"Gerçekten" haber verir 30 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Bir yerde veba hastalığının çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz. Eğer hastalık bulunduğunuz yerde çıkarsa, kaçma niyetiyle oradan çıkmayınız.

Câmiü's-Sağîr, No: 389

30.04.2009


Musibetler, insana aczini bildirir

Birinci Mesele: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.

Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nev'î huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev'î, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.

Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”

Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için duâ etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem O'nun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nev'î kaderi tenkittir, rahîmiyetini ithamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti itham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.

İkinci Mesele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,

Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.

Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.

Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husûmet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.

Lem’alar, 2. Lem’a, 5. Nükte

LÜGATÇE:

ihtar-ı Rahmânî: Sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın ihtarı.

gayr: Başkası.

keffâretü’z-zünub: Günahların keffareti.

tathir: Temizleme.

ender: İçinde, dahilinde.

tebeddül: Yenilenme, değişme.

adâvet: Düşmanlık.

30.04.2009


Kulum ya, işte ben o zaman varım…

“Varlığını içten ve ebedî hissetmek isteyenlere…

Faniye razı olamayanlara…

Bekaya müştak olanlara...”

[Fani olan ama faniye razı olamayan, dünyada yaşayan ama ebediyete müştak olan bir gencin hatıra defterinden…]

Ben kulluğumu fark ettiğim gün,

Varlığımı, hayatımı hissediyorum…

...

Ben kulluğumu hissettiğim an,

Tek başıma kâinat oluveriyorum…

Ben kulluğumu, haddimi bildiğim gün

Ap ayrı bir huzura gark oluyorum.

Ben mutluluk falan aramıyorum.

Mutluluğu irade, niyet etmiyorum.

Zira niyet, fıtrî hayatın ölümüydü ya

Fıtrîlikten uzak, gösterişli, riyalı bir hayat istemiyorum.

Sadece kulluğumu hissetmeye

Bir kula ne yapmak düşerse

Onu yapmaya çalışıyorum.

Nimet mi geldi önüme, Elhamdülillah şükrediyorum.

Bir ağaç mı ilişti nazarıma, Maşaallah tefekkür ediyorum.

Öyle önde falan olmak da istemiyorum.

İçimdeki dev de uyanmasın, haddini bilsin.

Küçüklüğü küçümsüyoruz ya...

Küçük bir anahtar açıyor evimizin kapısını.

Küçük bir farkla kaçıyor trenler, otobüsler...

Küçümsediğimiz için büyüyor yaralar…

8 dakikada bir kişiye evet dedirtmek de istemiyorum.

20 adımda kendimi değiştirmek de bana fıtrî gelmiyor.

İçimde Sınırsız Güç varmış, bak sen, hadi oradan...

Gerçekçiyim, acizliğimi biliyorum.

Ve aczimi Rabb’ime karşı bilmekle ne kadar büyüyebileceğimi de biliyorum.

Ama ben Rabbime karşı aczimi de, büyük olmak için yapmıyorum. Bir kula ancak acizlik yakışır da ondan haddimi biliyorum.

Olduğum gibi görünmeye ve İnşaallah göründüğüm gibi olmaya çalışıyorum.

Acizim, fakirim…

Bundan hiç mi hiç gocunmuyorum.

Elhamdülillah insanım ya, tabiî ki eksik yanlarım olacaktı.

Öyle mükemmellik beklentileri içinde olmuyorum.

Bazen bir ağaç gibi meyve veriyorum.

Bazen kurak kalıyor toprağım. Sadece ellerim açık duâ ediyorum. Meyvelerin benden olmadığını anlıyorum. Bir kuru çubuk imişim farkına varıyorum.

Hülâsa bana nimet olarak ne verilmişse, istidat olarak ne ekilmişse ruhuma, onları imanla, Kur’ân’la hayatlandırmaya çalışıyorum. Bazen başaramıyorum. Düşüyorum. Duâ vaktidir diyorum. Bir ağaç gibi açıyorum ellerimi, duâya duruyorum. Meyveye duru yorum.

İçten bir şekilde kulluğumu hissetmeye çalışıyorum.

Ve Elhamdülillah mutlu oluyorum…

Ümit doluyorum.

İnsanlar içinde bir insan gibi.

Çocuklarla arkadaşlık kuruyorum.

Manav Ahmed’e “Bunca nimetlerin fiyatını nedir?” soruyorum. Nimetin asıl sahibini hatırlatmaya çalışıyorum…

Otobüste biletçiye, “Bu hayat yolculuğunda bilet nedir?” soruyorum. Annemin oğlu oluyorum, ayaklarına kapanıyorum. Cennetimi arıyorum. Baba cennetin orta kapısı ya… Babamın gönlünü almaya çalışıyorum… Cennetin, rahmetin kapısını çalıyorum. Bir arkadaşım yere mi düşmüş, ben de düşüyorum. Allah’ın izniyle ayağa kaldırıyorum. Bir anne, çocuğu için bir şeylere mi üzülüyor, ona şifa arıyorum… Ama bu nimetleri hiç mi hiç kendimden bilmek istemiyorum. Ebedî bir zâtın ayinesi olmak varken, faniye takılmak istemiyorum. Tükenmez bir rahmet hazinesine bağlamışken kendimi, her şeyi kendime mâl ederek şu dünya çölünde yanmak istemiyorum… Bir kul gibi şükrediyorum… Bir kul gibi düşüyor ve bir ağaç misâli duâya duruyorum…

“Düşünüyorum, o halde varım!” diyen Decart’ı da anlamıyorum, anlayamıyorum.

Ha, düşünmek güzel bir şey doğru. Var olmak kadar da değerli belki. Ama ne düşündüğünü düşünmek de önemli değil mi? Neyi düşündüğümüz de önemli değil mi?

Ben öyle bir düşünmekle var olamıyorum.

Öyle küçük, dar, kısa, geçici bir varlık tatmin etmiyor beni. Ne yapayım, razı olamıyorum. Kalbimin ‘ebed, ebed’ sesini bir türlü bastıramıyorum.

Ben ebedî bir Zâtın âyinesi olduğumu hissettiğim zaman, ebedî bir varlığı içten hissediyorum. Bir anda kâinat oluyorum. Ferahlıyorum. Cennetten de kendime bir varlık biçiyorum. Ruhumun dizginlerini salıyorum. Hakikaten var oluyorum.

Düşünürken de varlığını hissedebilir insan. Bu doğru...

Ama bu, fani bir varlık olur.

Oysa ben faniye razı olamıyorum.

Ebedî bir varlığı içimde hissetmek istiyorum.

Onun için beni ebedî var edecek birine bağlı olmalı idim.

Ebedî bir zata âyine olmalıydım ki, ben de ebedî olabileydim.

Kusuruma bakmayın, öyle felsefe düzenbazlıklarına da gelemiyorum.

Öyle küçük bir varlık tatmin etmiyor beni.

Tatmin olmuyor kalbim ne edeyim.

Faniye razı olmuyor.

Beka istiyor.

Lika istiyor.

İşte bunun için seçtim bu yolu: Kulluk Yolu.

Risâle-i Nur’da geçtiği üzere tarîk-ı ubudiyet…

Evet ben kul olduğumu hissettiğim gün, bütün varlığımı içten ve ebedî bir ruhla hissediyorum.

Kul oluyorum ya

Mutlu oluyorum.

Huzur doluyorum.

Var olmanın tarifsiz lezzetini kulluğumu hissedince tadıyorum.

Hadi gelin,

Bir kul gibi saf ve temiz geldiğimiz şu dünya hanından tertemiz geri dönelim Rabbimize.

Bir kul gibi geldik ya,

Kul gibi yaşayalım

Ve bir kul gibi dönelim Rabbimize…

...

Kulluğunuzla kalın efendim.

Kulluğunuzla ebediyyen var kalın…

Elhamdülillah…

CİHAN CANBAZ - cihan_cambaz@ho

30.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis