"Gerçekten" haber verir 18 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Kültür-Sanat

 

Kitaplara sığmayan zafer

Çanakkale, modern silâhların âciz kaldığı, imanlı ve ihlâslı bir ordunun kahramanca tekniğe meydan okuduğu bir cengin adıdır. Aynı zamanda, tarihin akışını değiştiren ve “kitaplara sığmayan” büyük bir zaferin adıdır. 235 bin şehitle kazanılan bu destansı zaferi Mustafa Gökmen kaleme aldı.

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 94. YILDÖNÜMÜNÜ

KUTLUYORUZ

Çanakkale Savaşı, Allah Allah nidalarıyla topların, tüfeklerin patladığı kan kokusunun barut kokusuna karıştığı mahşerin provası gibi bir savaştır. Bu savaşta, yer, gök bir birine karışmış ufacık bir kara parçasında sanki kıyamet kopmuştur. Dünyada bu kadar küçük bir kara parçasında yaşanan başka bu türden başka bir kanlı savaş daha yoktur. Çanakkale geçilmez, geçilemez! Çünkü şehidlerimiz orada nöbettedir de bu yüzden geçilemez. Yabancılar buradaki ruhu anlamakta aciz kalır. Çünkü bizi tanımazlardan da ondan. Düşman, askerimizin üstüne üstüne gelir, ama Balkan faciasını yaşayan askerin düşmana geçit vermeye hiç ama hiç niyeti yoktur. Gözlerinden yaşlar dökülen Mehmetçiğin vatana karşı sözü vardır. Kanının son damlasına kadar savaşacaktır. Vatan toprağına namahrem eli sürdürmemek için Allah Allah nidalarıyla düşmana karşı direnir. Canı pahasına da olsa siperinde tıpkı çakılı bir çivi gibi saplanır kalır. Vatanında kefensiz yatmayı göze alan kahramanlarımız taşları yastık, toprağı yorgan yaparlar kendilerine. Ve bu güzel vatanı millete kanları pahasına hediye ederler.

Çanakkale’de ecdadımız asil bir milletin nasıl olacağını öğretmiştir beşeriyete. Özellikle İngiliz ordusu saflarında Osmanlıya karşı savaşan Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri medeniyeti ve hürriyetin ne olduğunu Osmanlı’dan öğrenmiştir. Bu iki ülkenin askerlerini düşmana bile müsamaha ile yaklaşıp, onun yaralarını tedavi eden bir milletin varlığını yaşayarak öğrendikleri için insanlıklarından utanmışlardır. Çanakkale Savaşı sonrası vatanlarına dönen bu ülkelerin askerleri millet olmanın şuuruna varmışlardır. Bugün bu şuuru diri tutmak için binlerce kilometre yol kat ederek dedelerinin bir hiç uğruna öldükleri Gelibolu’ya gelip ibret almaktadırlar.

ÇANAKKALE, HİROŞİMA VE

NAGAZAKİ’DEN DAHA MI KÜÇÜK?

Biz ise ne yapıyoruz? Coğrafya’da bir yer adı olarak biliyoruz sadece Çanakkale’yi. Çanakkale bir coğrafyadan çok daha fazla şey ifade eder veyahut etmesi gerekir aslında bizim için. Japonların ilk öğretime başlamadan önce bütün çocuklarını Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp buradaki manzarayı, yaşanan acıyı gösterdiklerini duymuştum. Bizim Çanakkale’mizde yaşanan savaş, Hiroşima ve Nagazaki’de İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan dramdan daha mı küçüktür? Hayır asla öyle değildir.

Çanakkale Zaferi dünya tarihinin seyrini değiştiren çok büyük bir zaferdir. Çanakkale savaşının geçtiği mekânlar adeta bir açık tarih müzesi gibidir. Birçok siper aradan geçen bunca zamana rağmen olduğu gibi durmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunun şekillendiği bu yerle ilgili Millî Eğitim Bakanlığımız ne zaman topyekûn bir Çanakkale seferberliği başlatacak? Doğrusu merak etmemek elde değil. Bizler, medeniyet ve kültür noktasında millet olarak köksüz ve sefil milletleri model alacağımıza Japonları kendimize örnek alsak nasıl olur acaba?

KİTAPLARA SIĞMAYAN ZAFER

Çanakkale, bir başka ifadesiyle boğulmak, tarihten silinmek istenen bir milletin kurtuluşu için tıpkı bir can simidi gibi olmuştur. Çanakkale ruhu millî mücadelede de tekrar kendini göstermiştir. Bu yönüyle Çanakkale’de yedi düvele karşı sergilenen direnç bir “ibret vesikası” bir “kahramanlık destanı”ndan öte bir şeyin adıdır aslında. Çanakkale, modern silâhların aciz kaldığı, imanın tekniğe meydan okuduğu, imanlı, ihlâslı bir ordunun cengidir bir bakıma. Çanakkale, bu mânâyı idrakten aciz olanlara “dudakları uçuklatan,” onların “akıllarını durduran,” “kitaplara sığmayan” büyük bir zaferin adıdır aynı zamanda. Çanakkale, düşmanlarının “hasta dediği adamın” ayağa kalkarak son silkinişini gösterip devleştiği yerin adıdır. Evlâdından, yardan ve serden geçenlerin şehadete koştukları yerin adıdır. İslâmiyeti ve hilâfeti temsil eden bir milletin “Ben varım ve ayaktayım” dediği yerdir Çanakkale. Âkif’in deyimiyle daha önce Bedir’de yaşanmıştı bu sahne. Yani bu yönüyle Bedir’de İslâmın ilk kutlu savaşında şehadet şerbetini içenlerin yolunda gidenlerin toplandığı yerdir Çanakkale. Bir başka ifadesiyle şehidlerin ve Hazreti Peygamberin (asm) yardıma koştuğu bir ordu vardı Çanakkale’de. Toprak kan, kılıç kan, kefen kan ve barut kokuyordu bu topraklarda. Hissederek bilenlere hâlâ da kokmaktadır.

GÖRÜNMEZ ORDULAR

YARDIMA KOŞTURULDU

Çanakkale’de toprağın her karışı Mehmetçiğin kanına bulandı. Çanakkale, canını cennet karşılığında Allah’a satanların cem olduğu toprak parçasının adıdır orası. Şehadet karşılığında cennet onlar için müjdedir. Cenâb-ı Hak “İnanıyorsanız üstünsünüz” dememiş miydi? Elbette inananları yüz üstü bırakmayacaktı. Bırakmadı da. Bu yönüyle, bu cephede yaşanan olağanüstü hallere “hurafe” diyenlere de bir ibret vesikasıdır aslında Çanakkale. Düşman gemileri boğazı geçerken Seyyid Onbaşı ikiyüz yetmiş kiloluk mermiyi omuzlayıp topun namlusuna sürdü. Ve devrin en büyük savaş gemilerinden birisini batırdı. Ona bu gücü veren kimdi? Tarih çok savaşlar görmüştü ama bu savaş tam bir ölüm fırtınasıydı. Âkif’e göre bu bir “rezil istilâ”ydı. Buna karşı durmak için asker canhıraş bir şekilde çırpınıyordu. Kavi bir imana sahip olan ordunun aklında, “Ölürsem şehid, kalırsam gazi olurum” düşüncesinden başka bir şey yoktu. bu yüzden geri bakmadan yürüyordu.

Cenâb-ı Allah kendisi için cihad edenlere nusretini (yardımını) göndereceğine söz vermemiş miydi? İşte bu cephede yaşananlara ibretle bakan bu nusreti görür. Görmemek için kör olmak gerekir. Mesele, Seyyid Onbaşının rekoru Allah’ın yardımıyla olduğu gibi, Nusret Mayın Gemisi denize boşalttığı elde kalan son deniz mayınları savaşın seyrini değiştirmiştir. Bu cephede Allah’ın yardımı türlü türlü gelmiştir.

Bazen denizlerde bilinmeyen bir akıntı olmuş bu akıntı bize yaramıştır. Bugünkü ilericilerin (!) hurafe dedikleri bir sürü hadise yaşanmıştır bu cephede. Bunların çoğu düşmanlarımızın savaşla ilgili kayıtlarında da mevcuttur. Mesele gün gelmiş ters esen toz yüklü rüzgâr çıkmış, kimi zaman bulutlar ordumuzu saklamış düşman gözlerinden. Hiç hesap edilmeyen planlama hataları yaşanmış. Bazen haritalarda dağların yeri kaymış. Atışlar karavanaya gitmiş. Kimi zamanlar düşman komutanları kâbus görüp akıllarını oynatmış. Hiç olmadık zamanlarda kurdukları tuzaklar kendilerine dönmüş. Hatıralarda geçtiğine göre boş tepelerde “Türk var diye kaçtıkları” olmuş kimi zamanlar. Çalışan telefon hatları çalışmaz olmuş, komutan gemileri arıza yapıp iş göremez hale geldiği vakitler de olmuş düşmanın.

Bizim askerlerimizin “yeşil sarıklılar” dedikleri, düşman askerlerinin ise “görünmez ordular” dedikleri destek kuvvetleri gelmiş zaman zaman Çanakkale’ye... İşte Osmanlı’nın elinde kalan son deniz mayınlarının boğazın serin sularına döşenmesinde kullanılan geminin adının “Nusret” olması tesadüf değil, güzel ve anlamlı bir tevafuktur anlayana, anlamasını bilene... inanç ve iman her şeyin üstündeydi Çanakkale’de. Madde imana karşı pes etti. Cesaret, şecaat, kahramanlık aklınıza gelen her ne varsa hepsi mevcuttu orada... Bütün bunların hepsinin neticesi de zaferden başka bir şey olamazdı. Öyle de oldu zaten. Bize düşen tarihimize bu bilinç ve şuurla yaklaşabilmektir. Tarihimizden gerekli dersleri alıp yeni nesilleri bu şuurla yetiştirmektir.

DÜNYANIN TARİHİ ORADA DEĞİŞTİ

Birinci Dünya Savaşı 28 Haziran 1914’te başladı. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan İtilâf Devletleri vardı. İtalya da bir yıl sonra İtilâf Devletlerine katıldı. Osmanlı ise 2 Ağustos 1914’te Alman ittifakı anlaşması yaptı. 1 Kasım 1914’te Osmanlı da sıcak savaşın içine girdi. İtilâf Devletleri, müttefikleri Rusya’ya yardım etmek ve Osmanlıyı saf dışı bırakmak için 19 Şubat 1915'te Çanakkale Boğazı’na saldırdı. Nusret’in döktüğü mayınlar düşman gemilerini can evinden vurmuştu. 18 Mart Deniz Zaferi aslında Çanakkale Savaşının kaderini belirledi. Düşman şaşkına döndü. Daha sonra karadan Çanakkale’yi geçmeyi denedi. Uzun ve kanlı savaşlar oldu. Düşman Ağustos 1915’ten sonra çekilme planları yapmaya başladı. 9 Ocak 1916’da tamamen çekildi. Çanakkale’nin geçilememesi ile dünya tarihinin seyri değişti. Savaşta iki tarafın da kaybı yaklaşık yarım milyon insandır. Bizim kaybımız 253 bin olarak ifade edilir. 18 Mart zaferi dünya tarihini değiştirmiştir.

MUSTAFA GÖKMEN

18.03.2009


 

Çanakkale Şehidlerine

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istilâ...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hali bize affetti o yüz...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilâhî o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Huda’nın ebedî serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyetler eder istiâb.

“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salâhaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhad,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihad...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

18.03.2009


 

Çanakkale Şehitlerine

Anafarta, Boğaz, kanlı Conkbayır

Günlerce harp oldu hep cayır cayır

Al kana boyandı o yeşil çayır

Şüheda ve adüv, beraber yatar

Kireçtepe ile deniz arası

Yirmi bin şehidin kabri orası

Bilemezsin nerde kurşun yarası

El, kafa, kol, bacak, hep ayrı yatar

Erginlik çağına gelmeden yaşı,

Gömüldü toprağa gencecik naaşı

Amca, baba, dayı, üç beş kardaşı

Gördük ki beraber, birlikte yatar

Daha yaşamadan gençlik baharı

Geceye dönüştü ömür neharı

Okul tullabından leyl-i nehari

Teslim-i ruh etmiş, zevk ile yatar

Gençleri beklerken düğün ve dernek

Kara toprak ile ettiler gerdek

Nadim olan yoktu içinde bir tek

Yavuklumuz diye turab ile yatar

Sadece genç değil olgunu piri

Çok şehit gömüldü mezara diri

Küffardan pak oldu vatanın kiri

Topyekûn şüheda cennette yatar

Yedi düvel adüv etmemişti fark

Birçoğu denizde olmuşlardı gark

Tamuda yatıyor Coni, Robert, Mark

Ahmet, Ali, Ömer tubada yatar

Yüz okka mermiyi sırtına alan

Bu ne efsanedir ne de yalan

Küffarı etmişti bu atış talan

Boğaz'ın dibinde çok gemi yatar

Her şeyleri farklı bizden büsbütün

İmanları idi onlarda üstün

Az geldi şanına dikilen büstün

Beden burada, ruhlar Kâbe’de yatar

Kol, baş, ayak, gövde olmuştu harman

Derelerden aktı oluk oluk kan

Hiçbiri kaçmadı cepheden bir an

Vücut ayrı ayrı yerlerde yatar

Bir araya geldi bir çok kalbi saf

Kumandan imamdı, erler oldu saf

Mevt namazlarını kıldılar insaf

Şehit Mehmetçikler bu ruhla yatar

Ölümle ettiler cümlesi yarış

Ecel ile arası iken bir karış

Bütün gayeleri Hüda’ya varış

Onlar şimdi Rabb’in yanında yatar

Nere kazarsan kaz, kemik ile kan

Uhrevî hüzündür kalplere akan

Şüheda edinmiş burayı vatan

Her karış yerinde bir şehit yatar

Anaları dedi savaşın harbi

Cepheden kaçanın “nar” olsun kabri

Böyle kazanıldı Boğaz harbi

Hepsi mutmain bir kalple yatar

İlâç yok, doktor yok, revirler dolu

Bazısının kopmuş, ayağı, kolu

Yarısı doldurmuş hep sağı solu

Yataklarda değil, yerlerde yatar

Kanlı libasları olmuştu kefin

Namazsız, gasilsiz oldular defin

En yüksek makama eren ehl-i din

Toplu mezarlarda isimsiz yatar

İki dilim ekmek, biraz da katık

Elbisesi eski ve kana batık

Mermisi bitince, ne etsin artık

Kasatura, süngü, nacakla yatar

Yaralı düşmanı aldı kucağa

Su verdi, yedirdi, sonra ocağa

Getirdi; bırakmadı o ıssız dağa

Hasmı dost edinmiş, yan yana yatar

Silâhını yaptı, yürürken protez

Sonra döndü tekrar cepheye pek tez

Dağıttı düşmanı, ölmeden bu kez

O Yahya Çavuşlar burada yatar

Ana, ile evlât hepsi beraber

Uçan kuştan dahi bekledi haber

Neylersin böyleymiş yazılı kader

Sılayı unutmuş gurbette yatar

Çanakkale harbi büyük bir destan

Bu kadar öğrendik ancak bir dosttan

Aslını istersen eğer esastan

Ruhu hakikati ukbada yatar

Hasan Aktunç

18.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis