Sizi tanıyabilir miyiz?
1951 Diyarbakır Ergani doğumluyum. Etibank Madencilik İşletmelerinin muhtelif yerlerinde Makine Planlama Teknisyeni olarak çalışıp memur emeklisi olarak ayrıldım. Şimdi Mersin’de ikamet etmekteyim.
Yeni Asya gazetesini ne zaman ve nerede tanıdınız?
Elazığ’ın Maden ilçesinde bulunduğumuz 1970 yıllarında, orada bulunan Adil Şengül ağabeyin daveti üzerine katıldığım akşam sohbetlerinde Risale-i Nur’la tanıştım. Yeni Asya’yı da orada görmüştüm. ”İşte gazete budur”diyerek gazeteme sahip çıktım.
Yeni Asya’nın size ve ailenize katkıları neler olmuştur?
Yeni Asya haber, ilim, sosyal aktivite, oto kontrol, meşveret ve daha bir çok güzelliklerin aile ve efkârı umumiye arasında paylaşılmasına ve yaşanmasına sebep olan bir hakikat manzumesi olmuştur. Dershaneye ilk gittiğim zamanlarda benden yaşça büyüklerin bana 'abi' diye hitap etmeleri, Risale-i Nur’da geçen; ”Gençlerde akıldan ziyade his ve heva önde gider. Gayri meşru lezzetler zehirli bala benzer. Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” gibi vecizeler, hayatımdaki geleneksel bazı menfi alışkanlıkların birinci kırılma noktası olmuşlardır.
Sizi Yeni Asya’ya ve Risale-i Nur’a bağlayan esas sebepler nelerdir?
Geçmişte ve hali hazırdaki yayınları sebebiyle, 'zalim'leri rahatsız ediyorsa Yeni Asya doğru yapıyor demektir. Gazetemiz Yeni Asya, diğer gazetelere güzel bir örnektir. Çünkü, 'örnek gazete'ler muktaza-i hale göre hareket ederler. Ayrıca yazarlarımızın makalelerini kesip biriktiriyorum, diğer zamanlarda tekrar okuyorum ve bu şekilde devam etmem benim üzerimde bir nevi oto kontrol vazifesi yaparken Risale-i Nur’a bağlılığımı da arttırıyor.
Yeni Asya ile ilgili ilginç bir hatıranızı anlatır mısınız?
Size iki hatıramı anlatmak isterim. Birincisi: Elazığ’da üç sene gecikmeli olarak gittiğim Sanat Okulu Meslek Lisesindeyken bir okul arkadaşımla, kerpiç yapılı mütevazi dershaneye gitmiştik. Selâm kelâmdan sonra yer minderlerin üzerinde oturup beklemeye başladık. Karşı tarafta oturan yaşlı, sakallı bir zatın dikkatle bana baktığını gördüm, göz göze gelmemiz bir iki saniye devam etmişti. Bilâhare parmağıyla bana işaret ederek ”Kardeşim buyur, ders yap” dedi. “Bana mı diyorsunuz?“dedim. ”Evet”dedi. Ben de “Ağabey ben Kur’ân harflerini okumasını bilmem”dedim. ”Kur’ân yazılı yerleri geçersin” deyince mazeretim kalmamıştı. Meğer o zat, Maden’de ismini duyduğum, Üstadın birinci talebelerinden merhum İbrahim Hulusi Yahyalıgil ağabeymiş.
İkincisi: 1993 yılında Kastamonu’nun küçük ve şirin bir ilçesi olan Küre’ye makine teknisyeni olarak tayin olmuştum. Küre’de gazetemiz yok, bilinmiyor. Risale-i Nur’dan haberi olanlar varsa da mahvi kalmışlar. Bir silkinmeyle evlerimizde üç kişiyle sohbetlere başladık. Daha sonra sayımız arttı. Bir gün bir gazete bayiine giderek “Yeni Asya gazetesi var mı?” dedim,
“Öyle bir gazeteden haberim yok. Nerede basılıyor” diye sordu. Kendisine gerekli izahatı yaparak, her gün iki adet Yeni Asya Gazetesi getirmesini, birisini ben alacağımı, diğerini de isteyen olursa verebileceğini söyledim ve her ay gazete parasını peşin ödedim.
Yeni Asya’da şiirlerinizi artık göremiyoruz, acaba neden?
Evet, yirmi senedir şiir yazdım ve yazmaya devam etmekteyim. Gazeteye üç-dört senedir gönderemiyorum çünkü, bu şiirlerimi özgün ilahi tarzında müzik yaparak çalışmalarımı sürdürüyorum. Ayrıca, Risale-i Nur kültürünün ürünü resim çalışmalarım da var.
Şiirlerimden bir dörtlük şöyle: Bir güneş doğmuştu Hizan yerinden/ Reyhan kokuları gelir teninden/ Nur gülleri açtı tatlı dilinden/ Burası Hizan Nur’ları yazan/ Asrın sahibi Bediüzzaman.
[email protected]
|