"Gerçekten" haber verir 17 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Kim kimi yıpratıyor acaba?

Sizi sizden başka hiç kimse sizin yıprattığınız kadar yıpratamaz!

Askeri zevat ne zaman ağzını açsa bazı çevrelerin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaya çalıştığından söz ediyorlar.

Soru: Kahraman Türk Ordusu’nu kim yıpratabilir?

Cevap: Sizi sizden başka hiç kimse sizin yıprattığınız kadar yıpratamaz!

Başka bir deyişle, siz, sizi yıpratmak isteyen çevrelere öyle paslar veriyorsunuz ki, pası alanlar ağlarınızı sallandırıyor. Topu kalenizde gördüğünüzde ise başlıyorsunuz bağırmaya “Laiklik”, “İrtica” vs.

Size yönelik her türlü eleştiriyi “yıpratmak amaçlı” olarak değerlendirmenizi yeniden değerlendirmeniz gerekiyor.

Hiç şöyle düşünmüyor musunuz, “Niçin millet kendi ordusunu yıpratmaya çalışsın?”

Eğer böyleyse, zımnen şunu kabul ediyorsunuz demektir:

“Millet ile ordusu arasında problem var.”

Ya da “Milletin değerleri ile ordunun değerleri arasında çok büyük bir fark var.”

Millet kültür kodlarını askere göre ayarlamadığı için, ya da askerin değerleri ile sivil bir hayatı yaşayamayacağı için ortaya bir kısım sorunlar çıkıyor.

Siz milletin bir kısmına ambargo koyamazsınız, buna hakkınız hukukunuz yok!

Böyle davranmaya devam ederseniz, yaptığınız her şey elbette milletin gözüne batmaya başlar.

Millet “hareketleriniz canımı acıtıyor” dediğinde siz doğal olarak “Kahraman Ordumuzu yıpratmaya çalışıyorsunuz” demekten başka bir şey bulamazsınız.

Şimdi soralım: Ne oldu, savaş helikopteri ile Ankara’dan Karadeniz’e yakın arkadaş ve akrabaları ile pikniğe giden general olayı...

Ne oldu, Saldıray Denizaltısı’na Yalova’dan bir arkadaşını (sivil) alıp onu denizaltı ile 4 günde Marmaris’e götüren asker olayı...

Mesela... Rahmetli İHA Muhabiri İsmail Güneş, Cihan Haber Ajansı Muhabiri olsaydı ve düşen helikopterden tek sağ kalan kişi olarak hayattayken ona ulaşılsaydı asker ona “Aaaa, sen akredite değilsin, seni alamayız mı” diyecekti? Ne kadar acımasız, ne kadar itici, ne kadar yıpratıcı değil mi?

Öyle tabi...

Peki kim kimi yıpratıyor Allah aşkına...

“Seni helikoptere alamayız, hadi Allah kurtarsın.”

Var mı böyle bir şey!

Bunu yapan Türk Ordusu’nun bir subayı. Peki biz bu yapılanı “TSK’yı yıpratmamak amacıyla görmezden mi gelmeliyiz.”

Kim kimi yıpratıyor?

İnsan, ki o insan düşman bile olsa kar-tipi- buz içinde dağ başında bırakılır mı?

TSK’ya subay yetiştiren okullarda bunlar mı öğretiliyor çocuklara?

Ne oldu, ne yaptınız, Doğan Haber Ajansı Muhabiri’ni helikoptere alırken Cihan Haber Ajansı Muhabiri’ni dağ başında ölüme terk eden subayınız hakkında?

Haber bu. Duymuşsunuzdur. Duymadıysanız, şimdi duydunuz? Ne yapacaksınız?

“Bizi yıpratıyorsunuz” sözü sizden duymak istediğimiz en son sözdür.

Personelde yukarıdan aşağıya yansıyan bir hoyratlık var.

Hadi sivilleri geçtik, 2007’nin Aralık ayında operasyon bölgesine indirilen bir doktor üsteğmen aşırı kar yağışı ve tipi yüzünden geri dönülürken dağda unutulmuştu, ne oldu o üsteğmene?

Acaba Metin Gürak Paşa’ya bunlar, “Ne oldu” diye başlayan sorular sorulsa, Paşa “Bunlar maksatlı yayınlar, maksatlı yayınlara cevap vermiyoruz mu” diyecek.

Dağda unutulan üsteğmen olayı basına yansımasaydı, belki sizin bile haberiniz olmayacaktı? Üsteğmenin firar ettiği açıklanmış sonra. Ne ilginç, bir üsteğmen firar etmek için dağ başını seçmiş!

Gelelim “Peygamber ocağı” meselesine.

Ordu, millet tarafından “Peygamber ocağı” diye tanımlarken “Ordu Peygamber ocağı, TSK’nın askeri de Peygamberin Mehmetçiği değil” diyen kişi emekli bir tümgeneral. Madem böyle bu sözleri dağda teröristle yüz yüze çatışan ve sürekli şahadetle yüz yüze olan Mehmetçik’in yanında söylesin de görelim!

Bu orduyu yıpratma sözleri artık gına getirdi.

Madem öyle fişlemeyin milleti.

Madem öyle andıçlamayın milleti.

Madem öyle korumayın darbecileri.

Madem öyle Aktütün’de, Dağlıca’da sorumlu olanları yargılayın.

Madem öyle ABD Başkanı Meclis’e geldiğinde değil, TC Cumhurbaşkanı Meclis’e geldiğinde de gelin Meclis’e. Madem öyle, kim kimi yıpratıyor, oturun, şapkanızı önünüze koyup bir kere daha düşünün!

Bugün, 16.4.2009

Nuh Gönültaş

17.04.2009


Ordunun ideolojisi

Başbuğ’u dinlediğimiz binada 12 yuvarlak Atatürk fotoğrafından oluşan devasa bir duvar süslemesi vardı.

Org. Başbuğ, yine kocaman bir Atatürk resmi önünde konuştu. Zaten binanın adında da Atatürk geçiyordu ( Atatürk Harp Oyunu ve Kültür Merkezi ).

Örnekler sonsuz. Hepimiz biliyoruz ki TSK, a’dan z’ye Atatürk ile dolu.

Durum böyleyken, “Atatürkçü Düşünce Sistemi, ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değildir. Akıla ve bilime dayanarak nasıl karar verileceğini gösteren bir dünya görüşüdür” demenin ne gereği var?

Bilmeyen de, Cumhuriyeti kuran askerden değil de, Descartes benzeri bir metodik düşünce kuramcısından söz edildiğini sanacak!

Bir kişinin özlü sözlerini mütemadiyen tekrarlayacak, ismini caddelere, okullara, kışlalara verecek, fotoğraflarıyla hislenecek, törenlerde ‘ ölmedi, içimizde’ diye bağıracak, onun adına darbeler yapacaksınız.

Bundan ala ideoloji mi olur?

Kemalizm bal gibi bir ideoloji işte! Resmi ideoloji. Ordunun ideolojisi. Anlamıyorum; lafı ne diye dolandırıyoruz?

Sabah, 16.4.2009

Emre Aköz

17.04.2009


Başörtüsüz öğretmen daha mı iyi eğitir?

Bir başka okur “çocuğunu başörtülü bir öğretmenin okutması ister misin, gece hastalandığında erkek diye bir kadın doktorun çocuğuna bakmaması ister misin, baş örtüsüz olarak mahkemelik bir işin olsa, koruduğun baş örtülülerin senin için adil karar verebileceğine inanıyor musun, yanında ailendeki bir erkek olmadan sokağa çıkamamak ister misin, ya da araba kullanamamak” diye gülünç sorular sormuş.

Kalıplar içinde “ya ak ya kara” diye bakınca işte böyle oluyor. Tam da söylemek istediğim buydu.

Haklarını savunduğum insanlar bana belki bir gün haksızlık yapabilirler diye ilkelerimden vazgeçemem. Kötülük görme ihtimalinden dolayı şu anda bir başka kötülük yapamam. Demokrasiden başka bir şeye sığınamam. Demokrasiye ve insan haklarına karşı gelen hiçbir ideolojiye rıza gösteremem. Mevcut düzen elden gidiyor diye endişe etmek anlaşılır bir şey belki ama mevcut düzen ne kadar adil, ne kadar çağdaş, ne kadar demokratik, ne kadar insan haklarına saygılı diye hiç düşünmemeyi ise anlaşılır bulmuyorum. Baş örtüsüz öğretmenlerin de daha iyi eğitim verdiği ön kabulünü de hayli komik buluyorum. Baş örtüsüz öğretmenler tarafından eğitildim zira. Yarısı zır cahil insanlardı. Suudi Arabistan olmayalım diye çağdaşlık kisvesinde bir takım faşistliklere de göz yummamı kimse beklemesin benden. Neymiş o faşistlikler diye sorarsanız mesela okullarda tarih diye öğretilenlerden başlayalım isterseniz derim.

Vatan, 16.4.2009

Mutlu Tönbekici

17.04.2009


Cemaatler barışın garantörüdür

Başbuğ, sözü ‘bazı cemaatler’ kısmına getirince iki saate yaklaşan konuşmadaki açılımın hızı bir anda kesiliyor, bilimsel bakış açısından sapmalara rastlanıyor. ‘Akademik bir pencere’den 12 kez ‘cemaatler’ deyip sonra da ünlü sosyologların ortaya koyduğu düşünceleri ‘aşındı’ tespitine sıkıştırmak yanlış. Sivilleşmenin, demokratikleşmenin, ‘birincil ve ikincil kimlikler’in en tabii gelişmesini bir çırpıda düşmanmış gibi algılamak ya da öyle yansıtmak, iki saat boyunca sürdürülen soğukkanlı ve sempatik yaklaşıma uygun bir manzara sergilemiyor. Başbuğ, beş kez ‘mütedeyyin kesimler/mütedeyyin kişi’ tabirini kullanıp sonra da ‘bazı cemaatler’ diyerek birtakım suçlamalarda bulunuyor. Genelleme yoluyla yapılan bu ayrımcı dil, esas konuşmadaki inandırıcılığı zedeliyor. Üstelik ‘sosyal devlet’ kavramının kullanım hatası, ‘cemaat lazımsa onu da biz kurarız, sivil toplum gerekiyorsa onu da biz inşa ederiz’ tarzında bir çağrışıma yol açıyor. Kaldı ki bu ülkedeki cemaatler kanunlarla çatışmadığı gibi, toplumsal barışın da garantörüdür. Bir yandan dört kere ‘çoğulculuk’tan bahsedilirken ve ‘tek tip insan yetiştirme’ eleştirisi yapılırken, diğer yandan ‘tek tip sivil toplum’ ya da ‘tek tip mütedeyyin’ önerisinde bulunmak (üstelik bunu silahlı güçler adına dillendirmek ya da bu çağrışıma yol açmak) TSK gibi kuşatıcı olmaya mecbur ve ‘halkın vergisiyle’ ayakta duran ve ‘milletine hizmet etmekten başka hiçbir amaçları olmayan’ bir kurumdan beklenen modern bir yaklaşım olmasa gerek...

Orgeneral Başbuğ, ABD Başkanı Obama’ya 4 kez atıfta bulunuyor. Obama ile ilgili alıntılarda toplumdaki çoğulculuk vurgulanıyor. Gerçekten de Amerika, farklı kimlikler ve kültürlerin kaynaşmasına verilecek en güzel örneklerden biri. Ancak o kıyaslamalarda bazı çelişkiler gözden kaçmıyor. Birincisi Amerika, Başbuğ’un 18 defa tekrar ettiği ‘ulus devlet’ modeline çok uygun bir misal değil. Zira ABD’deki federatif yapı, o çoğulcu kimlikleri bir arada tutmak için—zorlanarak da olsa—inşa edilmiş bir sistemdir. Başkan Obama’dan yaptığı “Biz aynı zamanda farklı kökenlerden, ırklardan ve dinlerden gelen, ancak ortak idealler etrafında birleşen bir milletiz” alıntısı, ortak idealler itibarıyladır; devlet sistemi itibarıyla değil. Obama’nın konuşmasıyla ilgili diğer bir analiz hatası, yine çoğulculuk bağlamında ele alınmalıdır. ABD, farklı sivil toplum kuruluşlarının; hatta dinî cemaatleşmenin en zengin ülkesidir. Müntesipleri 10 milyonu aşmış cemaatler vardır Amerika’da ve cemaatler otel işletmeciliğinden eğitime kadar her türlü faaliyetin içindedir. Hollywood yıldızları arasında da rastlarsınız bu kişilere, spor dünyasında da. Sadece misal olsun diye okullardan bahsetmek isterim. Amerika Milli Eğitim Bakanlığı (U.S. Department of Education) istatistiklerine göre Amerika’da yaklaşık 5 milyon çocuk ‘dinî cemaat okulları’nda eğitim alıyor. Yine resmî istatistiklere göre bu, yaklaşık 500 bin öğretmen, 28 bin okul, bir o kadar da müdür anlamına geliyor. Demem o ki, Obama’yı örnek alıp, oradaki temel özgürlükleri, burada yasadışı faaliyetmiş gibi sunmak; hatta millet vicdanına mal olmuş sosyal hareketleri ima yoluyla bile olsa suçluymuş gibi göstermek hangi ‘masuniyet karinesi’ ile bağdaşır?

Zaman, 16.4.2009

Ekrem Dumanlı

17.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis