANIN soğumasıyla üşümeler baş gösterdi. Titreyen eller ceplere girdi. Boyunlar atkıya kavuştu.

Ayak botların hükümranlığına boyun eğdi. Yağmurlar boşaldı gökten, şehirleri seller vurdu. Sonbahardan kalan yapraklar düştü yerlere. Her yanı kaplayan üşümeler kolları birbirine bağladı. Beden çoktandır alıştığı sıcaklığı bir anda terk etmek zorunda kaldı. Güneş yakma vazifesinden paydos ederek, ısıtmaya başladı. Güneş nerdeyse yüzler ona çevrildi. Daha önce kaçıp durulan güneş sığınılacak ısı oldu. Bir anda her şey vazifesini değiştirdi. Yazlık kıyafetler ısıtamadı üşüyen bedenleri. Kışlıklar çıkarıldı dolaplardan. Soğuk meşrubatların etkisi yazda kaldı. Mideyi ısıtacak sıcak içecekler akşam oturmalarına dahil oldu.

Çatılar evlerin üstünden fırladı. Lodosun şiddeti yüzün rengini, havanın basıncını değiştirdi. Gri olan gökyüzü sarı renkleri kovdu. Saltanatın ihyasını gösterdi yazdan kalma günlere. Özüne düşen damlalarıyla kışa soğuk bir merhaba dedirdi. Artık her şey soğuk. İnsan, hayvan, bitki, mevcudat soğuk. Birbirini tamamlıyor bütün soğuklar. Birbirine temas ediyor. Bitkiye dokunan el soğukluğu alıyor. Sokakta insanların bakışlarına soğukluk hakim. Sun'î sıcaklıklar perde arkasında gölgesini gösteriyor. Şehrin soğukluğuna tesir edemese de evin içine bırakıyor sıcaklığını.

Mavi renler cümbüş etmiyor gökyüzünde. Ona çevrilen gözlere ferahlık bırakmıyor. Bulutlarda küsmüş bir edayla indiriyor damlaları. Ağlıyor çoktandır kurak olan yeryüzüne. Fazlasını vermek istiyor. Daha çok ağlıyor. Her sokakta görünüyor damlaları. Gölcükler oluşuyor derin çukurlarda. Nehirler taşıyor tahrike gelmesiyle. Kendisine tayin edilen hududu aşıyor. Karaları istilâ ediyor. Geçici bir isyan fışkırıyor dalgalarından. Gökten gelen damlalara boyun eğiyor fırtınaya dönüşerek.

Kışın gelmesi günün konuşmalarında yer aldı. Haberlere konu oldu. Israrla girdi gündeme. İşgal etti ekranları. Seyredenlere yabancı olmayan simasını gösterdi. Başkalık yoktu. Dışarının yağmuru ekranda görülen yağmurdan farklı değil. Görülüyor, hissedili-yor, yaşanıyor. Değişene sadece manzaralar. Bazı yerde kar var bazı yerde yağmurlar. Kış tamamen hakim olmuş. Ağırlığını karlarla, yağmurlarla, üşümelerle gösterecek. İlkbahar elini uzatana kadar. Artık sıra bende diyene kadar.

FADİME KAYA

06.12.2008


Bayram sevinci

Bayramlar sevinç günleri, coşku günleridir. Bayramlarda insanların gözlerinin içi güler âdeta.

“Şu bayramlar da olmasa, azizim, birbirimizi unutacağız neredeyse!” serzenişleriyle de olsa, insanlar, görüşmekten mutlu, buluşmaktan memnun.

Bir de “Ah, o eski bayramlar nerede?” diyenlerimiz var ki bunların büyük bir kısmında ne eskiye hasret var, ne de bayrama hürmet…

Bayrama tahsis edilen o kutlu zamanı, bayramın mânâsına aykırı şartlarda kullanıyorlar; hele bir de önü sonu tatille buluşursa.

Halbuki, bayramlar yaşanmalı, çoluk çocuğumuzla paylaşılmalı. Bayramın rahmet ve bereketinden, hazzından ve huzurundan hissedar olmalı.

Affınıza sığınıyorum: “Deliye her gün bayram” deyiminde olduğu gibi, o kutlu günleri gönüllerin inşasında kullanmayıp, tatil beldelerinde ziyan etmek hiç de uygun düşmüyor.

Bayramlar bir müessesedir ve onlarında kendine has adabı, erkânı vardır. Bunları hem bilmeli ve hem de arkadan gelenlere bildirmeli.

Elbette ki eski bayramların tadı, o günleri yaşamış birçoğumuzun damağındadır mutlaka. Bunu hatırlamak da ayrı bir keyif veriyor insana. Meselâ:

Arefe günleri hazırlanan ve iki sac arasında pişirilip kokusu sokağa yayılarak onlarca metre önceden hissedilen sütlü, tahinli, çörekotlu “bayram çörekleri”nin lezzetini tadar gibiyim.

Hele, “Meryem teyze”nin, çocukluğumuzda bizlere hediye ettiği “beyaz mendil”lerin sevincini unutmak mümkün mü? Bir de elimize delikli “yüz para” ya da üç beş kuruş tutuşturuldu mu, eh, keyfimize payan olmazdı.

Hayal teleskobunu düne çeviren birçok insan, aynı duyguları hissedecektir ruhunda. Bunlar böyle…

Bir kısım ayrıntılar olsa da olmasa da, “bayram adabı” o gün de vardı, bugün de olmalı.

Bayramlarda, memleket vüs’atine varan mutluluk halelerinin toplum içindeki ve insanların ruh haletindeki yansımasını göz ardı edemeyiz. Çünkü bayramlar, gönüller üzerine tesis edilen; izzetin, ikramın, saygının ve sevginin gözle görünür hâle geldiği kutlu günlerdir.

Demek ki, bayramı “bayram”, seyranı da “seyran” bilmeliyiz.

Önce, ev hanımları heyecanlanır bayram günleri yaklaşırken. Ev temizliğinden başlanır, sağa sola çeki düzen verilir. Tatlılar, çörekler, börekler hazırlanır misafirlere sunmak için.

Ardından, çocuklar sevindirilir. Onlara üst baş, kıyafet veya hoşlanacakları cins hediyeler alınarak sevindirilir körpeler.

Fukaranın, gurabanın durumuna da göz atmak gerekir bayramlarda. Onları sevindirmek, Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmaya vesile olacak davranışlardandır.

Küsler barışır, çehreler derin çizgilerinden arınır ve yerini tebessüme terk eder bayramlarda. Zaten, mü’minin mü’mine küsmesinin doğru bir davranış olmadığı malûm. Hem bu hususta nehy-i Peygamberî bulunduğunu birçoğumuz biliriz.

Babamızın, elimizden tutarak “Bayram Namazı”na götürüşünü, şefkatle başımızı okşayan “elleri” ve “o günü” hiç unutabilir miyiz? Bu yüzden, çocuklara gösterilecek ilginin özel bir yeri olduğu gibi, her zahmete de değer doğrusu.

Ya, analarımız, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz ve diğer akrabalarımız? Uzak yakın nerede olurlarsa olsunlar ziyaret edilmeli, aranmalı, sorulmalı; hayatın zahmet ve meşakkatine direnen eller öpülmeli, okşanmalı, koklanmalı. Mutlaka onların hayır duâları alınmalı ve Hz. Peygamberimizin (asm) “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar üzerinize sel gibi gelirdi” meâlindeki hadis-i şerifi hiçbir zaman unutulmamalı.

Arefe Günü veya bayramın herhangi bir gününde “kabirler” ziyaret edilmeli. Orada bulunan yakınlarımıza ve bütün Müslümanlara Fâtiha’lar, duâlar okuyup; Cenâb-ı Hak’tan onlara ve orada bulunanların hürmetine bizlere de rahmet ve mağfiret ihsan etmesi dileğinde bulunulmalı. Yine Arefe Gününde “İhlâs Sûresi”ni bin defa okumak güzel bir İslâm âdetidir. Arefe Günü sabah namazının farzından sonra başlanan “Teşrik Tekbirleri” ise hiç ihmale gelmez.

Bayram günleri erken kalkmak, gusletmek, dişleri temizlemek, güzel koku sürünmek, en güzel elbiseyi giymek, karşılaştığımız din kardeşimize güler yüz göstermek, mümkün olduğunca fazlaca sadaka vermek sevaplı ve güzel bir davranıştır.

Bayram namazı için camiye sükûnet ve ağırbaşlılık içinde gitmek, giderken de gelirken de “tekbir getirmek” bayramın âdâbındandır.

Namaz sonrası, el sıkışarak tebrikleşmeli ve mü’min kardeşlerimize hayır duâlarda bulunulmalı.

Bayram münasebetiyle ilk defa namaza gelenlere şefkatle yaklaşılmalı ve güler yüz gösterilmeli.

Velhâsıl, bayramları sevmeli ve sevdirmeli.

Bayramları “bayram”, seyranları da “seyran” bilmeli…

ALİ RIZA AYDIN

06.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır