25 Mayıs 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Vesayet bitmeden demokrasi olmaz

Yazar Nabi Yağcı, gerçek demokrasinin asker ve yüksek yargı vesayetinin bitmesi ile gerçekleşebileceğini söyledi. Bu vesayetin dayanaklarının anayasada yer aldığını hatırlatan Yağcı, yeni anayasa ile bunların kaldırılmasını istedi.

Türkiye’nin yaşadığı değişim, çatışma ve reform ortamında bulunması gelecek adına olumlu, umut dolu yorumları içinde beslediği gibi bu süreçte yapılacak yanlışlar Türkiye’nin demokrasisi açısından bir kaybı temsil edebilecektir. Biz de bu tartışmaları Türkiye Komünist Partisi’nde genel sekreterlik yapmış Nabi Yağcı’ya sorduk. Yurtdışından Özal döneminde geri dönebilen Yağcı, askerin değişim sürecinde savunma pozisyonuna gerilediğini söylüyor.

‘Tarihte ilk defa vesayetçi devlet savunma

pozisyonuna geriledi’ diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

arihte ilk defa vesayetçi devlet savunma pozisyonuna geriledi diye Taraf’ta yazmıştım. Bu yoruma dayanak oluşturan pek çok somut olgu var. Örneğin, dün asla aklımızın ucundan bile geçirmeyeceğimiz biçimde, kimi emekli generallere ve hatta muvazzaf subaylara dokunulabildi. Devletin kendi vesayet “hukuku” bu kişileri korumaya yetmedi, sivil hukuk işledi, işliyor. Dün, olsaydı eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, bir TV programına çıkıp, “Genç subaylar tedirgin” manşetinin bir tezgâh olduğunu söylemezdi. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, tanık sıfatıyla sivil savcılara ifade verdi. Eskiden olsaydı bunların hiçbiri olmaz, iç çelişkiler, çatışmalar kamuoyuna yansımazdı. Danıştay’a saldırı dâvâsı ile Ergenekon Dâvâsının birleştirilmesine karşı çıkan, direnen çevrelere rağmen bu iki dâvâ birleştirilebildi. Poyrazköy’de toprak altından çıkan silâhların oraya gömülme nedenlerini savunabilen çıkmadı.

Genelkurmay başkanı Başbuğ’un açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir gerileme olarak açıklanabilir mi? Bunun yanında açıklama yaptıktan sonra kamuoyu tarafından daha fazla eleştirildiği doğru mu?

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un açıklamaları bir gerileme değil, ama bir savunma pozisyonunu yansıttığı çok açık. Değişen dünya koşullarında dünkü politikalarla gidilemeyeceğini asker de görüyor. Dünya değişiyor, ABD değişiyor, Ortadoğu’da yeni dengeler oluşuyor, bu koşullarda “Yalnız askerin dediği doğrudur” tarzında özetleyeceğim geleneksel “millî çıkar” politikalarının, tam tersine, korumaya çalıştıkları çıkarlara zarar vermeye başladığını görüyorlar. Kürt sorununun çözümsüz kalmasının bölgemizde hem Türkiye, hem başka ülkeler açısından “enerji hattı güvenliği” sorunu doğurduğunu görüyorlar. Başka deyişle, askerler, asker-sivil ilişkilerinde yeni bir denge kurma zorunluluğunu görmekteler. Ancak bunun kendi denetimleri, kontrolleri, iradeleri hilâfına olmamasına çalışıyorlar. Kamuoyu ise, artık eski suskunluğunda değil, ‘asker ne yaparsa doğru yapar’ yaklaşımları kırılıyor.

Türkiye’deki son gelişmelerin fırsat ve tehlikeleri beraberinde getirdiğini söylüyorsunuz. Fırsatlar ve tehlikeler neler? Tehlikeler nasıl izale edilebilir?

Fırsatları işte görüyoruz. Dünya konjonktürü Türkiye’nin birikmiş tarihsel sorunlarını çözebilmek için bir fırsat. ABD, Obama ile birlikte Bush döneminin çatışma politikalarını terk etmeye, barışçı açılımlar yapmaya hazırlanıyor. AB, bu sürece destek veriyor. Irak’ta demokratik istikrarın sağlanması elbette Türkiye’nin iç gerilimlerinin düşmesinde rol oynayacaktır. Kürt sorununun barışçı çözümü için ülkemizde ilk kez bir cumhurbaşkanı açık bir çaba içine giriyor. Tehlikelerin izale edilmesi, ortadan kaldırılması fırsatların enerjik biçimde değerlendirilmesi yani duraksamış olan demokratik reformlara hız vermekle mümkündür. Unutmayalım, Ergenekon örgütlenmesinin harekete geçme kararı alması, Türkiye’nin AB üyeliği müzakere edilebilir ülke statüsünü kazanmasıyla oldu. Öyleyse AB ile ilişkiler hızla sıcaklaşmalı, müzakereler hızlandırılmalıdır. Diğer önemli mesele ise yeni anayasa yapmaktır. Biliyoruz ki gerek askerî gerek yüksek yargının TBMM üzerindeki vesayeti kendine anayasada yasal dayanaklar bulabilmektedir. Bu dayanaklar ortadan kaldırılmalıdır.

Artık müzakereci demokrasiye geçiliyor

diyorsunuz. Ancak müzakerecilerden bir tanesi asker. Peki bunu demokrasiyle nasıl bağdaştıracağız?

‘Müzakereci demokrasi var’ demedim, geçiyoruz dedim ben de zaten. Özellikle Cumhurbaşkanı Gül’ün girişimleri bu anlama geliyor. Ayrıca bizde demokrasinin öyle tereyağından kıl çeker gibi gelişmeyeceğini artık biliyoruz. İki taraf sorunlarını eğer güç kullanarak çözmekten vazgeçerse bunun yerini sorunları müzakere ederek çözme alır. Kastettiğim budur. Elbette eğer askerî vesayet son bulmaz ise değil müzakereci demokrasi, demokrasi olmaz.

Devletin sahibi olduğunu söyleyen kişiler

hükümetin açılımları konusunda hükümete güveniyor mu?

İktidardaki bir partiye kapatma dâvâsı açıldığı bir durumda böyle bir güvenden elbette söz edilemez. Güven değil mecbur kalma söz konusudur. Hükümete yönelik onu düşürme, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanını seçtirmeme plan ve çabaları, darbe hevesleri tutmadı. ‘Mecbur kalma’ derken bunları kastediyorum. Elbette, hükümete karşı onu düşürmek için başka manevralara başvurulmayacağı anlamına gelmez bu söylediklerim.

Bir de ‘öğrenilmiş çaresizlikten’ bahsediyorsunuz. Bunu oluşturan nedenler nedir?

‘Öğrenilmiş çaresizlik’ psikoloji alanı ile ilgili bir terimdir. Örneğin ana-babalar sürekli çocukları adına kararlar alıp uygularlar, çocuklarının kendi sorunlarını çözmek için onlardan bağımsız karar alabilmesine, başka deyişle yanlış da yapmasına fırsat vermezlerse o çocuğun bağımsız karar alabilme yetisi, iradesi felce uğrar. Çocuğun bilinçaltına kendi başına sorunlarını çözemeyeceği duygusu yerleşir. Çocuk bu durumunun farkında bile değildir. Öğrenilmiş çaresizlik budur. Toplumlar da böyledir. Çatışmasız, kavgasız hemen hemen hiçbir toplum yoktur. Çatışır, kavga eder insanlar, hatta kan bile dökülebilir, ama sonuçta insanlar olaylardan ders çıkararak uzlaşma yolu ile sorunlarını çözmeyi öğrenirler. Ama her on yılda bir askerî müdahaleye uğrayan, devlete karşı vatandaşı korumayı değil, tersine devleti vatandaşa karşı koruma zihniyetinin onlarca yıl hüküm sürdüğü bir ülkede insanlar, devlete yaslanmadan sivil toplum olarak sorun çözebileceklerine olan inançlarını yitirirler. Sivil toplum bilinci gelişemez. Hindistan demokrasisine bakın. Orada etnik ve dinsel çatışmalar bizden kat kat fazla, kaç başbakan suikaste kurban gitti, ama buna rağmen bir kez bile askerî müdahale olmadı. Kısacası insanlara çaresizliği öğreten vesayetçi devlet baba zihniyeti ve politikalarıdır.

Toplumu ilgilendiren konularda özgürce

düşüncelerini bildiren aydınların sayısı neden az?

Aydın, ülke ve insanlık sorunları üstüne özgürce düşünebilen, düşündüğünü de özgürce söyleyebilen insanlara denir. Birey olma bilinci gelişmemiş bir ülkede baskılara rağmen kendini ifade etmeye cesaret eden insanların sayısı elbette az olacaktır. Bunda eğitimimizin düşünen insan yerine ezberci insan yetiştirmeye kurgulu olmasının da önemli bir payı var. Tarihini resmî tarih dışında gerçek bir tarih olarak öğrenmeyen gençliğin kendine has düşüncelere sahip olarak yetişmesi, eleştirip düşünebilmesi olağanüstü zordur.

Kültürel kodlarımızdan uzak olduğumuzu

düşünüyor musunuz? Din konusu kültürel kodlarımız içinde değerlendiriliyor mu?

Kültürel kodların ne olduğuna bağlı bu sorunun yanıtı. Yani nerede olduğumuzu tarif etmeden uzaklaşmayı tarif etmek mümkün olmaz. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte kültürel kopuş yaşamamız elbette kültürümüzün kendi kaynaklarından kopması sonucunu doğurmuştur. Kültür, insan topluluklarının maddî ve manevî üretimlerinin tarih içinde o topluma özgü bir yaşam tarzı meydana getirmesidir. Elbette din olgusu dışlanarak bir kültür anlaşılır olamaz. İnsan yalnızca bilen varlık değil aynı zamanda tinsel yani ruhsal bir varlıktır da.

Solun dine karşı olmak adına AKP’ye karşı

olduğunu söylüyorsunuz. Bazı solcu kesimin Ergenekon Dâvâsına karşı olmasında bunun etkisi var mı?

Solda dine inanmadıkları için AKP’ye karşı olanların sayısının çok olduğunu sanmıyorum, AKP’ye karşıtlık onların modern yaşam tarzlarının değişeceği kaygısının sonucudur. Örneğin bütün kadınlara zorla başörtüsü taktırılacağı, oruç tutmayanlara, içki içenlere engel olunacağı, medenî hukukun yerini İslâm hukuku alacağı gibi kaygılardır. Bu çevrelerin Ergenekon’a desteklerinde AKP’nin yaşam tarzlarını değiştireceği kaygısının yanında, milliyetçi/ulusalcı yaklaşımların da etkisi vardır. Örneğin bu çevreler aynı zamanda AB’ye de karşıdırlar. Kürt sorununun çözümüne mesafelidirler.

Entelektüeller düzeyinde din ne zaman kabul

edilir bir olgu olarak ele alınacaktır?

Bence dinin kabul edilip edilmemesi değil, dine inananların, Müslümanların yaşam tarzlarına saygı gösterme sorunu vardır. Elbette burada karşılıklı bir saygının gelişmesini gözetmemiz gerekir. İster din adına, inançlar adına olsun, isterse bir başka ideoloji adına, eğer önce insan olmaklığımızdan gelen bir değere sahip olduğumuz şuuruna varabilirsek bu sorunlar esas olarak o zaman çözülmüş olacak. İnanan da inanmayan da bir arada kendi yaşam tarzlarını özgürce kurabilecekler. Bu hümanist kültür demektir.

Siz solun “kurtarıcı” bir rolle hareket ettiğini

söylüyorsunuz. Fakat neredeyse bütün toplum kesimleri için bu böyle. Kurtarıcılığın sınırları nerede tehlikeli hale geliyor?

Elbette bir toplumun gelişmesi, ilerlemesi, zenginleşmesi, daha adil daha paylaşımcı bir toplum düzenine varabilmek için projelerimiz olacaktır. Bir toplumda karnı aç insanlar suskunsa, sömürülenler, mağdur ve mazlûmlar seslerini çıkarmıyorlarsa onlara rağmen yani halka rağmen halkçılık sonuçta totalitarizmle sonuçlanıyor. Üstelik kurtarıcıların reçetelerinin doğru olduğu nereden belli olacak? Önemli olan demokrasinin önündeki engelleri temizleyerek halkın korkmadan kendini ifade edebilmesinin yollarını döşemektir. Kurtarıcılık halkı kurtarılacak bir nesne olarak görmek, küçük görmek anlamına gelir. Halkın kendi kendine kurtarabileceği fikrini kabul etmez. Halka topluma öncülük yapmak başka şey, onların koyun sürüleri gibi kendilerini izlemesini istemek başka şey. Hani denir ya önemli olanı, balık verip insanların karnını doyurmak değil, onlara balık tutmasını öğretmektir.

İnadına sosyal değişim olmaz’ derken neyi kast ediyorsunuz?

Bir toplumun maddî-teknik temelleri gelişmiş değilse yani zenginlik üretebilmek için tarihsel koşullar hazır değilse sırf birileri öyle istiyor diye o toplum bir gecede modern, zengin, kültür bakımından gelişkin bir toplum haline gelemez. Zenginlik üretmeyen bir toplumda gelir dağılımında adalet de sağlayamazsınız. Üretmeden tüketmek olmaz. Sosyal değişim o toplumun iç dinamiklerinin, iç bünyesinin gelişmesi ile olur, dışarıdan dayatılarak olmaz. Başka deyişle bir gecede fesi atıp şapka giydirilmekle o toplum çağdaş olmaz. Değişim zaruretini toplumun kendisi görebilmelidir. Aydınlar da işte bu görmeye hizmet etmeliler.

’Artık millet devleti dizginleri altına almak istiyor’ denilebilir mi?

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hep aynı sorunlar tekrar tekrar gündeme geliyorsa bu durum sorunlarımızı çözmeyip bastırdığımız anlamına gelir. Kaynayan tencerenin kapağını bastırmak gibi. Bu da bir enerji sıkışması doğurur. Kürt sorunu, laiklik, askerin siyaset üstündeki vesayeti sorunları habire önümüze gelen ana sorunlardır. Diğer yandan 1923’lerin Türkiye’sinde değiliz, nüfusumuz, millî gelirimiz arttı, ekonomi büyüdü ama hâlâ hak ve özgürlüklerimiz yukarıda değindiğim nedenlerle sınırlı. Yani elbise büyüyen çocuğa artık dar geliyor. Yama tutmuyor. Artık millet devleti dizginleri altına almak istiyor denebilir elbette.

Sosyal ve siyasal gerilimi müthiş bir enerji olarak da tanımlıyorsunuz ve AKP’yi aşan bir potansiyele dönüştüğünü söylüyorsunuz. Toplumdaki ve siyasetteki değişimi AKP odaklı düşünmek de insanlara analizlerinde yanlış yaptırabilir mi?

Değişim enerjisi dediğim durum bu. Bu değişim zorlaması yalnız AKP’yi değil bugün var olan diğer partileri de aşıyor. Bu nedenle AKP odaklı değil, değişim odaklı düşünmek, kim ne kadar bu değişime yanıt veriyorsa desteklemek, kim karşı duruyorsa eleştirmek gerekir.

Ergenekon millet-devlet denkleminin

neresinde?

Ergenekon elbette millet değil; devlet cenahında yer alıyor, hatta derin devletin. Ergenekon örgütlenmesine kimsenin “böyle bir şey yoktur, hayır” diyecek hali kalmadı. Kimi rektörlerin, bilim adamlarının dâvâya dahil edilmesi veya soruşturulmasına tepki Ergenekon’u çaresizce savunma tepkisidir. Oysa bana göre vesayet rejimi demek zaten yalnız askerî vesayet demek değildir. Asker ve yüksek bürokrasiye dayanan bir vesayet vardır. Ayrıca rektörler, bilim adamları suç işlemez diye bir kaide yok.

Artık ulusalcı denilen kesimde Ergenekon yok

söylemi neredeyse sona ermiş vaziyette, ancak

rektörlerin ve bazı bilim adamlarının bu insanlarla nasıl bir ilişkisi olabilir diye bir eleştiri var. Katılıyor musunuz?

Ulusalcılar Ergenekon Dâvâsını sulandırmak, önemsiz göstermek için her imkânı kullanıyorlar. Kullanacaklar. Soruşturmanın sonuna kadar gitmemesine, bir yerde kesilmesine çalışıyorlar.

Ergenekon meselesinde askerin nasıl bir tavır

içinde olduğunu düşünüyorsunuz?

Ergenekon meselesinde asker bir çok yönden rahatsız. Her şeyden önce asker tabusu kırılıp, kendilerine dokunulmasından rahatsız. İkincisi Örnek Günlükleri’nde yer aldığı gibi iç çatışmalarının ortaya çıkmış olmasından rahatsızlar. Fakat öte yandan bütün bu gerçeklerin kamuoyunun önüne dökülmesinden sonra hiçbir şey yapılmadan kalınamayacağını da görüyorlar. Bu nedenle de kanımca gerçekten darbe teşebbüsüne katıldığı kanıtlanmış olanların yargılanmasına göz yumuyorlar. Ancak onlar da derine inilmesini istemiyorlar. Bu nedenle eski Genelkurmay Başkanı Özkök’ün ifade vermesi, Büyükanıt’ın TV’de konuşması tesadüf değil.

H. HÜSEYİN KEMAL

25.05.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (24.05.2009) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ NİYAZİ YENEN:

  (22.05.2009) - 40 YILLIK EDİNCİKLİ OKUYUCUMUZ FAHRİ CURA:

  (21.05.2009) - İZMİTLİ OKUYUCULARIMIZDAN M. FAHRİ UTKAN:

  (19.05.2009) - Gazetemizi tanıtmak için köy köy dolaştık

  (18.05.2009) - Dışlayıcı tavır DTP’ye yaradı

  (15.05.2009) - Gazeteyi, Risâle-i Nur’un naşiri olarak gördük

  (11.05.2009) - GARİP BİR SİYASİ ENTRİKANIN İÇİNDEYİZ

  (09.05.2009) - ANAMUR’DA İKAMET EDEN 40 YILLIK OKUYUCUMUZ HÜSEYİN YILDIRIM:

  (08.05.2009) - OKUYUCUMUZ VE YAZARIMIZ NEJAT EREN ANLATIYOR:

  (07.05.2009) - Annem, Yeni Asya sayesinde okuma-yazmayı öğrendi

Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl
Reklam Linkleri: Risale Yorum- Risale Çocuk- Yemek Tarifleri - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Satılık Tekne- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis