"Gerçekten" haber verir 22 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

FARUK ÇAKIR / [email protected]

Faizli ekonomiler krizlerden kurtulamaz

Fatih Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Özsoy'la ekonomik krizi ve topluma yansımalarını konuştuk. Prof. Dr. Özsoy, faizin; faiz alan ve faiz veren olmak üzere iki tarafı da zarara uğrattığına dikkat çekiyor. Özsoy ayrıca, insanlığın uzun dönemde faizsiz ekonomik sisteme yöneleceğini ifade ediyor. Özsoy'la Fatih Üniversitesinde gerçekleştirdiğimiz görüşmeyi sunuyoruz:

“Faizli sistem hep kriz üretir” diyorsunuz. Bu nasıl oluyor? “Nobel ödüllü iktisatçılar” bunu görmüyor mu?

Faiz nedir, önce oradan başlayalım: Faiz; peşin veya vadeli bir mübadelede, ekonomik bir değer üretmeden taraflardan biri adına gerçekleşen sanal veya değer üretilmişse bile eşitsiz paylaşılan gelirin adıdır.

Ödünç işlemlerinde faiz, nakdî sermayeye önceden öngörülen sabit ödemenin adıdır. Nakdî sermayeye önceden öngörülen sabit gelir, her zaman tarafları yanıltır. Çünkü nakdî sermaye için ön görülen getiriyi hiç elde edemeyebilirsiniz, sermayenin tamamını kaybedebilirsiniz ya da beklenmedik yüksek kazançlar elde edebilirsiniz. Dolayısı ile önceden tesbit edilen sabit getiri her halükârda, yüzde 99 ihtimalle iki taraftan birini zarara sokar. Beklenenden az getiri borçlananı, fazla getiri de borç vereni zarara sokar. Kur’ân bunu “Faizli işlem ya sizi ya karşınızdakini haksızlığa uğratır” (Bakara 279) şeklinde ifade eder.

İKİ TARAFI KESKİN BIÇAK

Faiz mekanizmasını, iki kişi arasına çok hassas bir şekilde yerleştirilen ve sapma halinde iki taraftan birini kesen iki taraflı keskin bir bıçağa benzetebiliriz. Öngörülen faiz oranlarının gerçekleşen getiri oranları ile uyuşmaması halinde, bazan borçlu, bazan alacaklı faizden zarar görür. Bu sapmaları öngörmek mümkün olmadığından faizli sistem toplumun borçlular-alacaklılar şeklindeki iki grubundan birini, bazan birini, bazan öbürünü sürekli haksızlığa uğratır.

Makro düzeyde baktığımızda konuyu kabaca şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz. Kaba bir örnek, ama faizin ekonomi üzerindeki etkilerinin anlaşılması için gerekli: Meselâ, millî gelirimizi 100 lira olarak varsayalım. Müteakip yılda faiz oranının yüzde 10 olarak belirlendiğini düşünelim. Meselâ 2009 yılı için öngörülen faiz oranı yüzde 10 olsun. Bu ne demektir? 2009’da sermaye, millî gelirden yüzde 10 pay alacak demektir. Diyelim ki bizim gerçekleşen millî gelir artışımız yüzde 5 oldu. Diğer üretim faktörleri, (emek, toprak ve teşebbüs) yüzde 5 alırken, sermaye yüzde 10 alacak. Bakın, burada herkesin kazancı sermaye sahiplerine gidiyor. Emek, toprak ve müteşebbis faktörlerinin gelirleri toplanmış ve sermaye sahiplerine gitmiştir. Reel olarak 5 lira kazanıp 10 lira faiz borcu ödediğimize göre 5 liralık bir borç stoğu ortaya çıkmış demektir.

Bunu nereden karşılayacağız? İç ya da dış borçla. İç borcu dönüp yine kendi sermaye sahibimizden alacağız. İç borç dış borçtan iyidir, diyebilirsiniz. Fakat iç borç faiz oranları genelde dış borç faiz oranlarından çok daha yüksektir. Bu aslında acıkan bir insanın kendi bedeninin bir kısmını koparıp yemesinden farklı değildir. Faizin geçerli olduğu bütün toplumlarda anapara ve faiz, kanunla korunmuştur, yani ödenmek mecburiyetindedir. Görüldüğü gibi toplumun büyük bir kesimi zarar eder ve daralırken, bir kesim, hak ettiğinden daha fazla ve sanal bir pay almış ve bu kesimde bir ‘şişme’ meydana gelmiştir. Faiz böyle eşitsiz, gayr-i âdil ve hakkaniyetsiz bir gelir bölüşüm sistemidir.

Yüzde 5 açık için borç bulup faiz olarak verdiğimize göre gelecek yıla borçlu girdik demektir. Bütün sektörler öncelikle bu borcu ödemek zorundalar. Bunun bir sonraki yıl da aynı şekilde devam ettiğini düşünün. Ne oluyor? Sermayeye karşı bizim borcumuz sürekli şişiyor. Bu bir noktada sürdürülemez hale gelir ve patlar. Bunun patlaması işte kriz dediğimiz şeydir. Borcun sürdürülemez veya döndürülemez noktaya gelmesi halinde ekonomik kriz karşımıza çıkar.

Verdiğimiz örneği tekrar ele alacak olursak, faiz oranlarının % 5 belirlendiği bir yılda da milli gelir artışının %10 olduğunu varsaydığımızda bu kez de sermaye aleyhine bir gelir dengesizliği ortaya çıkar.

İktisadi Düşünce Tarihinde Avusturya okuluna bağlı düşünürler faizin ekonomi üzerindeki etkisini çok güzel dile getirmişlerdir. Onlar diyorlar ki, “Bu günden belirlenen bir faiz oranı gelecek için geçerli olduğu için; gelecekteki üretim, yatırım ve tüketim kararlarını bağlar ve kuvvetli bir ihtimalle onları yanlış yönlendirir.”

Hiçbir zaman öngörülen faiz oranları gerçekleşen rakamlarla örtüşmez. Mutlaka sapma olur. Bu sapmalar sürdürülemez noktaya gelince de ekonomik krizler baş gösterir. Dolayısı ile faizli bir sistem, geleceği hep bu günden öngörmek anlamına geldiği ve insanlar da hiçbir zaman geleceği tam olarak göremedikleri için, faizli ekonomilerde krizlerin önüne hiçbir zaman geçilemeyecektir.

Bazan sapmalar az olur, kriz hafif geçer. Bazan büyür, kriz daha derin ve yaralayıcı olur. Ama sapmalar her halükârda olur.

Dolayısıyla 'faizli sistem sürekli krizleri içinde

barındıran sistemdir' mi diyorsunuz?

Evet, aynen öyle; faizli sistemde krizler süreklidir, ama hafif, ama derin. “Nobel ödüllü iktisatçılar bunu görmüyor mu?” diyorsunuz. Onlar bunu tabiî ki görüyor. Görüyorlar, fakat faizi ‘veri’ olarak alıyorlar. “Faizsiz bir sistem olmaz” şartlanmışlığı ile yola çıkıyor ve bu yüzden bugünkü iktisat biliminin yapmaya çalıştığı şey, ‘Bunun zararını en aza nasıl indiririz?’ konusunu araştırmak oluyor. Faizle ve en az zararla nasıl yaşarız diye araştırıyorlar. Ben de dâhil olmak üzere, bugün üniversitelerde okuttuğumuz iktisat bilimi faizi veri alır, “biz bu sistemle en az zararla nasıl yaşarız” sorusunun cevabını araştırır. Üretimi ve tüketimi maksimum ve denge düzeyinde nasıl tutmaya çalışırız, diye kafa yorar. Ama faiz, veri olarak alınmıştır bir kez. Faizsiz sistem düşünülmediği için, faize alternatif yöntemler değil, “Faizle birlikte, ama en az zararla nasıl yaşarız?” sorusu üzerinde kafa yorulur. Meselâ bünyemizde bir hastalık var, çaresi de yok. Ama bununla en az etkilenerek nasıl yaşarız, yapılan budur.

Faize dayalı ekonomik sistemler ‘arızalı’ sistemlerdir. Bu sistemlerde faizin zararının minimize edilmeye çalışıldığı yöntemler geliştirilir. Ancak, ne kadar geliştirirseniz geliştirin, hastalık devam ettiğine göre sizin iktisatçılarınızın ‘Nobel ödüllü’ olması problemi ortadan kaldırmaz. Sorunun kaynağı, geleceği bilmekten aciz insanoğlunun gelecekle ilgili kesin karar vermesidir; faizin temel özelliği budur. İnsanoğlu geleceği hiçbir zaman göremeyeceğine göre faiz uygulamasının olduğu her durumda sorunlar devam edecektir.

"Faizsiz de olur”u bunlara kim hatırlatacak? Bu kriz böyle bir neticeyi doğurur mu?

Şunu söyleyeyim: Bugünkü dünya şartlarında ‘sıfır’ faizli ekonomi mümkün değildir. Faizi sıfırlamak, mümkün değil. Borçlanma ihtiyacı olduğu ve faize alternatif yöntemler geliştirilmediği müddetçe nakdî sermayenin üretimden alacağı pay olarak faiz varlığını sürdürecektir. Eski Roma’da faiz bir ara yasaklanmış, fakat yasak sürdürülememiştir. Faizsiz sistemi bir defa tam olarak Hz. Peygamberimiz (asm) gerçekleştirdi. Bu da onun (asm) ideal bir toplumu sıfırdan yetiştirmesi sayesinde olmuştur. O, fertleri birer birer eğitmiş ve tamamen eğitilmiş fertlerden oluşan bir toplum meydana getirmiştir. Bu toplum ‘faiz’ virüsünü—bünye sağlam olduğu için—vücudundan atmıştır. Hastalık nedir? Zayıf bünyelerin mikroplara yenilmesidir. Bünye sağlam olunca insan hasta olmaz. Hz. Peygamber (asm) zamanında bu yaşandı. Sonraki asırlarda da Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar zamanında devam etti. Fakat zaman içinde bünyeye yine ‘virüs’ler girdi. İnsanlar yeniden ekonomik zaafların peşine düşüyorlar. Aşırı kazanç hırsı, tama, vs. ortaya çıkıyor. Yardımlaşma, karşılıklı güven ve dolayısıyla ortaklık yöntemleri ortadan kalkıyor. Zayıflayan bünyeye hastalıklar saldırdığı gibi, böylesi bir toplumda da ekonomiye faiz virüsü bulaşıyor, saldırıyor.

Sosyal bünyesi zayıf olan bünyelere saldıracak olan ilk virüs, faiz virüsüdür. Yardımlaşma olmayınca hiç kimse faizsiz borç alamaz. Hiç kimse kimseye güvenemez, ortaklık yapamaz. Öyle olunca da faiz yolu açılmış oluyor. Hastalığın derecesine göre faiz oranları yüksek veya düşük olur. Bakın, ‘karz-ı hasen’ ortadan kalktı, ortaklık yöntemleri ortadan kalktı. Alternatif olarak sadece faizli borç alma ortada kaldı. Faiz, hasta toplumların özelliği olduğuna göre, bugünkü toplumların, İslâm dünyası dâhil, baştan aşağı hepsi ‘hasta’dır, diyebiliriz. Hatta iktisadî anlamda Müslüman toplumlar Batılı toplumlardan daha fazla hastadır. Bu yüzden bizim gibi ülkelerde faiz oranları gelişmiş ülkelerdeki oranlardan yüksektir. Hasta bir toplum faizsiz olamaz.

'Faizsiz ekonomi kısmen mümkün olabilir' mi

diyorsunuz?

Bugünkü şartlarda faizsiz ekonomi ancak kısmen mümkün olabilir. Hangi ölçüde mümkün olabilir? Bir, İnsanlar faizsiz ekonominin gerekli olduğuna inanacak, yani Müslüman veya gerçek Hıristiyan veya Musevi olacak, çünkü onlarda da faiz yasaktır. İki, Faizsiz ekonomiyi yaşatabilecek sosyal ve ahlâkî değerler, yardımlaşma, dayanışma, karşılıklı güven olacak.

Faizin alternatifi ortaklıktır. Kim güvenmediği kişiyle ortaklık kurar? Dolayısı ile ortaklık yapabilecek insanların sayısının artması lâzım. Bugün ülkemizdeki katılım bankalarının da asıl dayandığı ortaklık yöntemini kullanamamalarının sebebi budur. Katılım bankalarının ortak olduğu firma—meselâ—kâr ettiğinde zarar gösteriyor, zarar ettiğinde de bunu katılım bankasının üstüne yıkmak istiyor. Yani ortaklığı suiistimal ediyor. Böyle bir ortaklığın devam etmesi mümkün mü? Ortaklığın yapılamadığı yerlerde diğer yöntemler ve en başta ‘faiz’ ortaya çıkar ve kendisini gösterir. Dolayısı ile faizsiz sistem, ancak bünyesi sağlam toplumlarda mümkündür. Bugün dünyanın bu istikamete doğru, yavaş yavaş gittiğini görüyoruz. Ülkemizde de, dünyada da insanlar dinî değerlere doğru yöneliyor. Müslümanların bilinçlenmesi daha üst düzeydedir. Müslümanların öncülüğünde, orta ve uzun vadede faizsiz sistemlerin kullanılabileceğini insanlar görecek ve anlayacaklardır. Zaten Papalığın da bu yaşanan kriz sonrası İslâm dünyasına ve faizsiz bankacılığa işarette bulunması bunun bir işaretidir.

Şunu da unutmayalım: İslâm tarihinde en son gelen yasaklardan biri de faizdir. Hz. Peygamber (asm) bütünüyle ve her çeşidiyle faizi Veda Hutbesinde yasaklamıştır. Bu da vefatından bir yıl öncedir. 23 yıllık hayatının 22 yılında Müslümanlar ticaretlerinde faiz uygulamışlardır. Yani faizi kaldırmak kolay değildir. Bizim yapmamız gereken şey, faizin alanını daraltmak olmalıdır. Bu nasıl olur? Yasaklamakla faiz kalkmaz. Alternatif yöntemleri geliştirmek gerekir. Yeni yöntemler bulmak gerekmektedir. Böylece faiz alanı git gide daralır.

GELECEĞİ GÖRMEDEN GELECEKLE İLGİLİ KARAR VERMEK

Şunu da söyleyelim: Finans ilmi ve bu çerçevede risk yönetimi Batıda çok gelişmiştir. Ama bu ‘geleceği öngörme’ ye dayandığı için her zaman isabet kaydetmesi mümkün değildir. Çünkü insanoğlu geleceği göremez, sadece tahmin eder. Finans ilminin bu kadar gelişmiş olması, faizle ilgili krizleri önlemeye yetmiyor. Çünkü insanoğlu gelecekle ilgili hiçbir zaman kesin karar veremez. Kur’ân’da belirtildiği üzere insanoğlunun bilemediği 5 şey var: Mugayyebat-ı hamse, beş bilinmeyen. Bunlardan biri de; insanoğlunun gelecekte ne kazanacağını bilememesidir. Ne kazanacağımızı bilmeden diyoruz ki, “Yüzde 10 faiz veririm.” Yüzde 10 faiz demek, “Sermaye en az yüzde 10 kazanacak” demektir. Siz geleceği görmeden ‘karanlığa ok’ atmış olursunuz. Kur’ân bunu reddeder ve “Faizden vazgeçmezseniz Allah’a savaş açmış olursunuz” (Bakara 279) der. Gaybı Allah’tan başka bilen var mı? Yok. Ama bugünden yarına belli oranda faiz ödemesini vaad ederek ‘gayb’ olanı ilân etmek istiyorsunuz. Bu şu demektir, “Ey Rab! Bu sermayeye yüzde 10 kazandır!” Adeta Allah’a talimat göndermek gibi bir şey... Çünkü, imzaladık ya, yüzde 10 ver, ya da vereceğiz, diyoruz. Allah da diyor ki, “Sen geleceği biliyor musun ki böyle kesin imza atıyorsun? Gelecekle gayb benim elimde.” Dolayısıyla faiz kaynaklı ekonomik ve finansal krizleri ve onların sonuçlarını Allah ile cedelleşmenin sonucundaki mağlubiyet ve perişanlık olarak değerlendirmek mümkündür.

Dünyanın karşı karşıya olduğu ‘finansal kriz’den sonra İslâm dininin öngördüğü ‘faizsiz sistem’in Hıristiyan dünyasında da merak konusu olduğu, hatta Vatikan’ın bu sistemin araştırılması istendiği haberleri duyuldu. Uluslar arası iktisatçılar bu konuya nasıl yaklaşıyor? “Faizsiz sistem” onların da ilgisini çekiyor mu?

Faizsiz sistemin, bilim adamlarının yeterince ilgisini çektiğini söyleyemeyiz. Çünkü ‘faizsiz olmaz’ ön kabulü var. Bu hâlâ zihinlerde bir ‘ur’ gibi duyuyor. Bu kabulü ortadan kaldırmak uzun yıllar ister. Faizsiz sistem üzerinde araştırmalar yapılması ve ders olarak okutulması zaman alır. Şu an için bilim dünyasında meraklı bir yönelişin olduğunu maalesef göremiyoruz. Bunu yine Müslüman ilim adamları yapacak ve yapmalıdır. Bu krizin artık bilim dünyasını da harekete geçirmesini bekliyoruz. Zaten Papalığın referansı da bu mânâya geliyor.

Bilim dünyasından daha çok, reel dünyada bankacılar ve finans sektörü faizsiz sisteme çoktandır ilgi duyuyorlar. Bunun birinci öncüsü İngiltere. İngiltere’deki HSBC Bank’ın faizsiz bankacılık penceresi var. Bu bankanın yaptığı faizsiz bankacılık işlemleri, Türkiye’deki 4 tane katılım bankasının işlem hacmine yaklaşmış. Bu derece büyük ilgi var. İngiltere, dünyadaki payını büyütmek için Müslümanlarla, faize karşı duyarlı olanlarla bağını güçlendirmek için faizsiz sisteme yöneldi. İngiltere bunu başlatmış ve İngiltere’yi kendisine hep rakip gören Hollanda da bu konuda çalışma başlattı. Faizsiz bankacılık Amerika’da da var, Rusya ilgi duyuyor. Kazakistan bu konuda konferans düzenledi. Bu toplantıya bizzat Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev katıldı ve halen hukukî altyapıyı hazırlıyorlar. Dünyanın her tarafında faizsiz bankacılığa doğru bir yöneliş var. Bilim adamları da, ümit ediyoruz, bu fiilî durumu teorik araştırmalarla desteklerler.

Papa, bir beyanında “Kriz İlâhî ikazdır” derken, eski Marksist gerilla lideri Daniel Ortega da “Allah ABD’yi krizle cezalandırdı” demişti. Krizin insanları terbiye eden bir yönü de var mı?

Şüphesiz her aşırılık insanın canını yakar ve insan ondan ders alır. Diyelim ki fazla yemek yerseniz, yediğiniz anda size haz verir, ama biraz sonra mideniz yanmaya başlar. Her aşırılık, her dengesizlik bir rahatsızlığa yol açar. Her krizin mutlaka uyarıcı etkileri vardır. Bu da öyledir. Faizle iştigal eden sistemlerde mutlaka bir dengesizlik olur, bir ‘şişme’ olur. Dengeden uzaklaşılır. Faiz, dengesizlik demektir.

Körfezdeki “Gulf One” adlı bir yatırım bankasının raporunu incelerken şunu gördüm: Amerika’da, reel değerlere dayalı olarak çıkartılan ‘türev araçlar’ın alış-verişi reel değerlerin tam 8 katına ulaşmış. 1998’de bu nisbet 2 katıymış ve 2008’de 8 katına çıkmış ve kriz de işte bu şekilde patlak vermiş. Bu şu demek: Bizim 1 liralık malımız var, bunun için 1 liralık senet çıkarıyoruz ve bu senedi sürekli alıp satıyoruz. Bu alış-veriş devam ediyor ve gerçekte 1 lira olan senedin değeri 8 lira oluyor. Bunun adı aslında enflasyon. Nasıl bir enflasyon? Para basarak oluşan bir enflasyon değil. Türev araçların el değiştirmesiyle oluşan bir enflasyon.

Petrol fiyatları niçin geçen yıl 150 dolara kadar tırmandı? Bundan kaynaklandı işte. Petrol talebindeki artış, fiyatları bu kadar yükseltecek seviyede değildir. Petrole dayalı olarak çıkarılan yatırım araçlarındaki şişmeden kaynaklandı. 1 liralık petrolü temsil eden bir yatırım aracının değerini biz, kâr beklentisiyle 8 kat şişirmişiz. İngilizce’de buna ‘bubble’ deniyor; ‘şişme’ anlamına geliyor.

—Devami Yarin—

YENİ ASYA’NIN 40 YILLIK OKUYUCUSU MERSİN’Lİ BEKİR KARA:

Gazetemi bütün aile fertleri okuyor

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

1952 yılında Mersin’in Gülnar kazası Çavuşlar Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu köyümde, orta ve lise öğrenimimi Adana İmam Hatip Lisesinde okudum. Görev yaptığım ilk yer, Mersin’in Erdemli ilçesi Limonlu kasabası camiinde imamlık vazifesidir. 1972’de Konya Hadim ilçesi Müftülük murakıplığına, 1979’da Konya İl Müftülük murakıplığına, 1981’de Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirince Tarsus Müftülük murakıplığına tayin oldum. 1985 yılında Almanya’ya din görevlisi olarak atandım. 1989’da Gaziantep İl Müftülüğü murakıplığına, 1990’da Şanlıurfa İl Müftülüğü Şube Müdürlüğüne getirildim. 1993 yılında Almanya Hamburg Başkonsolosluğunda altı sene din görevlisi olarak çalıştım. 1999’da Şanlıurfa İl Müftülüğüne geri döndüm ve 2002 yılında emekliye ayrıldım.

Yeni Asya’yı nerede, ne zaman ve nasıl

tanıdınız?

Yeni Asya’yı ilk defa Adana’da tanıdım. 1968’de bana Risâle-i Nur’u tanıtan Mustafa Gengeç, 1971’de Yeni Asya’yı tanımama vesile oldu.

Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebepler

nelerdir?

Yeni Asya ilk çıktığı günden bugüne kadar, takip etmiş olduğu meşveret ve şûrâ düsturuna, hak ve hakikat noktasında taviz vermeden, olaylara ve sıkıntılara anında müdahale ederek ilâç ve tedaviyi yetiştirmesini, esas sebep olarak gösterebilirim.

Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı en

önemli değerler nelerdir?

Yeni Asya bizim ailede ekmek, gıda ve su gibi günlük ihtiyaç ihtiyacımızdır.

İlk tanıdığımdan bu zamana kadar, çifte gazete (Yeni Asya) alarak aboneliğimi devam ettirdim ve ediyorum. Aile fertlerimizin hepsi gazeteyi düzenli okuyarak, bilgilerimizi yenileriz. Yeni Asya’nın ailemiz içerisinde bambaşka yeri vardır, et ve tırnak gibiyiz, biz ondan ayrılamayız.

Yeni Asya ile ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

Yurt dışında görevde iken, adresime gelen Yeni Asya muhalifi bir zatın şikâyeti üzerine, Başkonsolosluk tarafından aleyhimde soruşturma açılmıştı, ama soruşturma neticesinde şahsıma yapılan şikâyetin iftira olduğu anlaşıldı. Böylece gazetemin ve dâvâmın, bana ne büyük bir destek olduğunu, yaşadığım hayatta bunun gibi olaylarla anlamış oluyordum.

Yeni Asya okuyucularına tavsiyelerde bulunur musunuz?

Okuyucular, gerçekleri öğrenmek için, Yeni Asya’yı okumalıdırlar. Cemiyet ve toplum hayatında gazetemiz ve Risâle-i Nur, en büyük bir ihtiyaçtır. Yeni Asya, en güzel bir hizmet tarzını takip ediyor, onun için herkesin okumasını, hakikatleri ondan öğrenmesini tavsiye ediyorum.

HÜSEYİN KÜÇÜKOĞLU / MERSİN

22.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (21.04.2009) - Çanakkale’mizde 40. yıl huzuru

  (20.04.2009) - NURCULAR ŞİDDETLE İLİŞKİLENDİRİLEMEZ

  (19.04.2009) - İSLÂMI DOĞRU TEMSİL VE İYİ TEBLİĞ

  (18.04.2009) - 40 YILLIK OKUYUCULARDAN HAFIZ ABİ (AHMET ALİ AKTAŞ) ANLATIYOR:

  (17.04.2009) - 40 YILLIK OKUYUCULARDAN EMEKLİ İMAM CUMA BAHÇECİ ANLATIYOR:

  (16.04.2009) - Yeni Asya’yı okudum ve “İşte benim gazetem” dedim

  (14.04.2009) - “Laikcan”lar marjinalleşiyor

  (12.04.2009) - ESKİŞEHİR YENİ ASYA OKUYUCULARINDAN, EMEKLİ MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRÜ MEHMET KILIÇOĞLU:

  (11.04.2009) - SALİH ORAL: YENİ ASYA VE RİSÂLE-İ NURLAR OLMASAYDI ARAYIŞIM DEVAM EDECEKTİ

  (10.04.2009) - İLK ÇIKTIĞI GÜNDEN İTİBAREN YENİ ASYA’YI OKUYAN ŞEVKİ DEMİRTAŞ:

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis