"Gerçekten" haber verir 23 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

FARUK ÇAKIR - [email protected]

Krizlerin temelinde israf var

Meselâ, elimizde 100 liralık senet var. Bu 100 liralık senedi şimdi alırsanız, petrol fiyatları yükselme eğiliminde olduğundan, yarın bunu 110 liraya satmayı ümit ediyorsunuz.

—Dünden Devam—

KRİZİN SEBEBİ FAİZDİR

Meselâ, elimizde 100 liralık senet var. Bu 100 liralık senedi şimdi alırsanız, petrol fiyatları yükselme eğiliminde olduğundan, yarın bunu 110 liraya satmayı ümit ediyorsunuz. Böylece size 100 liralık senedi 110 liraya satıyoruz. 100 liralık senedin 110 liraya satılması İslâm’a göre faizdir. Çünkü eşitsiz iki değerin birbiriyle mübadelesi anlamına gelir. Faizin tanımını hatırlayalım: İki değeri yan yana getirdiğimizde “Bu bundan azdır, ya da fazladır” deme şansımız varsa o ‘fazla’ dediğimiz kısım faizdir. Şimdi 100 liralık bir evrakı, 110 liraya sattığımızda bu 10 lira faizdir. Her defasında bunun yeni bir farkla satılması, el değiştirmesi sonunda 1 liralık senet demek ki 8 liraya çıkmış. Yapay bir şişme... Bu şişmenin adı bubble. Arapçada faizin karşılığı ‘riba’dır, ribanın mânâsı da ‘şişme, kabarma’dır.

Bugünkü krizin sebebi, işte bu sanal alış-verişler, yani faizdir. ‘Faizsiz olmaz’ diyen bilim adamlarının ön kabülüyle bunun sebebini faiz olarak görmemeleri neticeyi değiştirmez. Çünkü güneşe gözünü kapatan sadece kendi dünyasını karartır. Bugünkü finansal krizin kesinlikle birinci sebebi faizdir. Kredi hacminin çok fazla genişletilmesi gibi ikincil sebepler de elbette vardır. Ama ana sebep faiz temelindeki alış-verişlerdir. Bu şişme, sürdürülemez noktaya gelmiş, kimi bankaların alacakları, kimi bankaların da borçları şişmiş ve sonunda kriz patlamıştır.

Bu krizden insanlar elbette ders alacaklar. ‘Şişme’ nasıl engellenir diye düşünecekler. Bu noktada Papalık, az önce de belirttiğimiz gibi, kendi çıkardığı bir yayın organı vasıtasıyla İslâm dünyasını işaret etmiş ve “Faizsiz sistemi İslâm dünyasından öğrenin ve uygulayın” tavsiyesinde bulunmuştur.

Faizsiz bankacılık nedir? Faizsiz bankacılık, reel değerlerin alınıp satılmasıdır. Her parasal işlemin, mutlaka reel bir değere karşılık gelmesidir. Bu sistemde parasal işlemlerin ‘şişme’ şansı yoktur. Dolayısıyla hak edilmemiş veya eşitsiz bölüşülen kazanç da yoktur. Bu krizde bir ‘şişme’ meydana geldiğine göre, hak edilmemiş bir kazanç birilerine akmış demektir. Yani birilerinin iflası birilerinin bahtı haline gelmiştir.

Bazı ülkeler faizi sıfıra doğru çekiyor. Bunun

sebebi nedir?

Bazı meslektaşlarımız bunu “Amerika faizsiz sisteme mi yöneliyor?” diye yorumluyor. Bunu böyle düşünmek doğru olmaz. Bu faizsiz sistem değil. Biraz önce ifade ettim, faizsiz sistem sağlam toplumların işidir. Hastalıklı toplumlarda faizsiz sistem işlemez.

Bunun sebebi şudur: Meselâ, yediğimiz bir gıda vücudumuza zarar verdi. Ne yaparız? Artık onu yememeye çalışırız. Amerika ya da benzeri ülkeler krizin faizden kaynaklandığını anladı, onu bir süreliğine devre dışı bırakmaya çalışıyor. Yarın bir gün işler düzelince yine faizi yükseltmekten geri kalmazlar. Meselâ, Japonya’da negatif faiz var. Yani, bankaya para yatıranlar, paralarını muhafaza ediyor diye bankalara ayrıca para veriyor. Bu demek değil ki Japonya faizsiz sisteme geçti? Buna faizsiz sistem demek doğru değildir. Faizsiz sistem bütün alış-veriş ve borç işlemlerinin faizden arındırılması demektir.

”Medeniyet insanların ihtiyaçlarını çoğaltarak

insanları fakir etti” diyebilir miyiz?

Doğrudur. Bugünkü medeniyet ihtiyaçlarımızı çeşitlendirmiş ve eskiden zengin sayılan insanları bugün fakir hale getirmiştir. Bugün eviniz ve arabanız olsa bile bu sizin fakir olmamanız anlamına gelmiyor. Eğer evinizde bilgisayar veya bir LCD TV yoksa fakir sayılıyorsunuz. Evinde normal bir TV olan kişi, bozuluncaya kadar değiştirmeyi düşünmemelidir. Çünkü onu çalışır vaziyetteyken değiştirmek israftır. Ne zaman ki kullanılmaz hale gelir o zaman değiştirilebilir.

Herkesin böyle davranması halinde, israf hadisesi büyük oranda azalır. Bugünkü medeniyet, kullanılabilen bir malı; yeni bir mal üreterek cazip olmaktan çıkarıyor. Yeni malı almaya sevk ediyor ve alamadığınız zaman sizi fakir hale getiriyor.

İslâmın ekonomik anlayışı neyi öngörür?

İslâmın anlayışını şu ayet en güzel şekilde ifade eder: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” Bu üç kelime her şeyi özetliyor aslında. “Yiyiniz, içiniz” demek; çalışın, üretin ihtiyaçlarınızı karşılayın demektir. Çalışmaya teşvik ediyor, ihtiyaçların karşılanmasına teşvik ediyor, ama israf etmeyin diyor. İsraf, bütün krizlerin de temelidir. İsraf, dengesizliktir. Aşırılıktır yani. Fazla üretmek ve fazla tüketmek için insanları kamçılamaktır. Kapitalizmin dayandığı esas budur, sürekli ve sınırsız bir üretim ve sürekli tüketim... Sonu gelmeyen bir süreç... İslâmiyet, “yiyiniz, içiniz” demekle çalışarak ihtiyaçları karşılamayı, dolayısıyla dinamik bir ekonomik sistemi öngörmüş; “israf etmeyin” demekle de dengeden şaşmamayı tavsiye etmiş olur. Şu halde İslâm, krizleri büyük ölçüde baştan önleyen dengeli bir kalkınmayı esas almıştır, diyebiliriz.

Bazı uzmanlar, ‘tüketimi arttırarak krizden çıkmayı’ teklif ediyor. Tüketim, bir yönüyle israfın artmasını da getirir mi? Çok tüketerek krizden çıkmak mümkün mü?

Elbette tüketim olmadan olmaz. Allah insanları ihtiyaçlarla donatmış, bu, önce üretimi sonra da tüketimi gerektirir. Önemli olan burada dengeyi kurabilmektir. Eğer biz, kazanmada sınır tanımazsak bu bizi üretimde aşırılığa sevk eder. Aşırı üretim, aşırı tüketimi getirmeli ki devam edebilsin. Dolayısıyla karşımıza israf çıkıyor. Dolayısıyla kapitalizm, böyle fasit bir daire içinde kalmış. Kapitalist sistemdeki bu dengesizlik sürekli kendisini gösterir. Faiz dediğimiz mekanizma bu dengesizliği besleyen en önemli faktörlerden biridir. Faizle birlikte bu dengesizlik bir araya geldiğinde krizler ortaya çıkar. Çok tüketerek krizden çıkmak mümkün mü? Evet, bugünkü krizden çıkışın yolu israfa kaçmadan tüketimi arttırmaktan geçiyor. Çünkü finansal işlemlerin şişmesinden meydana gelen aşırı borçlanma reel ekonomiyi küçülttü. Sanal ekonomi büyüdü. Para, sanal ve türev ekonomide toplandı. Meselâ, kan bütün organlarımızda dolaşması gerekirken kanı kalbimizde toplasak ne olur? Şişme olur. Bu krizde reel sektörde para kalmadı. Reel sektör küçülmeye başladı. İster istemez fiyatlar düştü. Oraya para akmaz oldu. Diğer emtia fiyatlarının düşmesi de bu sebepledir.

Paralar hâlâ oraya akıyor. Krize rağmen doların artması da bunun için. Çünkü herkesin dolar borcu var. Bizim bu krizden çıkmamız için daralan reel ekonomiyi genişletmemiz lâzım. Bu nasıl olur? Reel sektörün yeniden üretime geçmesi ve üretilen malların tüketilmesi lâzımdır. Reel ekonomiye paranın akması lâzım. Nasıl akar? İnsanların alış-veriş yapması, parayı elde tutmaktan vazgeçmesi lazım. İnsanlarda satın alma gücü yoksa devletin satın alma gücü oluşturması gerekir. Bir ülke bunu yaptı, insanlara ‘çek’ dağıttı. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Bir insan uyuşturucu komasına girince, onu uyandırmak için az da olsa uyuşturucu vermek lâzım. Uyanınca elbette diğer yöntemlere müracaat edilir. Her ne kadar bugün aşırı tüketim bir problem olsa da şu anda krizden çıkmak için tüketimi harekete geçirmek lâzım. Ama uzun vadede bu üretim-tüketim dengesini korumak gerekir.

Bu dengede ölçü ne olacak?

Bu denge ancak ‘israf etmeyiniz’ anlayışını yaşayarak kurulabilir. Ben, evimde kullanılabilir durumda bir TV varken sırf bir merakla LCD TV almamalıyım. Elbisem yeni olduğu halde modaya uyup yeni bir elbise almamalıyım. Ancak ihtiyaçlarımı karşılamak için para harcamalıyım.

Bu da üretimi kısma anlamına gelmez mi?

Uzun vadede insanlar ihtiyaçları kadar üretip, ihtiyaçları kadar tüketirse bu dengeli bir ekonomiyi ortaya çıkarır. Bir örnek verelim: Sağlıklı bir insan, diyelim ki 70 yıl yaşadı. Bu 70 yıl boyunca hayatından zevk alır. Ama eğer uyuşturucu alırsa hayatı diyelim ki 30 yıla iner, ama ilk yıllarda onların tabiriyle ‘uçar’. Uyuşturucu kültüründe ‘Hızlı yaşa genç öl’ anlayışı vardır. Kapitalist tüketim kültürü ile uyuşturucu kültürü arasında benzerlik var gibi. Oysa 70 yıllık sağlık ve mutluluk dolu dengeli bir hayat yerine kısa süreli dengesiz ve aşırı tüketime dayalı sağlıksız bir hayat tercih ediliyor. Böyle bir iktisadi kalkınma çok parlak gibi gözükse bile nesilleri ve kaynakları heba eden dengesiz bir kalkınmadır. İşte hedef, insanı 70 yıl, mutlu olarak yaşatmak olmalıdır. Krizler de buna benzer. İnsanlar kısa süreli zengin olabilir, ‘uçabilirler’ ama bunlar krizlerle sona erer, geride sadece acılar bırakır.

Ekonomide, üretimde ve tüketimde denge derken biz bunu kastediyoruz: Uzun vadeli, sağlıklı, dengeli, huzurlu bir ekonomik ve sosyal hayat. Bugünkü kapitalist sistemin öngördüğü gibi, zevklerin aşırı bir yoğunlukta fakat kısa yaşandığı, sonu komaya girmekle biten bir hayat değil.

”Faizsiz ekonomik sistem” Türkiye akademik

camiasında yeteri kadar araştırılabilmiş midir?

Türkiye’de bu konunun akademik sahada araştırılması çok yetersiz seviyelerde maalesef. İlahiyat fakültelerinde faiz konusu yer yer inceleniyor, ama iktisadî yönü eksik kalıyor. Bu konu daha geniş araştırmalar gerektiriyor.

İlahiyat fakültelerinde faizi çalışacak bir kişinin, meselenin iktisadî yönünü de asgarî düzeyde de olsa incelemesi lâzım. İktisatçı olup da İslâm’ın faize bakışını araştıracak kişi de biraz ilahiyat bilmesi lâzım. İkisi birlikte olmayınca iyi netice ortaya çıkmıyor. İktisat fakültelerinde de bu olayın dinî boyutu dikkate alınmadığından çalışmalar yine yetersiz. Bu açıdan baktığımızda çalışmalar yeterli değildir. Her iki alanda da yetişmiş insanların bu konu üzerinde çalışması lâzım. Türkiye’de 1980’lerde bu çalışmalar başladı, 28 Şubat sürecinde durdu. Çünkü bir riskti. Dünyanın geldiği bu noktadan sonra bu konularda daha ciddî çalışmalar yapılması gerekir.

Bir konuşmanızda, Hz. İsa’nın, bir mabedin içinde ticaretle uğraşanların “masalarını devirmesi”nden bahisle bankaları eleştirmiştiniz. O hadiseyi hatırlatmanızdaki maksat neydi?

O bir anekdot şeklinde anlatıldı. Malûm, Kur’ân’ın bize anlattığına göre Hz. İsa (as) hayattadır. Bedenen aramızda değil, ancak semaya çekilmiştir. Hz. İsa (as), Yahudiler’e peygamber olarak gönderildi. Yahudiler, para konusunda uzman bir millet. Hz İsa (as) Kudüs’teki kutsal mabede girdiğinde -Matta İncilinde görüyoruz biz bunu- insanların mabedin içine koydukları masalarda alış veriş yaptıklarını görüyor. Bunların içinde para ticareti yapanlar da var. Hz. İsa kızıyor ve masaları deviriyor. Yani, mabedin içine kadar para alış-verişini sokmalarını kabul etmiyor. Şimdi her bir masa bugünün şartlarında bir ‘banka’ gibidir. 2008 yılında Amerika ve İngiltere’de bankaların devrilişini ben bu hadiseye benzetiyorum, zihnimde böyle bir hadise canlandı. Hz. İsa (as) kendisine tabi olduğunu söyleyenlere bir nevi ikazda bulunuyor. Onlara kızgınlığını, bugünkü bankalara adeta birer tokat vurmak suretiyle hissettiriyor. “Uyanın, kendinize gelin” mesajı verdiğini düşünüyorum.

İnançlı insanlarız. Hz. İsa (as) hayattaysa bu tasarrufta bulunmuştur. O da bizim peygamberimizdir. Her halde bu ikazın etkisi olacak ki Papalık, Batılı banka ve finans dünyasına, İslâm dünyasını işaret ederek, Müslümanlardan faizsiz bankacılığı öğrenin dedi. Hz. İsanın ikazı yerini bulmuş demek ki...

Faiz ve israfı teşvik eden günümüz iktisat

anlayışına karşı; faizin ve israfın haram olduğu bir sistemi öngören “İslâmî iktisat anlayışı” insanlığa nasıl bir çözüm sunar?

Biraz önce ifade ettiğim gibi, İslâmiyet her türlü zevki helâl dairesinde kalmak yaşamak şartıyla yaşamaya izin veriyor. “Helâl dairesi keyfe kâfidir” demiş Bediüzzaman Hazretleri. Ne kadar güzel söylemiş. Yani, zevkin meşrû olan her çeşidini yaşayabilirsiniz. Yemede, içmede, aile hayatında...

İslâmın öngördüğü iktisat anlayışı, insanoğlunun bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yeter ve buna yöneliktir. Âyetteki “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” den biz bunu anlıyoruz. Aşırılığa gitmek yasaklanmıştır. Çünkü bugünkü her fazlalık, yarından alınan bir parçadır, bir ödünçtür. Yarınımızı tüketiyoruz demektir. Gelecek nesillerin payından tüketiyoruz demektir. Biz gelecek nesillerin dünyasını tahrip ediyoruz. İsraf budur zaten, dengesiz kullanım. Ağaç kesmeyecek miyiz? Keseceğiz, ama yerine yenisini dikmek şartıyla. Dengeli ekonomi budur. Ama bugünkü sistem hiç geleceği düşünmeden, sun’î/yapay ihtiyaçlar doğurarak yeni ihtiyaçlar çıkararak alabildiğine ve dengesiz bir tüketimi teşvik ediyor. Dolayısıyla İslâm’ın öngördüğü sistem, dengeli bir üretim, dengeli bir tüketim, sağlıklı bir toplum, uzun yaşayan insanlar, onlarca yıl kriz yaşamayan ekonomiler öngörür. Faiz olmasa da krizler olur, ama hafif atlatılır. Çünkü faiz, o krizi ateşleyen bir mekanizmadır. Dolayısıyla krizlerin olmadığı bir toplum öngörür dinimiz.

Kriz neden olabilir? Kıtlık olabilir, doğal afet olabilir, savaşlar olabilir... Kur’ân’da kıtlıkların sebebi de anlatılır. Nitekim Allah (c) “Benim emirlerimi dinlerseniz, yağmuru indiririm” buyurur. Buna göre, kıtlıklar, insanların Allah’ın emirlerinden çıkmasından kaynaklanır. Günahlar krizlere sebep olabilir... Bunlar önlenemez. Bir de insanların sebep olduğu krizler var ki onun da temel sebebi faizdir.

Bugün dünyada faizsiz sistemin yeri nedir?

Önemli ölçüde faizsiz sistem uygulanan yerler var. Meselâ, İMKB aslında faizsiz ekonominin bel kemiğidir. Nedir İMKB? Firmaların hisse senetlerinin alınıp satıldığı yerdir. Bu tamamen faizsiz sistemdir. Yani faizsiz sistem olmaz diyenler hisse senedi piyasasına baksınlar. Orada faiz yok ki. Orada sadece tahvil alınıp satılmıyor ki. İMBK’de hisse senetleri de satılıyor ve en büyük payı teşkil ediyor. Buyurun faizsiz sistem...

Amerika’da bile faizli yatırım araçlarının nisbeti toplam finansman içinde yüzde 30’u geçmiyor aslında. Yüzde 70 özsermayeye ve ortaklığa dayanıyor. Bugün dünyada esas olan yine faizsiz sistemdir. Ama faizli sistem, sancılı olduğu için dünyanın bütününü etkiliyor. Nasıl ki bedenin herhangi bir yerindeki yara, bütün vücudu etkilerse aynen onun gibi. Yüzde 30’luk sistem, yüzde 70’i de etkisi altına alıyor.

Dolayısıyla dünyada faizsiz sistem var ve yaşıyor. O hiçbir zaman yok olmaz zaten. Hatta faizsiz sistemin payı faizli sistemden daha fazla olduğuna göre, bizim yapmamız gereken şey, faizsiz sistemi daha sistemli hale getirmek ve faizin alanını daraltmak olmalı. Faizi yok etmek mümkün olmadığına göre onu sınırlamak lâzım. Biz faizsiz sistemin alanını genişleterek işlemlerimizi sürdürürsek ülkemiz de, dünya da bu tip krizlerden daha az etkilenir ve insanlık uzun vadede huzura erer diye düşünüyoruz.

Hisse senedi piyasasında da şişme olmaz mı?

Elbette olur ve oluyor. Hedge fonlar var. Bu fonlar, yüksek riskler alan sermaye olarak ülkeleri dolaşıyor. Buna aynı zamanda sıcak para diyoruz. Bunlar nerede kâr görürse oraya yönelir. Girdiği ülkede fiyatları yükseltir. Çıkarken de piyasayı düşürür, sarsar. Bu, serbest piyasa ortamında bu olan bir şey. Hisse senedi uygulamasını engelleyemeyiz. O halde buna da bir denge getirilebilir. Bu ‘şişme’ler faizin meydana getirdiği ‘şişme’lerle aynı değildir. Faizin meydana getirdiği şişme, bir organın şişmesi gibidir. Hisse senedindeki ise bütün vücudun dengeli olarak şişmanlamasıdır. Yine de bunun sancıları olacaktır tabii. Burada da düzenleme yapılabilir. Benim aklıma şu yöntem geliyor: Meselâ bir hisse senedinin günü birlik alınıp satılması yasaklanabilir. Bunun için belli bir süre konulabilir, bir ay, üç ay, bazıları için bir yıl gibi. Nasıl ki vadeli hesaptan para çektiğinizde onun faiz veya kâr payından mahrum kalıyorsunuz, bir hisse senedini de belirlenen süreden önce el değiştirirseniz onun da belli bir bedelini ödemeniz bir sisteme bağlanabilir. Bunu yaparken ülkeye sermaye girişini zorlaştırmayacak duyalılıkları da göz ardı etmemek gerekir. Böylece hem şişmeler engellenir hem sermaye hareketlerinin devamı sağlanır.

—Son—

40 YILLIK ADANALI OKUYUCUMUZ HÜSEYİN ÜSTÜNDAĞ:

İman ve Kur’ân dâvâsının umumî efkârını temsil ettiğinden, gazeteyi takip etmeyi ve yaşatmayı bir vazife olarak kabul ettim.

Gazeteyi yaşatmayı bir vazife kabul ettim.

Yeni Asya gazetesi ile ilk olarak nerede ve ne zaman tanıştınız?

Yeni Asya gazetesinin neşrinden önce haftalık İttihad gazetesi geliyordu. Bunu cami kapılarında esnaflara dağıtıyorduk. Bu arada günlük bir gazetenin çıkması için cemaat arasında devamlı bir fikir teâtisi yapılıyordu. Neticede bu iş, hazırlık safhasına intikal ederek 21 Şubat 1970 tarihinde gazete, fiilen Yeni Asya adı altında neşriyata başladı. Gazetenin çıkması bir sevince vesile oldu.

Sizi Yeni Asya gazetesini takip etmeye sevk eden esas sâik ne olmuştur?

En basit kuruluşların bile bir neşriyatı olduğu göz önüne alınırsa Risale-i Nur gibi bir eserin mahiyetini ve hizmetini insanlara ulaştırmak için bir naşir-i efkârı olması elzemdi. Bu itibarla bu hizmetin yapılması lâzım ve zaruriydi.

Yeni Asya gazetesinin size ve ailenize

kazandırdığı en önemli değer ne olmuştur?

Siyasî ve içtimâî hayata Risale-i Nur penceresinden bakarak, bu doğrultuda kendime, aileme, yakınlarıma ve çevreme gerek imânî, gerekse de siyasî ve içtimâî meselelerde istikrarlı, müsbet ve vasat hareket edebilme prensibi kazandırmıştır.

Kırk sene boyunca sizi Yeni Asya gazetesine

bağlayan nedir?

Bir dâvânın umumi efkârını temsil ettiğinden, gazeteyi takip etmeyi ve yaşatmayı bir vazife olarak kabul ettim.

Bu kırk sene içinde Yeni Asya ile ilgili yaşadığınız bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

Aslında anlatacak birçok hatıra var. Şimdi hatırıma gelen birini nakledeyim:

1970 veya 1971 senesiydi galiba. Sivas'tan demiryolu ile Diyarbakır'a seyahat ediyordum. Tren sefere devam ederken koridorda bir gencin yüksek sesle insanlara bir şeyler anlattığını duydum. Çıktım baktım koridorda ciddî bir kalabalık toplanmış, o genci dinliyor. Gencin paltosunun cebinden Yeni Asya gazetesi dışarı çıkmış görünüyor. O genç “Bir İslam âlimi diyor ki…” diye başlayarak Risale-i Nur'dan meseleler anlatıyor. Gencin yanına yaklaştım ve kulağına eğilip "Kardeşim, bu İslâm âliminin adı yok mu?” diye sordum. Genç tebessüm ederek “Abi içerden (cezaevinden) yeni çıkmıştım” diye cevap vermişti.

Bu hatıra da Risâle-i Nur'un ve Yeni Asya'nın hangi zor şartlar altında ve hiç yılmadan, usanmadan nasıl devam ettirildiğinin küçük bir numunesidir.

YENİ ASYA - ADANA

23.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (22.04.2009) - Faizli ekonomiler krizlerden kurtulamaz

  (21.04.2009) - Çanakkale’mizde 40. yıl huzuru

  (20.04.2009) - NURCULAR ŞİDDETLE İLİŞKİLENDİRİLEMEZ

  (19.04.2009) - İSLÂMI DOĞRU TEMSİL VE İYİ TEBLİĞ

  (18.04.2009) - 40 YILLIK OKUYUCULARDAN HAFIZ ABİ (AHMET ALİ AKTAŞ) ANLATIYOR:

  (17.04.2009) - 40 YILLIK OKUYUCULARDAN EMEKLİ İMAM CUMA BAHÇECİ ANLATIYOR:

  (16.04.2009) - Yeni Asya’yı okudum ve “İşte benim gazetem” dedim

  (14.04.2009) - “Laikcan”lar marjinalleşiyor

  (12.04.2009) - ESKİŞEHİR YENİ ASYA OKUYUCULARINDAN, EMEKLİ MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRÜ MEHMET KILIÇOĞLU:

  (11.04.2009) - SALİH ORAL: YENİ ASYA VE RİSÂLE-İ NURLAR OLMASAYDI ARAYIŞIM DEVAM EDECEKTİ

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis