"Gerçekten" haber verir 06 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Meselâ

Bir çok insan, bir çok şeyin bilincinde olmadan,

Bilmeden, anlamadan, görmeden, düşünmeden, yaşamadan göçtüler dünya denen mekândan.

Geldiler, ruh gibi yaşadılar ve gittiler.

Ne kadar boş değil mi?

Oysa her geçen “gün” birçok şeyi öğretiyor bizlere.

Bir çok gerçeği gözler önüne seriyor.

Lâkin gördüğünü sanan gözler adeta bir karanlık yığınına bakıyorlar.

Göremedikleri şeyler sadece bir karanlık onlar için.

Ne yazık!

Oysa gönülden görmeye çalışsak, gönül gözüyle baksak,

Sayılamayacak kadar çok şey görebiliriz.

İnsanlar alışkanlık gözlüğü takmıştır.

Her şeyi alışa gelmiş gözlükle görmekten kurtulsak,

Allah’ın yaratmış olduğu her şeyde hikmeti görebiliriz.

Hayatı görebiliriz meselâ...

Zamanın ve ömrün aslında hiç de uzun olmadığını...

Öğrendiklerimiz doğrultusunda yanımızda ve bizimle olduğunu bildiğimiz,

Yüceler Yücesi Rabbimizi, bütün hücrelerimizle hissedebiliriz.

“Oysa ne kadar bize yakınmış ve bizimleymiş” diyebiliriz.

Aslında hayatın hiç de zor olmadığını, sadece bakış açısının önemli olduğunu görebiliriz.

Her şeyin mükemmel bir plan ve düzen içinde oluşturulduğunu görebiliriz meselâ...

Yaşadığımızı sandığımız dünyanın bir rüya olduğunu ve rüyada olduğumuzu...

Gerçek hayatın bu rüyanın sonunda bizi beklediğini görebiliriz meselâ..

Bir kutu içine sakladığımız ruhumuzu çıkarabiliriz günyüzüne.

Örümcek ağı bağlamış beyinlerimizin aslında bir pırlanta olduğunu ve güneş gibi parladığını...

Meselâ; öfkenin ve kızgınlığın bize yakışmadığını...

Aynadaki yüzümüzün bu olmadığını görebiliriz.

Meselâ; kalp sokağımızda sevgi, şefkat, merhamet’in yaşadığını...

Aslında kalp sokağımızdan çıkan her sözcüğün doğru adreslere ulaştığını görebiliriz.

Sevgi ağacının nelere dal uzattığını,

Hangi güzelliklere sahne olduğunu meselâ...

Kanla, renk renk çizilen tarihleri görebiliriz.

Tarihe ışık tutan o eşi olmayan,

Bizi biz yapan insanları görebiliriz.

Meselâ; yüzyıllardır süre gelen gerçekleri, o güzel sözleri, davranışları,

Yardımlaşmayı, dostluğu, birlik olmayı, sadık kalmayı, dürüstlüğü görebiliriz.

Meselâ; doğru ve yanlışlarımızla bir terazide olduğumuzu...

Bir “hiç” gözüyle bakılan şu zaman diliminin aslında çok önemli olduğunu görebiliriz.

Bu keşiflerle yaşadığımız zaman hayatın hiç de boş olmadığını görebiliriz.

Bu keşifler çoğaldıkça hayatımızın renk aldığını ...

Dolu bir sınav kâğıdıyla gerçek hayata gidebileceğimizi görebiliriz meselâ..

Gören gözlerimizin olduğunu ve gördüklerimizin ahirette bize faydalı olabileceğini görebiliriz.

Bu keşifler sadece bir kaçı...

Canımız acımadan, geç olmadan, haydi gönül gözlerimizi ve gözlerimizi uykudan uyandıralım.

Allah’ın “Görmüyorlar mı?” ikaz ve hatırlatmasına kulak verenlerden olmamız duâsıyla...

ARZU KONAN

06.04.2009


Ve sen, Hakkın Sesi olmaya devam ettikçe seninleyiz

“Başkanım” Hidayet Ortakaya’ya ve gönül dostlarıma:

1975–1976 öğretim yılı idi. Eskilerin tabiri ile “İluh,” yenilerin deyimi ile “Batman,” o zaman Siirt vilayetimize bağlı, nüfusu 40–45 bin civarında bir ilçe idi.

Batman Lisesinin orta kısmı ile TPAO rafineri sınırları içinde bulunan Petrol Ortaokulundan başka ilçede ortaokul yoktu.

Bu iki ortaokula ilçedeki ilkokullar paylaşılmıştı. Benim mezun olduğum Hürriyet İlkokulu da, Petrol Ortaokuluna taksim edilmişti.

Her ne kadar ben Batman Lisesinin orta kısmına gitmek istediysem de beni yazmadılar ve Petrol Ortaokuluna havale ettiler. Bize göre, Petrol Ortaokulu elit insanların çocuklarının okuduğu okuldu, hem eğitim düzeyi de çok yüksekti. Anlatıldığına göre idaresi de sıkı idi.

Ama kader bizi buraya sevk etti. Bir ayı geçkindir hazırladığım kayıt evraklarımı alıp rahmetli Nedim Dayımla bir gün öğleden sonra kayıt yapmaya gittik.

O zamanlar herkes veli olmak istemez idi. Çünkü talebe hakkında bütün olumsuzluklar adrese gelir ve veli idareye çağrılır idi. Karne zamanlarında takdir ve teşekkürlerde “Sayın” ile başlayan kuşe kâğıtlarda yazılmış olarak belgelerin geldiği gibi.

….Ve benim için buraya kayıt yapmaktan başka çare olmadığı için, Petrol Ortaokuluna yazılmıştım. (…)

Birinci sınıfı geçmiş ikinci sınıfa başlamıştık. Benim şubem en son şube olduğu için sınıfta kalan talebelerin yerini doldurmak maksadı ile bizim şubeyi diğer sınıflara taksim etmişlerdi. Ben de –bir iki eskiden tanıdım arkadaşlarla- sınıfa erken alışmıştım. Hele bir sınıf başkanımız vardı; bize göre yaşı daha büyüktü ve çok da olgun bir karakter sahibi idi. Kimi “sınıf başkan”, kimisi “ağabey” derdi. Sınıfta yaramazlık yapanları bile gelen nöbetçi öğretmenlere söylemez “fırçayı” kendisi yerdi. Hatta bu yüzden dayak yediği halde tahtaya yazdığı isimleri öğretmenlere söylemez ve bir öğretmen içeri girince tahtayı hızla silerdi.

İşte bu “sınıf başkanım” Hidayet’le 1976 yılının Aralık ayında yağmurlu bir Cuma günü paydostan sonra akşam namazını kılmak için Site Camiine gittik. Namazdan sonra beraber evlerimize doğru gelirken konuşuyorduk. “Her Cuma akşamı yatsı namazından sonra caminin alt katında Kur’ân tefsirini caminin imamı (Rahmetli) Cemal Hocanın okuduğunu, kendisinin her Cuma akşamı geldiğini ayrıca orada dört-beş öğrencinin de kaldığını ifade etti.

Bu gece de geleceğini ve “istersem akşam yemeğini yedikten sonra beraber gidebileceğimizi” söyledi.

Ben de “annemden izin isterim, müsaade ederse gelirim, etmezse gelemem” diyerek ayrıldık. Dinmiş yağmurun, asfaltsız sokaklarda bıraktığı çamurlardan zaferle çıkarak eve gittim.

Durumu anneme söyledim. Annem, okuma yazmadan anlamaz, Türkçe bile konuşmayı bilmezdi. Buna rağmen belki de hayatımın kilometre taşı olacak bir cümle sarfetti: “Oğlum, Allah için camiye, hocanın yanına gidiyorsanız git, ama sonradan öğrenirsem camiye değil de sinemaya gitseniz daha o arkadaşının yanına hayatta seni göndermem.”

Akşam yemeğimizi hemen yedirirken, çamurdan epey yara almış siyah lastik ayakkabımı da bezle yıkayıp temizleyerek giymeme hazır hale getirdi.

Hafif çiseleyen yağmurla Hidayet Ağabeyimin evine vardım. O da hazırdı. Babası ‘Ofis’te memur idi. Şemsiyesini alarak Site Camiinin yolunu tuttuk.

Doğrusu merak ediyordum, hoca ne okuyacak diye. Çünkü hoca hutbelerini çok tatlı anlatıyordu. Şehirden hatırı sayılır kişiler gelip Cuma günü onun hutbesini dinlerlerdi ki, biz öğrencilere camide pek yer kalmazdı. Yatsı namazından sonra caminin alt katına indik. Bizimle aynı safta namaz kılan; Burhan, Orhan, İhsan ve Latif adlarında dört talebe orada yatılı kalıyorlardı. Çok candan davrandılar. Cam kenarında iki tahta sedire bir de masa eşlik ediyordu. Duvar tarafında üstü camekân altı kapaklı bir kitaplık vardı. Biraz oturduktan sonra “Hidayet Ağabey” beni onlarla tanıştırdı. Onlar da kendilerini tanıtırken müezzin ‘Mehmet Hoca’ da geldi.

Tahta masanın üzerine konulan “kırmızı renkli kitaplardan” birini Cemal Hoca eline alarak okumaya başladı. Belki çok şeyler anlatıyordu ama ben “…Ehl-i imanın beraber olmasına zaman ve mekân engel değildir. Birimiz şarkta birimiz garpta, birimiz şimalde, birimiz cenupta, hatta birimiz dünyada, birimiz ahiret de bile olsak beraberiz” ifadelerini anladım. Bana çok orijinal geldi. “Bu kimin kitabıdır?” diye sorduğumda; “Bediüzzaman Said Nursî” dediler, ben de çok sevindim. Bu halimi fark eden hoca, “Sen daha önce bu ismi duydun mu?” diye sordu.

Ben de; “Evet, dayımdan duymuştum. Birinci Mecliste Mebuslara hitap edince M. Kemal ile aralarında geçen münâzarâyı anlatmıştı” dedim. Hoca, bir ortaokul ikinci sınıf talebesinden bunu duyunca çok memnun oldu. O zaman galiba çay içiyorduk. Dolaptan küçük boy bir kitap aldı “Madem sen Bediüzzaman’ı tanıyorsun, ben de onun bu kitabını sana hediye ediyorum ve her Cuma geceleri burada onun kitaplarını okuyoruz, seni de Hidayet ile beraber bekleriz” diyerek kitabı verdi. Teşekkür ederek okuyacağımı söyledim.

Eve geldiğimde o cümlenin aklımda kalanını defterime yazdım. O gece ve sonraları defalarca okudum. Kitabı da gazlı idare lambamızın ışığında iyice inceledim: “Haşir Risâlesi, Bediüzzaman Said Nursî, Sinan Matbaası, İstanbul 1960, Fiyatı 5,5 Lira” diye. Anneme de; “Bak anne! Bu Bediüzzaman’ın kitabı. Hoca okumam için hediye etti!” dedim.

Annem “Bediüzzaman” ismini duyunca çok sevindi. “Vay kurban olduğum Bediüzzaman!” diyerek kitabı elimden alıp öptü başına koydu. Ve “İyi oku oğlum!” dedi. O gece benim için; orta ikinci sınıf talebesi olan birinin evinde “Bediüzzaman’ın kitabının” misafir edilmesi müthiş bir duygu idi. Ve o misafirlik bu güne dek hiç kesilmedi.

Bu kitabı okudum, ancak bir cümleyi net anladım ve evimize gelen herkese o ifadeyi okudum: “Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz; sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olmaz biliyorsun. Nasıl oluyor ki: Nihayet derecede muntazam şu memleket Hâkimsiz olur?”

…Ve bu olay, benim Yeni Asya ve dolayısıyla Risâle-i Nur’larla tanışmama vesile oldu. İkindi derslerini H. Said Ağabeyimizle liseliler olarak, Münâzarât, Divani Harbi Örf-i, Hutbe-i Şamiye, Muhakemat, Sünûhattan ve İşarat’ül İ’caz’la devam ettik.

Bir süre sonra gazeteyi abonelere dağıttım. Zaman zaman “Sor suali al cevabı” köşesine sorular yazdım. “Âşık Latifi” ile ilk röportajımı yaptım. Resim ve haberler gönderdim. Lise çağlarında bunu daha da ilerlettim. Güncel haber ve röportajlar hazırladım.

12 Eylül 1980’de bir lise öğrencisi iken, Kayseri Valisi, Belediye Başkanı, Üniversite Rektörü, Tıp Fakültesi Dekanı, Kültür Müdürü ve Garnizon Komutanı Tümgeneralle röportaj yapıp, Gençlik Rehberi’ni hediye ettim. Bu esnada yine gazeteyi dağıtmaya devam ettim. Liseyi bitirince Kayseri Bürosunda Celalettin İstanbullu Ağabeyimle bir sene beraber çalıştık. Sıkıyönetimin gazetemizi sokmadığı illere inanılmaz bir dirençle gazeteyi bir-iki gün sonra bile olsa, ulaştırmaya çalıştık. Can Kardeş’i “Canlarımıza“ ulaştırdık. 1982 Ağustos’unda memuriyete medar olacak yatılı okula gidinceye kadar bu hal devam etti. (…….)

O günlerin hatırası olarak Elif’lerimizi, Zemzem’lerimizi ve Can Kardeş’in 1982 ‘Armağan Cildi’ni bazen bakar okur, duygulanırım.

Bu süreçte; Üstadın talebelerinden: Vanlı Molla Hamit Ekincileri, Hulusi Yahyagilleri, Mustafa Sungurları, Abdullah Yeğinleri, Mustafa Badıllıları, (rahmetli) Bayram Yükselleri, (rahmetli) Mehmet Emin Birincileri, Mehmet Fırıncıları, Mehmet Kutluları, (rahmetli) Cemal Gündoğdu Hocaları, H. Said Dolgunları, Burhan Zenginleri, Kadir Akbaşları, H. Mehmet Uçarları, H. Mirza Demirleri, H. Derviş Yalçınları, Askeri Yıldızları, (rahmetli) Ali Uçarları, (rahmetli) Ali Mutluları, Ali Vapurluları, Can Alpgüvençleri, Safa Mürselleri, İhsan Atasoyları, Vehbi Vakkasoğullarını, Sami Cebecileri, Kırkıncı, (rahmetli) Demirci, Şahin ve Abdurrahman Aras Hocaları, (rahmetli) Hilmi Doğanları, Yavuz Bahadıroğullarını, Mustafa Kaplanları, Bünyamin Ateşleri, Burhan Bozgeyikleri, Kasım Baydemirleri, Aşık Latifileri, Aşık Bilal Işıklıları, Aşık Hizanileri, (rahmetli) Kadir Erenleri, Salih Suruçları, Veli Akpınarları, A. Kadir Menekleri, Vehip Sinanları, Nimetullah Akayları, Erol Erşenkalları, Ali Tokerleri, Selahattin Tercanları, Necati Yılmazları, Ahmet Sevinçleri, (rahmetli) Mustafa Canellileri, Dursun Özsoyları, Nihat Kayaları, (rahmetli) Mustafa Cantekinleri... Yani burada isimlerini saymakla bitiremeyeceğim “Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmet’ler…” gibi binlerce gönül dostu ile tanıştım.

Ve şimdi 2009 yılı. Şimdiye dek gazetemiz ve Risâle-i Nur’lar ile olan beraberliğimiz her zorluğa rağmen –Allah’a şükür- kesilmedi. “Erciyes’e hasret!” beni iki sene maddeten hasta etti, ama kimseyi gönlümden sildirmedi, o muhabbet ve sevgiyi devam ettirdi. Cenâb-ı Hak ölene kadar devam ettirsin. –Âmin-

Bu serüvende bazı yer ve mekânlar bizim için herkesten farklı bakış açıları kazandırdı ki, bunlar:

Barla’dır, Isparta‘dır, Çam Dağı’dır, Horhor’dur, Van’ın Medresetüzzehrası’dır, Erek’tir, Volga Nehri’dir, Kosturma’dır, Şekerci Han’dır, Şam Emevi camii’dir, Şeyh Sanan Tepesi’dır, Cizre’dir, Tillo’dur, Mardin Ulu Camii’dır, Kastamonu’dur, Emirdağ’dır, İstanbul’dur, Afyon’dur, Sav Köyü’dür, Hizan’dır, Bitlis’tir, Nurs Köyü’dür, Urfa Halil-ul Rahman Dergâhı’dır, İpek Palas Oteli’dir…

Otuz üç yıl seninle yol arkadaşlığımız böyle başlamıştı Yeni Asya. Sen nice kırkıncı, ellinci, yüzüncü… yaşlarını kutla!

Sana, az-çok emeği geçen herkesten ve “can dostlarımızdan” Allah razı olsun.

Ve sen, Hakkın Sesi olmaya devam ettikçe seninleyiz.

ŞERİF GÜNDÜZ

06.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis