18 Mayıs 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Dışlayıcı tavır DTP’ye yaradı

Kürt sorunu, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün söylediği gibi, Türkiye’nin birinci meselesi haline gelmiş durumda. Konuyla ilgili değişik toplum kesimlerinden ve kurumlarından farklı görüşler ileri sürülüyor. Genelkurmay Başkanı, ‘Dağa çıkışlar önlensin’ derken, diğer taraftan sivil alanın Kürt sorununa ilişkin politikalarını sınırlayıcı söylemler geliştirilmeye çalışılıyor. Gazeteci-yazar Hasan Cemal’in Kandil Dağı’na gidip Murat Karayılan’la görüşmesinin Kürt sorununu PKK ile özdeş duruma getirip getirmediği de tartışılıyor. PKK’sız bir çözümün olmayacağını dile getiren kesimlerin ağırlığı da hiç yabana atılmayacak türden. Biz de bu konuyu Kürt siyaseti içinden gelmiş ve Kürt meselesi üzerine kafa yoran Ümit Fırat’la konuştuk. Fırat, uluslar arası camianın Kürt meselesine ilişkin bir karar aşamasında olduğunu söylerken, PKK’nın bu sürece eklemlenmek istediğini vurguluyor ve ekliyor: “Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek gibi uluslar arası bir politik gelişme var. Bir karar verilmek üzere ya da verilmiş olabilir. Ben bölgede barış masası oluşturulduğunda müzakereler için PKK’yı masaya çağıracaklarını sanmıyorum. Olmaz böyle bir şey...”

Yeniden tartışmaya açılan Kürt meselesinde yeni olan bir şey var mı?

Yeni bir şey yok. Yıllardır Kürtler konusunda söylenmemiş bir şey kalmadı. Zaten bunlar konuşulan şeylerdi. Sanki Türkiye’nin gündemine yeni düşmüş gibi bir hava oluşturuldu. Yıllardır terör tartışılır, bölgesel yoksulluk tartışılır, bölgenin geleneksel yapısı tartışılır ne var ki, artık bu işin geçiştirilemeyecek bir duruma geldiği anlaşıldı. Türkiye’yi yönetenler bu meselenin böyle gitmeyeceğini fark ettiler

Konuyla ilgili sesi duyulmayanların sesleri daha mı yüksek çıkmaya başladı?

Bugün söylenenler yine söyleniyordu, ama birileri duymazlıktan geliyordu, ya da sesleri duyurulmuyordu. Değerli gazeteci Hasan Cemal’in Kandil’de Karayılan’la konuşması tartışmaya farklı bir boyut kazandırdı. Ben Karayılan’ın sesini yeni duymuyorum. Karayılan, Roj Tv’de, Fırat Haber Ajansı’nda açıklamalarını yapar. Söyledikleri hemen hemen aynı şeyler. Belki uluslar arası konjonktürün de desteğiyle Kürt meselesi dünya meselesi olarak yeniden masaya yatırılıyor. PKK’nın çok da içinden çıkılmaz talepleri olmadığı, etkin ve popüler bir gazetecinin kaleminden kamuoyuna yansıdı. Benim gibi binlerce insan Karayılan’ın fikirlerini zaten biliyordu.

Peki Askerin bu konuda bir görüş değişimi içine girdiğini gözlemliyor musunuz?

Değişiklik var. Başbuğ, “görmezden gelen, asacağız, keseceğiz” değil de “Anlamaya çalışıyoruz, görüşelim, konuşalım, tartışalım” görüşünü ön plana çıkarıyor. Bunu yaparken de “bizi de dikkate alın, her şeyi siz halledin. Biz karışmıyoruz” demiyor. Ordu da ‘Kürt yoktur’ demekle bir yere varılamayacağını hissediyor. ‘Kürt yoktur’ deseniz, Kürtler buharlaşıp yok olmuyor. Ordu, sadece Kürt konusunda değil, kendi vesayet sistemini tartışacak noktada değil. Ordu Anayasa ötesi İç Hizmet Kanunuyla kendine yüklediği misyona sahip çıkıyor. Meclis kalksın, bu maddeyi değiştirsin bakalım, değiştiremez. Bunlar bir tarafa, artık Türkiye’nin doksan yıllık politikasının sürdürülemeyeceği görülüyor.

Genelkurmay bir taraftan Kürt sorunun çözülmesi konusunda söylemler geliştirirken, öbür taraftan sivil siyasete bu konunun çözümü noktasında sınırlar çizmeyi de ihmal etmiyor. Bu bir tezat değil mi?

Bu ordunun paradoksu. ‘Üniter, ulus devlet’ diyor. Ulus devlet, hangi ulus devlet? Dünyada artık buralarda direnmenin bir anlamı yok. Hem AB, hem ulus devlet diyemezsiniz, çünkü AB ulus devletler ötesi bir şeydir. ‘Ulus devlet olmazsak çökeriz’ tezi yanlış bir tezdir. Federasyonlar İspanya, Almanya, İngiltere’de de var, ama parçalanma belirtisi yok. Ayrıca 1923’te cumhuriyeti kuran kadronun “üniter devlet” diye bir şey konuştuklarını zannetmiyorum. Bildiklerini de zannetmiyorum. Üniter devlet söylemini, ilk kez, benim de tanık olduğum şekliyle, SHP’nin 1983’de düzenlediği bir toplantıda duyduk. O dönem SHP’li olan Ertuğrul Günay, iktidarın paylaşılması noktasında STK’ların önemini vurguladığı sırada, Eski Baro Başkanı Atilla Sav, “Burası üniter bir devlettir” dedi. Genelkurmay Başkanı ne kadar dogmatik olarak bağlı oldukları prensipler olduğunu söylese de, bu tartışmayı geri dönülmez bir şekilde başlattı. Genelkurmay Başkanı ‘asimilasyon yok’ dedi. Peki, İskân Kanunu, Takrir-i Sükûn, Şark Islahat Kararnamesi, il isimlerinin değiştirilmesi, insanların çocuklarına kendi dillerinde isim koyamamaları ne anlama geliyordu?

Her halde Kürt meselesiyle ilgili tartışmalar daha geniş alana yayıldı, değil mi?

Bu tartışma, politik entelektüelleri aşıp, artık devleti yönetenlere de sirayet etti. Devleti yönetenler, geçmişte bunu tartışmaktan ziyade, kendi kafalarındaki metodlarına göre gereken tedbirleri alırlardı. Gerekli tedbirler daha fazla asker, daha fazla polis, daha fazla mühimmat, daha fazla baskı olurdu. Artık bu tedbirleri aştık gibi görünüyor. Artık Kürt meselesiyle ilgili açılımları dünyayla uyumlu hale getirmek istiyorlar. Devlet içi kurumlarda bu konunun tartışılıp görüşüldüğünü, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından anlayabiliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının Kürt meselesiyle ilgili açıklamalarının ayaküstü edilmiş lâflar olarak kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir taraftan, askerin de, sivil siyasetin de Kürt sorununun çözümü noktasında açılım içine girmekte olduğunu görebiliyoruz. Peki, Genelkurmay’ın ‘DTP Meclis’te’ diye açılış törenlerine bile katılmaması nasıl izah edilebilir. Böyle bir tablodan nasıl bir çözüm çıkar?

Askerlerin o tavrı Erdoğan’dan cesaret alınarak takınılan bir tavır. Başbakan asker gibi düşmüyor olsa, askerin işi zorlaşır. Başbakan ‘asker de ellerini sıkmıyor’ deyip kendine meşruiyet alanı oluşturuyor. Böylelikle asker ve Erdoğan, ortak bir payda yakaladılar. Bu insanların düşüncelerine taban tabana zıd olabilirsiniz. Ben de birçok düşüncelerini kapımın önüne bile koymam, ancak Türkiye’nin kanunlarına göre seçilmiş, TBMM’de oy hakkına sahip bir siyasî partiye böyle davranılması taraftarı değilim. Bu parlamentoya cinayet sanıkları girmiştir. Maraş kat-liâmı yüzünden yargılanan MHP’nin dâvâsı düşmüştür. Mahkeme, haklarında karar verseydi, bu isimler katil olabilirdi. Bu insanlar başbakan yardımcılığı yapabilmiştir. Öbür taraftan, DTP’liler “PKK terör örgütü” demediği için elini sıkmıyorlar. Bir kere, parlamentoda bulunan bir partinin nasıl düşünmesi gerektiğini komutanlar belirleyemez. Manipüle ettirerek bazı şeyleri insanlara söyletemezsiniz. Ayrıca Başbakanın DTP’lilerin elini sıkması, terör örgütüne bir mesaj anlamına gelmez. Bu dışlayıcı tavır, DTP’nin 2009 seçimlerindeki oyunu arttırmıştır. Hâlbuki, DTP düşüşe geçmiş bir yapıydı.

Hükümet lideri DTP’nin elini sıkmazken, Kürt sorunu konusunda nasıl bir açılım olabilir ki?

Başbakan’ın el sıkışması DTP’ye taviz değil, kendi inadından vazgeçip sağduyuya yaklaşması olarak yorumlanmalıdır. Yoksa, “Başbakan pes etti. Karşı tarafın doğruluğunu kabul etti” anlamında yorumlar çok yanlış olur. Başbakan’a oy veren seçmen, DTP’nin elini sıkma diye bir önkoşul koşmadı. Kaldı ki, AKP’li diğer arkadaşlar onlarla konuşuyor, Cumhurbaşkanı konuşuyor, Meclis Başkanı konuşuyor. Bahçeli, Türk’ün elini sıkıyor. İnad Başbakan’dadır. Bir siyasetçi incelese, bölgede CHP teşkilâtının AKP teşkilâtından bu soruna ilişkin daha pozitif tavır içinde olduğu ortaya çıkar. CHP’nin bölgedeki tabanı, Erdoğan’ın Kürt konusundaki politikalarını AKP tabanından daha fazla destekler.

Karayılan, Hasan Cemal’e verdiği mülâkatta “Eğer Kürt meselesiyle ilgili bir şey olacaksa, önce İmralı’ya, sonra bize, biz de olmasa DTP’ye, o da olmazsa ‘akil adamlara’ sorun” demiştir. Bundan ne anlamak gerek?

“Eğer Türkiye’de TRT Şeş kurulacaksa, onay verelim. Dille ilgili bir düzenleme yapılacaksa, bizim de fikrimiz alınsın” diye bir temsil iddiası var. Bunu ben çok gerçekçi bulmuyorum. Onlarla ancak örgütün geleceğine ilişkin, afla ilgili konular konuşulabilir, yoksa köy ve kasaba isimlerinin bir kararname ile iadesini, ilkokullara Kürtçe ders konulmasını onlarla görüşmenin bir mânâsı yoktur.

Siz, devletin, yakalandıktan sonra Öcalan’a siyaset vaad ettiğini söylemiştiniz. Kapalı kapılar ardında böyle şeyler gene konuşuluyor olabilir mi?

1999’da, devletin böyle bir vaadde bulunduğundan eminim. Yakalandıktan sonra Öcalan’ın silâhlı mücadeleye son verdiğini açıklaması, iki grubun gelip Türkiye’ye teslim olmasını jest olarak yorumlamak doğru değil. Öcalan, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamalarda ‘güzel şeyler olacak’ derken, bir af beklentisi içerisinde olduğunu ifade ediyordu. Öcalan’la o görüşmeleri kim, ne sıfatla yaptı bilmiyoruz. O görüşmelerde, Ergenekoncular da var. 1. Ordu Komutanı ve İmralı’nın güvenliğinden sorumlu Tolon Paşa karşımıza çıkıyor. Bugün kapalı kapılar arkasında bir şeyler olsa duyarız, ama Amerika-Türkiye-Barzani bir takım diyaloglar içindeler. Sonunda olumlu gelişmelere netice verecekse olsun. Bir şirketi bile sokağın ortasından yönetemezsiniz. Önemli olan kapılar arkasında konuşulan şeylerin icraatını insanlara açıklamaktır. Kapılar ardında konuşulan şeyler icraata geçirilmiyorsa zaten konuşulacak, açıklanacak bir şey yok demektir.

Peki, bu tartışmalarda Öcalan’ın fikri alınıyor mu dersiniz?

Öcalan, “Muhatapları benim. Herkes beni gösteriyor. Benimle görüşsünler. Ben olmazsam DTP var. O da olmazsa akil adamlar var” diyor.

Sizce bu yeni süreç PKK dışında mı gelişiyor?

Kısmen PKK dışında gelişiyor. Amerika-Kürt yönetimi-Avrupa ülkeleri bir görüşme içerisinde. Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek gibi uluslar arası bir politik gelişme var. Bir karar verilmek üzere, ya da verilmiş olabilir. Ben bölgede barış masası oluşturulduğunda, müzakereler için PKK’yı masaya çağıracaklarını sanmıyorum. Olmaz böyle bir şey...

PKK bu sürece eklemlenmek mi istiyor?

Israrla, “Ben de varım. Bana da sorun yoksa hır çıkarırım” diyor.

Hır çıkarabilir mi?

Güvendiği bazı dağlar var, onlara kar yağmazsa hır çıkarabilir.

Biraz daha açık konuşur musunuz?

Anti-Amerikancı olan İran; Irak Kürdistan’ını karşısına almak istemese bile, PKK’yı kendi koruması altına alıp Türkiye’ye hır çıkaracak bir pozisyonda tutabilir. Ya da yerel milisler kendi inisiyatifleriyle bazı olaylar geliştirirler. Kandil Dağı’ndakiler de bunlara karşı ağzı açık kalır. Lice’de PKK’lılar yakın tarihte dokuz askeri şehit ettiler. Onun yanında, 1993 yılındaki 33 askerin şehit edilmesini 15 buçuk sene sonra Öcalan kabullendi. O olaylarda sorumlu tuttuklarına ne yaptı? Öcalan karşıtı olan Sakık, Diyarbakır Cezaevinde yatıyor. Öcalan benzer cinayetleri ona ve benzerlerinin üzerine yıkıyor. Ancak o eylemleri gerçekleştirip yaşayanlar varsa, şu an PKK saflarında gerilladır. Bu insanlara sormuyor musunuz “Bu operasyonu MGK’dan af çıkmak üzereyken niye yaptınız?” diye. PKK’nın da inandırıcı olması gerekir.

Öcalan’a bir af söz konusu olabilir mi?

Henüz olmaz. Bir düzenlemeyle PKK’lıları belli ölçülerde sakinleştirip, destekçilerin desteğini kesip, belli bir yumuşama sürecinin başlamasıyla Öcalan’ı kapsayacak bir yasanın önünün açılabileceği bir süreç yaşanabilir. Yarın, Öcalan’ı bırakmaya kalksanız kaos çıkar...

Şu an PKK, sadece dağda olanlardan oluşan bir yapı mı?

PKK’nın uluslar arası kurumları, yapıları var. Bir sürü örgütü var. PKK bir holding. PKK’nın bir tane partisi yok. Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Türkiye’de partisi var. Göçmen, mülteci örgütleri ve medyası var. O bakımdan PKK Kandil Dağı’ndaki karargâhın hayatî noktasında ele alınmamalı. PKK, Avrupa’da, Amerika’da örgütlenmiş bir yapı. Bu örgütler aracılığıyla daha fazla meşrû alana hakim olabilir.

Bir de PKK’nın uyuşturucu ticaretindeki etkisi var. Bu Kürt sorununun çözümünde olumsuz bir pozisyon değil mi?

O bölgede, kaçakçılık yollarında, PKK askeri kontrolü gerçekleştiriyor. Bizzat uyuşturucu kaçakçılığı yapmıyor. Uyuşturucu kaçakçılığı yapanlardan belli bir yüzde pay alıyor. PKK legal alana geldikçe, bu pozisyonu terk etmek ihtiyacı duyar.

Defacto olarak ordu içinde de uyuşturucu ticareti konusunda PKK ile işbirliği yapan ordu mensupları olduğunu söylemiştiniz. Peki, bu durum bölgede sorunun çözümü noktasında nasıl bir etki yapıyor?

Bu insanlar Yüksekova Çetesi olarak yargılandılar. Bu ilişki, hâlâ devam ediyor olabilir. Ergenekon iddianamesi ve onun arkasındaki bilgiler bunu güçlendiriyor. Genelkurmay komuta kademesinin böyle işler içinde olduğunu düşünmüyorum. Bu kişiler tesbit edildiğinde, zaten yargı önüne çıkarılacaktır. Sıcak çatışma dönemlerinde bölgede çatışan insanların üstüne bu işlere bulaşsa bile gidilemiyor, çünkü çatlaklar oluşabiliyor. Eğer çatışmayı bitirme kararlılığındaysanız, bu çetelerin de üstüne gidilebilir. Bugün Şemdinli Dâvâsında ‘iyi çocuklar’ deyimi bile, o bölgede yürütülen savaşın elemanlarına yönelik güçlendirici bir mesajdı. PKK da insan öldüren elemanlarına sahip çıkmak zorunda kalıyor. Büyükanıt’ın yaptığı “Muğlalı sendromu”nun aşılmasıdır. Alandaki elemanına haksız da olsa sahip çıkıyorsunuz.

Peki, bölgedeki faili meçhuller Kürt sorununun çözülmesinde olumsuz bir tablo oluşturmuyor mu?

Faili meçhuller, zaten Kürt sorununun bir neticesidir. Bu cinayetlerle ilgili hukukî süreç bölgeden başlayamazdı. İstanbul’daki Ergenekon dosyası ister istemez o bölgeye el atıyor. Buradan oraya uzanmak, Türkiye’deki güç dengeleri açısından daha uygun. İstanbul’daki mahkeme bazı mayınları temizledikten sonra, bölgede faili meçhullerle ilgili mahkeme kuruldu ve ifadeler alınıyor. Eğer bölgeden bir hakim böyle bir dâvâyı açsaydı ya meslekten ihraç olurdu, ya da faili meçhul bir cinayete kurban giderdi.

Ergenekon’un “Fırat’ın öbür yakasına” geçmesiyle birlikte Ergenekon’la işbirliği yapan Kürtler gündeme gelebilir mi?

Ergenekon’la işbirliği yapan Kürtler, mutlaka vardı. Bu PKK içinden de, korucular içinden de çıkabilir. Kaldı ki Jitem ve Ergenekon zaman zaman aynı şey haline geliyorlar. Anlaşılan o ki, Ergenekon’un ceza infaz kurumu Jitem ve onun etrafında oluşturulan yapılar.

PKK içindeki Ergenekon nasıl bir yapı?

Öcalan’ın zaman zaman bunlarla görüşmeleri olduğunu biliyoruz. Denilir ki, Öcalan’ın Şam’daki oturduğu evin üst katındaki komşusu Askerî Ateşe Atilla Hasan Uğur. Uğur, aynı zamanda başlangıç döneminde İmralı komutanı. Bu yakınlık nereden geliyor? Ayrıca Öcalan’ın mahkeme sürecinde kırka yakın şahsî dosyası var. Bu dosyalar nerede? Kimse görüyor mu? Öcalan hakkında dâvâ açan savcı, o dosyaları görmüş mü? Bu dosyalarla ilgili bilgisi olduğu iddia edilen Genelkurmay, Savcı Zekeriya Öz’le bunları paylaşıyor mu? İmralı’ya kimler girmiş, çıkmış? Savcı Öz, avukat görüşmelerini almış; ancak onlar bende de var.

Ergenekon dâvâsı yüzlerce kişiye sirayet etmişken terör örgütü başının tek başına yargılanması ne anlama geliyor? İkisi de terör örgütü dâvâsı değil mi?

Öcalan dâvâsını dallandırıp budaklandırmadan, bir takım iç dengeleri bozmadan bitirmek istediler. Daha önce devlette görev yapmış üst düzey bir istihbaratçıyla Öcalan’la ilişkileri olan bazı isimlerin neden yargılanmadığı konusunda fikir yürütürüz. Açık ilişkileri olan, Öcalan’ın gözü kulağı olan isimler var. Öcalan’ın kimlerle ne tür ilişkiler kurduğu yeterince açık değil.

PKK tarafından Öcalan’ın devlet için görüştüğü kimseler açığa çıkarılırsa ne olur?

Böyle bir açıklama gelirse, bunun zincirleme olarak aşağı yansıması olur. Öcalan’la konuşanlar orda konuşulup unutulan sözlerle birbirlerine veda etmiyorlar. Bir şeyler dönüyor ortalıkta. Rivayet olunur ki, Öcalan yakalandığında PKK tarafından düzenlenecek olayların durdurulması için dağa avukat gönderdi. Bu avukat, Öcalan’ın gizli ilişkilerini bilen, bazı insanlarla temaslarında aktif rol almış bir insan. (Söz ettiği kişi Mahmut Şakar-HHK) Öcalan dâvâsında sanık olması gereken kişi, dâvânın avukatı oldu. Bu kişi 2004 yılında Kandil Dağı’na çıkarak PKK’lıların gönülsüzlüğüne rağmen, savaş kararı aldırmıştır. Daha sonra, kendi iradesiyle yurtdışına çıkmıştır. İsterse geri gelir ve açıklama yapabilir.

[email protected]

H. HÜSEYİN KEMAL

18.05.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (15.05.2009) - Gazeteyi, Risâle-i Nur’un naşiri olarak gördük

  (11.05.2009) - GARİP BİR SİYASİ ENTRİKANIN İÇİNDEYİZ

  (09.05.2009) - ANAMUR’DA İKAMET EDEN 40 YILLIK OKUYUCUMUZ HÜSEYİN YILDIRIM:

  (08.05.2009) - OKUYUCUMUZ VE YAZARIMIZ NEJAT EREN ANLATIYOR:

  (07.05.2009) - Annem, Yeni Asya sayesinde okuma-yazmayı öğrendi

  (05.05.2009) - Beğendiğim makaleleri kesip biriktiriyorum

  (04.05.2009) - İtirafçılar hain mi, kahraman mı?

  (03.05.2009) -

  (02.05.2009) - YENİ ASYA’NIN 40 YILLIK OKUYUCULARINDAN, MERSİN’DE İKÂMET EDEN VANLI BÜLENT OKTAR:

  (01.05.2009) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ, AYNI ZAMANDA YAZARIMIZ HÜSEYİN GÜLTEKİN:

Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl
Reklam Linkleri: Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis